Listelerde yukarı tırmanmak şart mıdır?
Evet, şarttır…
27 Aralık 2018 - yeni şafak
Ülke olarak uluslararası arenada ne kadar “büyük”, ne kadar “güçlü” olduğunuz, “lider” olup olmadığınız birden fazla göstergenin aynı anda değerlendirilmesiyle ölçülüyor.
Geleneksel ekonomi ve askeri güç, “sert güç” kategorisine giren göstergeler... Bunlar insanlık tarihinde her zaman en gerekli şey olmuştur; günümüzde de marka değeri açısından şarttır, fakat yeterli değildir... Yani, Türkiye’nin ekonomik gücüyle ilk 17 ülke arasında yer alması her ne kadar gurur verici olsa da geliştirmemiz gerek başka yanlarımız da var.
“Yumuşak güç”, ülkeler bazında itibarı belirleyen en önemli değer. Zorlamadan, güç kullanmadan çok, cazibe yaratarak şekillendirme yeteneğine sahip olma anlamına geliyor. Ben buna “kas göstermek” yerine “beyin ve ruh gücü” kullanmak diyorum.
Londra merkezli danışmanlık şirketi Portland’ın yumuşak güç sahibi olarak tanımladığı 30 ülkelik sıralamada, bu yıl liste dışı kalmış durumdayız. Geçen yıl ise 30. sırada da olsa listede yer alabilmiştik. Bir önceki yıl yine yoktuk...
Ülkemiz ne kadar cazibeli, sosyo-ekonomik alanda ne kadar değer katan bir ülke olursa o kadar yükseleceğiz, ürünlerimiz o ölçüde itibar görecek. O nedenle, yumuşak güç konusunda yerimizi görebilmek için başka bazı sıralamalara bakmakta yarar var.
Mesela, pasaportumuzun ne kadar geçerli olduğu itibarımızla çok ilintili. Henley Pasaport Endeksine göre, 111 ülkeye vize zorunluluğu olmadan giriş yapabilen Türkiye, 106 ülke arasında 51. sıraya yerleşmiş. Dünyadaki en güçlü pasaport ise Japonya vatandaşlarının elindekiymiş. Japonlar, tam 190 ülkeye vize almadan ya da kapıda vize alarak kolayca seyahat edebiliyormuş.
Bunu 189 ülkeyle Singapur, 188 ülkeyle Almanya, Fransa ve Güney Kore takip etmiş. En çok merak edilen ülkeler olan ABD ve İngiltere ise 186 ülkeyle 5.’liği paylaşmış.
Bir başka çalışma ise ülkemiz insanı hakkında şunları söylüyor: Great Place to Work tarafından yapılan araştırmaya göre, Türkiye iş yerinde mutluluk sıralamasında 45 ülke arasında 41’inciymiş. OECD tarafından yayımlanan İstihdam Görünümü Raporu'na göre, Türkiye’de çalışanlar yılda 1.832 saatini iş yerinde geçiriyormuş. Kendi insanımız yeterince mutlu değilken başka ülke vatandaşları için cazibe yaratmamız pek de mümkün görünmüyor.
Yeteneklerimiz ve bunları gösterebilmemiz de elbette yumuşak güç sahibi olmamız için çok önemli. Onunla ilgili başka verileri de International Institute for Management yayınlamış. Çalışmada, yatırım, geliştirme ve çekicilik faktörleri incelenmiş. Ülkeler işgücü ve verimlilik gibi başlıklara göre değerlendirilmiş. Buna göre, Türkiye yetenekli ülkeler sıralamasında 51’inci sıraya yerleşmiş durumda. Maalesef Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsrail gibi ülkelerin gerisinde kalmışız.
Şimdi burada takkeyi önümüze koyup düşünmeye başladığımızda karşımıza üç yol çıkacaktır:
1. Kaybettikleri her seçimden sonra seçmeni bidon kafalı, karnını kaşıyan, karbonhidratla beslenmiş proteinden yoksun yaratıklar olarak değerlendiren ve bu neden “Bizden bir cacık olmaz” diye çemkirerek havlu atmak.
2. Bu tezvirat, dış mihrakların Türkiye markası üzerine oynadıkları oyunun bir ürünüdür; bütün bu araştırma ve rakamlar düzmecedir ya da manipülasyon ve algı yönetimi adına olay çarpıtılmaktadır. Aslında “bir Türk dünyaya bedeldir” gibi kerameti kendinden menkul bir megalomani içine düşmek…
3. Ya da bir yandan yumuşak gücümüzü geliştirmek için gerekli adımları atar, planlama ve yatırımları yaparken; öte yandan tezviratı göğüsleyecek, düzmece ve çarpıtma operasyonlarını püskürtecek bir iş-ilişki-iletişim konsepti içinde ülkenin algısının yönetilmesini sağlamak… Bu nedenle ya mevcut araştırmaları, her ne kadar bir miktar tereddütle bakılması gerekse de, yol gösterici birer navigasyon aleti olarak kullanmak; ya da uluslararası toplumun da itibar edeceği daha güvenilir ölçümleme sistemlerinin devreye sokulmasını sağlamak.
Sizce ülke markasını ve ona bağlı olarak dünya ile soyut somut her türden alışverişi geliştirmek adına hangi yol daha etkili olurdu?
Geleneksel ekonomi ve askeri güç, “sert güç” kategorisine giren göstergeler... Bunlar insanlık tarihinde her zaman en gerekli şey olmuştur; günümüzde de marka değeri açısından şarttır, fakat yeterli değildir... Yani, Türkiye’nin ekonomik gücüyle ilk 17 ülke arasında yer alması her ne kadar gurur verici olsa da geliştirmemiz gerek başka yanlarımız da var.
“Yumuşak güç”, ülkeler bazında itibarı belirleyen en önemli değer. Zorlamadan, güç kullanmadan çok, cazibe yaratarak şekillendirme yeteneğine sahip olma anlamına geliyor. Ben buna “kas göstermek” yerine “beyin ve ruh gücü” kullanmak diyorum.
Londra merkezli danışmanlık şirketi Portland’ın yumuşak güç sahibi olarak tanımladığı 30 ülkelik sıralamada, bu yıl liste dışı kalmış durumdayız. Geçen yıl ise 30. sırada da olsa listede yer alabilmiştik. Bir önceki yıl yine yoktuk...
Ülkemiz ne kadar cazibeli, sosyo-ekonomik alanda ne kadar değer katan bir ülke olursa o kadar yükseleceğiz, ürünlerimiz o ölçüde itibar görecek. O nedenle, yumuşak güç konusunda yerimizi görebilmek için başka bazı sıralamalara bakmakta yarar var.
Mesela, pasaportumuzun ne kadar geçerli olduğu itibarımızla çok ilintili. Henley Pasaport Endeksine göre, 111 ülkeye vize zorunluluğu olmadan giriş yapabilen Türkiye, 106 ülke arasında 51. sıraya yerleşmiş. Dünyadaki en güçlü pasaport ise Japonya vatandaşlarının elindekiymiş. Japonlar, tam 190 ülkeye vize almadan ya da kapıda vize alarak kolayca seyahat edebiliyormuş.
Bunu 189 ülkeyle Singapur, 188 ülkeyle Almanya, Fransa ve Güney Kore takip etmiş. En çok merak edilen ülkeler olan ABD ve İngiltere ise 186 ülkeyle 5.’liği paylaşmış.
Bir başka çalışma ise ülkemiz insanı hakkında şunları söylüyor: Great Place to Work tarafından yapılan araştırmaya göre, Türkiye iş yerinde mutluluk sıralamasında 45 ülke arasında 41’inciymiş. OECD tarafından yayımlanan İstihdam Görünümü Raporu'na göre, Türkiye’de çalışanlar yılda 1.832 saatini iş yerinde geçiriyormuş. Kendi insanımız yeterince mutlu değilken başka ülke vatandaşları için cazibe yaratmamız pek de mümkün görünmüyor.
Yeteneklerimiz ve bunları gösterebilmemiz de elbette yumuşak güç sahibi olmamız için çok önemli. Onunla ilgili başka verileri de International Institute for Management yayınlamış. Çalışmada, yatırım, geliştirme ve çekicilik faktörleri incelenmiş. Ülkeler işgücü ve verimlilik gibi başlıklara göre değerlendirilmiş. Buna göre, Türkiye yetenekli ülkeler sıralamasında 51’inci sıraya yerleşmiş durumda. Maalesef Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsrail gibi ülkelerin gerisinde kalmışız.
Şimdi burada takkeyi önümüze koyup düşünmeye başladığımızda karşımıza üç yol çıkacaktır:
1. Kaybettikleri her seçimden sonra seçmeni bidon kafalı, karnını kaşıyan, karbonhidratla beslenmiş proteinden yoksun yaratıklar olarak değerlendiren ve bu neden “Bizden bir cacık olmaz” diye çemkirerek havlu atmak.
2. Bu tezvirat, dış mihrakların Türkiye markası üzerine oynadıkları oyunun bir ürünüdür; bütün bu araştırma ve rakamlar düzmecedir ya da manipülasyon ve algı yönetimi adına olay çarpıtılmaktadır. Aslında “bir Türk dünyaya bedeldir” gibi kerameti kendinden menkul bir megalomani içine düşmek…
3. Ya da bir yandan yumuşak gücümüzü geliştirmek için gerekli adımları atar, planlama ve yatırımları yaparken; öte yandan tezviratı göğüsleyecek, düzmece ve çarpıtma operasyonlarını püskürtecek bir iş-ilişki-iletişim konsepti içinde ülkenin algısının yönetilmesini sağlamak… Bu nedenle ya mevcut araştırmaları, her ne kadar bir miktar tereddütle bakılması gerekse de, yol gösterici birer navigasyon aleti olarak kullanmak; ya da uluslararası toplumun da itibar edeceği daha güvenilir ölçümleme sistemlerinin devreye sokulmasını sağlamak.
Sizce ülke markasını ve ona bağlı olarak dünya ile soyut somut her türden alışverişi geliştirmek adına hangi yol daha etkili olurdu?