Lider her doğruyu her zaman söylemez
26 Kasım 2008 Akşam Gazetesi
Hani sık sık tekrarladığımız, 'Eş ve müşteri nasıl kaybedilir?' adlı kitabımıza almayı düşündüğümüz ünlü bir sözümüz vardır: 'Her söylediğin doğru olsun, ancak her doğruyu söyleme!'... Konferanslarda bu kural için örnekleri hep kadın erkek ilişkilerinden verirdim. Oysa iş ve siyaset dünyasından da bir iki lezzet katmak gerekirdi. Kendi ayağına kurşun sıkmanın siyasette karşılığı mebzul miktarda vardı da, bu bağlamda tatmin edici bir renk bulamamıştım...
İmdadıma yine Sayın Başbakanımız yetişti: 'Partim ikinci parti durumuna düşerse, Genel Başkanlığı bırakırım!'... (Önce, 'Siyaseti bırakırım' dediği sanılmıştı.)
Anlıyoruz... Başbakan, uzun zamandır siyaset sahnesini iki partiye indirgemek istiyor. Olayı ya AK Parti ya CHP açmazına getirip, Baykal'ı hırpalayınca (aslında hırpalamasına hiç gerek yok Baykal kendisini yeterince hırpalıyor zaten) tek adres alternatifsiz olarak AK Parti kalacak...
İyi de, bu taktik kabak tadı vermedi mi artık? 'Lider durumunda olanın kendisini takip edeni görmezlikten gelmesi, onun ekmeğine yağ sürmemesi' ilkesi ile oldum olası çatışmıyor muydu? (Bu arada liderin takipçisi ve taklitçisi için aynı kuralın tam tersi geçerlidir: Bütün güçlerinle saldır! Allahları var, bunu CHP üst yönetimi gayet iyi yapıyor)...
Bir kere bu açıdan Başbakan'ın açıklaması çok talihsiz... 'Bir yerlere işaret verdim, sinyal verdim!' dese de yanlış açıkçası...
İkinci talihsizlik şu: Açık ara seçimler kazanmış bir partinin başkanı olarak, ikinci olabilmenin olasılığını dahi ağzınıza almamanız gerekir. Amiyane halk deyişiyle herkesleri tenzih ederek ifade etmemiz gerekirse, 'Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmenin' ne âlemi var?
//c
Üç İ'li bir Spor Şurası işleri çözer
26 - 28 KasIm tarihleri arasında Ankara'da Spor Şura'sı yapılacakmış. Yanılmıyorsam 6'ncısı oluyormuş bu... Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve Bakanlar da katılıyormuş...
İşte AK Parti'ye yakışan, ondan esinlenerek bizim sık sık ifade ettiğimiz tipik bir 'Üç İ' uygulaması: İstişare, İkna ve İttifak...
Neredeydiniz kardeşim? 20 -21 Şubat 2003'te Beşir Atalay'ın liderliğinde düzenlediğiniz İletişim Şurası'nda bütün basını en üst düzeyde bir araya getirmiş ve onlarla birlikte, istişare - ikna - ittifakla hazırlanan basın kanunu, Meclis'ten tereyağından kıl çeker gibi geçivermişti. Hem de medya desteği ile...
Bir benzer stratejinin, o dönemde nerdeyse tüm üniversite öğretim üyelerinin karşı çıktığı YÖK konusunda uygulanması gerekirdi. 'Alın aynı modeli uygulayın' diye uyardığımı hatırlıyorum. 'Üç İ'ye devam!' diye yazmıştım...
Hayır... Onlar YÖK meselesinde bırakın yeni ittifaklar kurmayı, tüm müttefiklerini kaybetmeyi ve 'Biz nasılsa iktidarız, bizim borumuz öter!' mantığı ile işin çok daha zorunu, nerdeyse tüm öğretim üyelerinin YÖK'ün yanında yer almasını sağlamayı başardılar...
Şimdi spor konusunda yine doğrusunu yapıyorlar sanki. Göreceğiz... İstişare, ikna ve ittifak mı çalışacak, yoksa iktidar olmanın gücüyle tepeden inme hot zot mu?...
Tabi bir temennimiz de içerikle ilgili. Umarız çalışmalar bir Spor Şurası anlayışında yürür, futbol ya da Skor Şurası anlayışında değil...
//c
Errare humanum est...
'Errare humanum est, per severare diabolicum' (Hata yapmak insanlara, hatayı tekrarlamak şeytanlara mahsustur) misali, ne zaman bir hatamız tespit edilse hiç çekinmeden düzeltiriz. 14 Eylül'de 'Bilgi hırsızlarının işi artık zor' başlıklı yazımızın girişi şöyleymiş: 'Başta Ahîlik Teşkilatı olmak üzere, esnafın şanındandır. Yanında çalışan çırak ustalaşır. Sonra ona kuşak bağlar, destek olur, kendi işini kurma konusunda yardım eder'...
İbrahim Yıldırım kardeşimiz hemen yakalamış cümleyi ince yerinde:
'Yazılarınızı uzun süredir ilgiyle okuyor, yararlanıyorum. Bugünkü yazınızla ilgili çok önemli olmayan küçük bir kritiğim olacak: Ben, kalfalıktan ustalığa geçişte yapılan törenin 'peştamal kuşanma' olduğunu sanıyorum... Yanılıyor muyum acaba? 'Kuşak bağlama'nın ise medreselerde ve tarikatlarda talebelerin bir tür sınıf geçme ritüeli olduğunu düşünüyorum... Gerçi bazı kaynaklarda 'kuşak kuşanma', 'peştamal kuşanma' yerine kullanıyor; ama 'peştamallık' (hava parası) 'peştamaliye' (itibar ya da saygınlık değeri) anlamlarına gelen iki sözcük olduğuna göre, 'peştamal kuşanma' bana daha doğru geliyor... İletimi hoş göreceğinizi tabii ki biliyorum; ancak yine de 'kim bu ukala sorusuna yanıt vermeliyim; -çünkü ben olsam sorardım-: 1980 yılından bu yana muteber ajanslarda reklam yazarlığı yapıyorum, YKY, Can, Merkez Kitaplar gibi muteber yayınevlerinden çıkmış -dördü roman- yedi kitabım var. Sevgi, saygı ve güzel yazılarından dolayı teşekkürlerle. İbrahim Yıldırım.' İbrahim Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz...
İkinci uyarı da PR ajansı Contactplus'tan. Firuze Kaymaz imzası ile geliyor. Ankara'da Türkiye Bilişim Derneği'nin düzenlediği CEO Forum'a katılan 18 üst düzey yöneticinin adını verdiğimiz yazıda bir hata yapmışız. Kaymaz onu düzeltmiş:
'Akşam Gazetesi'nde 22.11.2008 tarihinde yayınlanan köşe yazınızda Oracle Türkiye Genel Müdürü Gürhan Kalelioğlu'nun ismi yanlışlıkla 'Gülhan Kalelioğlu' olarak yer almıştır. Konuyla ilgili size bilgi vermek istedik. Eğer mümkünse bundan sonraki köşe yazınızda konuyla ilgili küçük bir düzeltme yayınlamanızı rica ederiz.'
Emriniz olur Firuze Hanım. Biz de sizi 'Tek harften ne olur canım!' demeyip, titizliği elden bırakmadığınız için kutlarız...
Hani sık sık tekrarladığımız, 'Eş ve müşteri nasıl kaybedilir?' adlı kitabımıza almayı düşündüğümüz ünlü bir sözümüz vardır: 'Her söylediğin doğru olsun, ancak her doğruyu söyleme!'... Konferanslarda bu kural için örnekleri hep kadın erkek ilişkilerinden verirdim. Oysa iş ve siyaset dünyasından da bir iki lezzet katmak gerekirdi. Kendi ayağına kurşun sıkmanın siyasette karşılığı mebzul miktarda vardı da, bu bağlamda tatmin edici bir renk bulamamıştım...
İmdadıma yine Sayın Başbakanımız yetişti: 'Partim ikinci parti durumuna düşerse, Genel Başkanlığı bırakırım!'... (Önce, 'Siyaseti bırakırım' dediği sanılmıştı.)
Anlıyoruz... Başbakan, uzun zamandır siyaset sahnesini iki partiye indirgemek istiyor. Olayı ya AK Parti ya CHP açmazına getirip, Baykal'ı hırpalayınca (aslında hırpalamasına hiç gerek yok Baykal kendisini yeterince hırpalıyor zaten) tek adres alternatifsiz olarak AK Parti kalacak...
İyi de, bu taktik kabak tadı vermedi mi artık? 'Lider durumunda olanın kendisini takip edeni görmezlikten gelmesi, onun ekmeğine yağ sürmemesi' ilkesi ile oldum olası çatışmıyor muydu? (Bu arada liderin takipçisi ve taklitçisi için aynı kuralın tam tersi geçerlidir: Bütün güçlerinle saldır! Allahları var, bunu CHP üst yönetimi gayet iyi yapıyor)...
Bir kere bu açıdan Başbakan'ın açıklaması çok talihsiz... 'Bir yerlere işaret verdim, sinyal verdim!' dese de yanlış açıkçası...
İkinci talihsizlik şu: Açık ara seçimler kazanmış bir partinin başkanı olarak, ikinci olabilmenin olasılığını dahi ağzınıza almamanız gerekir. Amiyane halk deyişiyle herkesleri tenzih ederek ifade etmemiz gerekirse, 'Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmenin' ne âlemi var?
//c
Üç İ'li bir Spor Şurası işleri çözer
26 - 28 KasIm tarihleri arasında Ankara'da Spor Şura'sı yapılacakmış. Yanılmıyorsam 6'ncısı oluyormuş bu... Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan ve Bakanlar da katılıyormuş...
İşte AK Parti'ye yakışan, ondan esinlenerek bizim sık sık ifade ettiğimiz tipik bir 'Üç İ' uygulaması: İstişare, İkna ve İttifak...
Neredeydiniz kardeşim? 20 -21 Şubat 2003'te Beşir Atalay'ın liderliğinde düzenlediğiniz İletişim Şurası'nda bütün basını en üst düzeyde bir araya getirmiş ve onlarla birlikte, istişare - ikna - ittifakla hazırlanan basın kanunu, Meclis'ten tereyağından kıl çeker gibi geçivermişti. Hem de medya desteği ile...
Bir benzer stratejinin, o dönemde nerdeyse tüm üniversite öğretim üyelerinin karşı çıktığı YÖK konusunda uygulanması gerekirdi. 'Alın aynı modeli uygulayın' diye uyardığımı hatırlıyorum. 'Üç İ'ye devam!' diye yazmıştım...
Hayır... Onlar YÖK meselesinde bırakın yeni ittifaklar kurmayı, tüm müttefiklerini kaybetmeyi ve 'Biz nasılsa iktidarız, bizim borumuz öter!' mantığı ile işin çok daha zorunu, nerdeyse tüm öğretim üyelerinin YÖK'ün yanında yer almasını sağlamayı başardılar...
Şimdi spor konusunda yine doğrusunu yapıyorlar sanki. Göreceğiz... İstişare, ikna ve ittifak mı çalışacak, yoksa iktidar olmanın gücüyle tepeden inme hot zot mu?...
Tabi bir temennimiz de içerikle ilgili. Umarız çalışmalar bir Spor Şurası anlayışında yürür, futbol ya da Skor Şurası anlayışında değil...
//c
Errare humanum est...
'Errare humanum est, per severare diabolicum' (Hata yapmak insanlara, hatayı tekrarlamak şeytanlara mahsustur) misali, ne zaman bir hatamız tespit edilse hiç çekinmeden düzeltiriz. 14 Eylül'de 'Bilgi hırsızlarının işi artık zor' başlıklı yazımızın girişi şöyleymiş: 'Başta Ahîlik Teşkilatı olmak üzere, esnafın şanındandır. Yanında çalışan çırak ustalaşır. Sonra ona kuşak bağlar, destek olur, kendi işini kurma konusunda yardım eder'...
İbrahim Yıldırım kardeşimiz hemen yakalamış cümleyi ince yerinde:
'Yazılarınızı uzun süredir ilgiyle okuyor, yararlanıyorum. Bugünkü yazınızla ilgili çok önemli olmayan küçük bir kritiğim olacak: Ben, kalfalıktan ustalığa geçişte yapılan törenin 'peştamal kuşanma' olduğunu sanıyorum... Yanılıyor muyum acaba? 'Kuşak bağlama'nın ise medreselerde ve tarikatlarda talebelerin bir tür sınıf geçme ritüeli olduğunu düşünüyorum... Gerçi bazı kaynaklarda 'kuşak kuşanma', 'peştamal kuşanma' yerine kullanıyor; ama 'peştamallık' (hava parası) 'peştamaliye' (itibar ya da saygınlık değeri) anlamlarına gelen iki sözcük olduğuna göre, 'peştamal kuşanma' bana daha doğru geliyor... İletimi hoş göreceğinizi tabii ki biliyorum; ancak yine de 'kim bu ukala sorusuna yanıt vermeliyim; -çünkü ben olsam sorardım-: 1980 yılından bu yana muteber ajanslarda reklam yazarlığı yapıyorum, YKY, Can, Merkez Kitaplar gibi muteber yayınevlerinden çıkmış -dördü roman- yedi kitabım var. Sevgi, saygı ve güzel yazılarından dolayı teşekkürlerle. İbrahim Yıldırım.' İbrahim Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz...
İkinci uyarı da PR ajansı Contactplus'tan. Firuze Kaymaz imzası ile geliyor. Ankara'da Türkiye Bilişim Derneği'nin düzenlediği CEO Forum'a katılan 18 üst düzey yöneticinin adını verdiğimiz yazıda bir hata yapmışız. Kaymaz onu düzeltmiş:
'Akşam Gazetesi'nde 22.11.2008 tarihinde yayınlanan köşe yazınızda Oracle Türkiye Genel Müdürü Gürhan Kalelioğlu'nun ismi yanlışlıkla 'Gülhan Kalelioğlu' olarak yer almıştır. Konuyla ilgili size bilgi vermek istedik. Eğer mümkünse bundan sonraki köşe yazınızda konuyla ilgili küçük bir düzeltme yayınlamanızı rica ederiz.'
Emriniz olur Firuze Hanım. Biz de sizi 'Tek harften ne olur canım!' demeyip, titizliği elden bırakmadığınız için kutlarız...