Liderseniz susmayı öğrenmelisiniz
01 Ocak 2009 - Marketing Türkiye
2008 yılına bence damgasını vurmuş en önemli siyasi iletişim olayı bence tartışmasız CHP milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun önüne gelen AK Partili’nin karizmasını çizmeyi ve siyasi kariyerini neredeyse noktalamasına neden olmayı başarmasıydı…
İşin tuhaf tarafı ise, bu başarının arkasında Kılıçdaroğlu’nun yeteneklerinden çok AK Parti kurmaylarının içine düştükleri siyasi iletişim gafletinin yatıyor olmasıydı…
İki siyasi iletişim ilkesinin ikisini de görmezden geldiler:
1. Lidersen, hatta AK Parti gibi açık ara lidersen, takipçilerini muhatap almaz, onları görmezden gelirsin. Takipçiler için ise tam tersi geçerlidir. Her alanda lidere saldırmalısın…
2. Siyasi iletişimin günümüzdeki formatında (Sanayi öncesi toplumda, kısmen de sanayi toplumunda tam tersi geçerliydi –Bkz. Hitler’in konuşmaları) sinirlenen, kızan kaybeder…
Dengir Mir Mehmet Fırat, öncesinde Şaban Dişli, sonra Melih Gökçek…
Ortaya dökülmeseler, teşne olmasalar, durduk yerde çanak tutmasalar başlarına bunlar gelmeyecekti…
2008’in yıldızı bu siyasi iletişim tecrübesinin ürettiği o yalın ilkeyi bir kez daha hatırlamakta yarar var: Bazen susmak da iletişimin ta kendisidir…
T-Box kışı sağlama almış…
Bizim dergide bu sayfaları izleyenler bilirler. Eğer bir konuda sübjektif yargılarım ağırlık basıyorsa, onun altını mutlaka kalın kalın çizerim. T-Box da benim iletişim adına tarafsızlığı yitirecek derecede takdirle izlediğim bir markadır… Ne Boyner Grubu ile bir menfaat ilişkim vardır ne de reklam ajansı Rafineri ile… Ama dedim ya, ürün geliştirmeden, satış kanalları oluşturmaya, oradan cesaret ve yenilikçiliğe ve nihayet kurduğu duygusal bağa ve marka vaadine kadar neredeyse yaptıkları her şeyi hayranlıkla izlerim…
“Türkiye’den marka çıkar mı” tartışmalarında Mavi’nin yanı sıra potansiyeli olan ender ürün gruplarından biri olarak görmüşümdür T-Box’ı… Bu yıl ki favori markam hiç şüphesiz T-Box…
“Bu Yılbaşı Kriz Kışınıza Kaçmasın!” kampanyası (3 ürün al 2 öde!) tam da akademik boyutta masaya yatırılıp analiz edilecek türde bir reklam çalışması… Öyle her babayiğit reklam verenin cesaret edebileceği türden bir şey değil. Belki reklamcılar arasında kafaları bu kadar aykırı ve parlak çalışan arkadaşlar vardır; ancak bunlar genelde müşteri ve onun ajanstaki temsilcisi tarafından yıldırılırlar ve fikirleri bir türlü gün ışığına kavuşamaz…
Demek ki, burada müthiş bir uyum ve işbirliği şansı yakalanmış. Yoksa böyle bir reklam çıkmazdı…
İlle de eleştirecek bir şeyler bul, diye tepinirseniz; tek bir şey üzerinde durabilirim: İletişim kanalı seçimi… Gördüğüm kadar reklam esas olarak onu anlayacak kesimlere ulaşan mecralarda yayınlandı. Sadece bir kez bir günlük gazetenin arka sayfasında tam sayfa olarak gözüme çarptı. Bu reklamın mecrası günlük gazete olamaz… Bedava dahi verseler günlük gazetenin profili yüzünden oraya girmemek gerekir…
Hem T-Box’çuları hem de Rafineri’yi kutluyorum…
Çinliler Moğollar’dan özür dileseler…
Meseleleri anlamak için biraz yabancılaşmakta yarar vardır…
Diyelim ki, 10 – 15 bin tane Çin aydını bir araya gelmiş imza toplamışlar… Çin – Japon harbi sırasında ayaklanıp Japonlara da yardım etmek amacıyla onlardan destek alarak Çin İmparatorluğu’na başkaldıran, pek çok Çinliyi aileleriyle birlikte yok eden ve bu yüzden Çinliler tarafından Kuzey’e doğru göçe zorlanan ve o göç sırasında telef olan ve/veya ‘edilen’ Moğol kökenli vatandaşların ahfadından özür dilemişler...
Ne kadar asil bir davranış… Çin’in ülke markasını yüceltecek daha olgun ne yapılabilirdi. Helal olsun… ‘Evrensel entelektüelliğin’ gereği budur zaten. Realiteler yoktur. Soy gerçekler vardır. Acı çektirdin mi özür dilersin… Asalet gereği… Özür dileme kibarlığını göstermek işin bedelidir zaten…
Fakat ya bir bedel daha söz konusu ise…
Ya bu özrün arkası çılgın miktarlarda tazminat ödemekse… Ya atılan imzalar, Moğollar ve uluslararası mahkemelerce Çin’i çılgın miktarlarda tazminat ödemeye mahkum etmek için delil teşkil edebilecekse… O zaman iş değişir mi?..
O zaman ülke markası ne olur?
Bu hareket bir de Çinliler ile Moğollar arasında buzlar erimeye, diyaloglar tesis edilmeye, ülke yöneticileri ikili görüşmelerin kapılarını aralamaya başladıkları bir döneme denk düşmüşse ne düşünmek gerekir acaba?
Çin’in ‘müstemleke aydınları’ Allahtan bu kadar aymaz değiller… O yüzden Çin’in marka değerine de bir şey olmuyor zaten…
Ölçümleme kültürü sonunda yerleşecek…
O kadar zor bir iş yapıyor ki şu Vedea… Henüz iletişim sektöründeki profesyonellerin tamamı bu kuruluşun belki adını bile bilmiyordur. Ancak çok kısa zamanda öğrenecekler. Kimsenin şüphesi olmasın.
1990’ların sonunda, ‘İletişim Harcamlarının Geri Dönüşü’ meselesinden hareketle ortaya atılan ölçümleme sistemlerinin üzerine herkesin atlayacağını sanmıştım…
İletişim Danışmanlığı şirketleri, PR şirketleri: Verdikleri hizmetin ne kadar büyük katma değer getirdiğini görmek ve göstermek adına…
Hizmet alan taraf: PR’a harcadığı paranın ne ölçüde verimli kullanıldığını görmek adına…
Kurumsal iletişim direktörleri: Hem kendilerinin hem de hizmet aldıkları PR şirketlerinin başarılarını tespit etmek adına…
Ne kadar yanılmışım…
En fazladan kupür hizmeti almaya kadar gelebildiler. Kimsenin işine gelmedi ‘iletişim performanslarını’ ölçümlemek… Ne olur ne olmaz, bir miktar müphemiyetin kalmasını aralarında zımnen anlaşmışlarcasına tercih ettiler… Ne zamana kadar?.. PRNet ve Vedea bu alanda ölçümleme yapmaya başlayana kadar…
Vedea ölçüme alanına odaklandı. Kupür kesme, toplama, haber taraması yapmıyor. Medya yansımalarını onlara siz veriyorsunuz; onlar çeşitli parametreler üzerinden değerlendirip raporu sunuyorlar. En önemlisi de etkilemeyi planladığınız, sizin için hayati önemi olan hedef kitleye ulaşıp ulaşmadığınızı tespit ediyorlar… Ölçümleri yayın, sayfa, hatta tek tek yazar bazında bile yapabiliyorlar…
Yaptıkları bir iki tane ölçümleme çalışmasını gördüm… Gayet iyi. Yol gösterici... En önemlisi de sübjektif değerlendirmeyi bir hayli azaltıyor…
‘Az olan fazladır’
Kuzguna yavrusu misali ben de bizim www.marketingturkiye.com adresindeki web sitesini çok beğeniyorum. İnsanı yormuyor; önemli olanı veriyor; bu mesleğin profesyonelini bilgi silahı ile donatıyor… Terzi kendi söküğünğ dikermiş demek ki. Kimler arkasındaysa kutluyorum.
Bir tebrik de Zap Medya’ya… Açılış sayfasına öyle akılcı ve yaratıcı reklam girmişler ki, tıklamamak ve onlarla buluşmamak mümkün değil… Net ve sade ve başarılı olmak için ne lazımsa yapmışlar sanki… Gidin web sitesine; ne demek istediğimi; müşteri deneyimi uygulamasını birebir görün. Belki o zaman kendimi daha iyi ifade etmiş olurum…
İşin tuhaf tarafı ise, bu başarının arkasında Kılıçdaroğlu’nun yeteneklerinden çok AK Parti kurmaylarının içine düştükleri siyasi iletişim gafletinin yatıyor olmasıydı…
İki siyasi iletişim ilkesinin ikisini de görmezden geldiler:
1. Lidersen, hatta AK Parti gibi açık ara lidersen, takipçilerini muhatap almaz, onları görmezden gelirsin. Takipçiler için ise tam tersi geçerlidir. Her alanda lidere saldırmalısın…
2. Siyasi iletişimin günümüzdeki formatında (Sanayi öncesi toplumda, kısmen de sanayi toplumunda tam tersi geçerliydi –Bkz. Hitler’in konuşmaları) sinirlenen, kızan kaybeder…
Dengir Mir Mehmet Fırat, öncesinde Şaban Dişli, sonra Melih Gökçek…
Ortaya dökülmeseler, teşne olmasalar, durduk yerde çanak tutmasalar başlarına bunlar gelmeyecekti…
2008’in yıldızı bu siyasi iletişim tecrübesinin ürettiği o yalın ilkeyi bir kez daha hatırlamakta yarar var: Bazen susmak da iletişimin ta kendisidir…
T-Box kışı sağlama almış…
Bizim dergide bu sayfaları izleyenler bilirler. Eğer bir konuda sübjektif yargılarım ağırlık basıyorsa, onun altını mutlaka kalın kalın çizerim. T-Box da benim iletişim adına tarafsızlığı yitirecek derecede takdirle izlediğim bir markadır… Ne Boyner Grubu ile bir menfaat ilişkim vardır ne de reklam ajansı Rafineri ile… Ama dedim ya, ürün geliştirmeden, satış kanalları oluşturmaya, oradan cesaret ve yenilikçiliğe ve nihayet kurduğu duygusal bağa ve marka vaadine kadar neredeyse yaptıkları her şeyi hayranlıkla izlerim…
“Türkiye’den marka çıkar mı” tartışmalarında Mavi’nin yanı sıra potansiyeli olan ender ürün gruplarından biri olarak görmüşümdür T-Box’ı… Bu yıl ki favori markam hiç şüphesiz T-Box…
“Bu Yılbaşı Kriz Kışınıza Kaçmasın!” kampanyası (3 ürün al 2 öde!) tam da akademik boyutta masaya yatırılıp analiz edilecek türde bir reklam çalışması… Öyle her babayiğit reklam verenin cesaret edebileceği türden bir şey değil. Belki reklamcılar arasında kafaları bu kadar aykırı ve parlak çalışan arkadaşlar vardır; ancak bunlar genelde müşteri ve onun ajanstaki temsilcisi tarafından yıldırılırlar ve fikirleri bir türlü gün ışığına kavuşamaz…
Demek ki, burada müthiş bir uyum ve işbirliği şansı yakalanmış. Yoksa böyle bir reklam çıkmazdı…
İlle de eleştirecek bir şeyler bul, diye tepinirseniz; tek bir şey üzerinde durabilirim: İletişim kanalı seçimi… Gördüğüm kadar reklam esas olarak onu anlayacak kesimlere ulaşan mecralarda yayınlandı. Sadece bir kez bir günlük gazetenin arka sayfasında tam sayfa olarak gözüme çarptı. Bu reklamın mecrası günlük gazete olamaz… Bedava dahi verseler günlük gazetenin profili yüzünden oraya girmemek gerekir…
Hem T-Box’çuları hem de Rafineri’yi kutluyorum…
Çinliler Moğollar’dan özür dileseler…
Meseleleri anlamak için biraz yabancılaşmakta yarar vardır…
Diyelim ki, 10 – 15 bin tane Çin aydını bir araya gelmiş imza toplamışlar… Çin – Japon harbi sırasında ayaklanıp Japonlara da yardım etmek amacıyla onlardan destek alarak Çin İmparatorluğu’na başkaldıran, pek çok Çinliyi aileleriyle birlikte yok eden ve bu yüzden Çinliler tarafından Kuzey’e doğru göçe zorlanan ve o göç sırasında telef olan ve/veya ‘edilen’ Moğol kökenli vatandaşların ahfadından özür dilemişler...
Ne kadar asil bir davranış… Çin’in ülke markasını yüceltecek daha olgun ne yapılabilirdi. Helal olsun… ‘Evrensel entelektüelliğin’ gereği budur zaten. Realiteler yoktur. Soy gerçekler vardır. Acı çektirdin mi özür dilersin… Asalet gereği… Özür dileme kibarlığını göstermek işin bedelidir zaten…
Fakat ya bir bedel daha söz konusu ise…
Ya bu özrün arkası çılgın miktarlarda tazminat ödemekse… Ya atılan imzalar, Moğollar ve uluslararası mahkemelerce Çin’i çılgın miktarlarda tazminat ödemeye mahkum etmek için delil teşkil edebilecekse… O zaman iş değişir mi?..
O zaman ülke markası ne olur?
Bu hareket bir de Çinliler ile Moğollar arasında buzlar erimeye, diyaloglar tesis edilmeye, ülke yöneticileri ikili görüşmelerin kapılarını aralamaya başladıkları bir döneme denk düşmüşse ne düşünmek gerekir acaba?
Çin’in ‘müstemleke aydınları’ Allahtan bu kadar aymaz değiller… O yüzden Çin’in marka değerine de bir şey olmuyor zaten…
Ölçümleme kültürü sonunda yerleşecek…
O kadar zor bir iş yapıyor ki şu Vedea… Henüz iletişim sektöründeki profesyonellerin tamamı bu kuruluşun belki adını bile bilmiyordur. Ancak çok kısa zamanda öğrenecekler. Kimsenin şüphesi olmasın.
1990’ların sonunda, ‘İletişim Harcamlarının Geri Dönüşü’ meselesinden hareketle ortaya atılan ölçümleme sistemlerinin üzerine herkesin atlayacağını sanmıştım…
İletişim Danışmanlığı şirketleri, PR şirketleri: Verdikleri hizmetin ne kadar büyük katma değer getirdiğini görmek ve göstermek adına…
Hizmet alan taraf: PR’a harcadığı paranın ne ölçüde verimli kullanıldığını görmek adına…
Kurumsal iletişim direktörleri: Hem kendilerinin hem de hizmet aldıkları PR şirketlerinin başarılarını tespit etmek adına…
Ne kadar yanılmışım…
En fazladan kupür hizmeti almaya kadar gelebildiler. Kimsenin işine gelmedi ‘iletişim performanslarını’ ölçümlemek… Ne olur ne olmaz, bir miktar müphemiyetin kalmasını aralarında zımnen anlaşmışlarcasına tercih ettiler… Ne zamana kadar?.. PRNet ve Vedea bu alanda ölçümleme yapmaya başlayana kadar…
Vedea ölçüme alanına odaklandı. Kupür kesme, toplama, haber taraması yapmıyor. Medya yansımalarını onlara siz veriyorsunuz; onlar çeşitli parametreler üzerinden değerlendirip raporu sunuyorlar. En önemlisi de etkilemeyi planladığınız, sizin için hayati önemi olan hedef kitleye ulaşıp ulaşmadığınızı tespit ediyorlar… Ölçümleri yayın, sayfa, hatta tek tek yazar bazında bile yapabiliyorlar…
Yaptıkları bir iki tane ölçümleme çalışmasını gördüm… Gayet iyi. Yol gösterici... En önemlisi de sübjektif değerlendirmeyi bir hayli azaltıyor…
‘Az olan fazladır’
Kuzguna yavrusu misali ben de bizim www.marketingturkiye.com adresindeki web sitesini çok beğeniyorum. İnsanı yormuyor; önemli olanı veriyor; bu mesleğin profesyonelini bilgi silahı ile donatıyor… Terzi kendi söküğünğ dikermiş demek ki. Kimler arkasındaysa kutluyorum.
Bir tebrik de Zap Medya’ya… Açılış sayfasına öyle akılcı ve yaratıcı reklam girmişler ki, tıklamamak ve onlarla buluşmamak mümkün değil… Net ve sade ve başarılı olmak için ne lazımsa yapmışlar sanki… Gidin web sitesine; ne demek istediğimi; müşteri deneyimi uygulamasını birebir görün. Belki o zaman kendimi daha iyi ifade etmiş olurum…