Logo tartışmasına devam
20 EKİM 2006
Yapı Kredi Bankası’nın yeni logosu üzerine başlatılan tartışma bir süre daha devam edeceğe benziyor. Biliyorsunuz ben logonun ‘tamam olduğunu’ savunanlardanım. Plastik sanatlarla ilgili bir birikimim yok. Grafik eğitimi de almadım. Ancak yıllarca bu tür çalışmaların değerlendirildiği ve seçimlerin yapıldığı ortamlarda bulundum. İletişim pratiği penceresinden bakarak fikrimi söyledim. Değişikliğin ikiz kardeşi değişime karşı dirençtir. Hürriyet ve Arçelik logolarının değişimine de pek çok kişi itiraz etmişti. Bugün eski logolara dönmek onlar için de kâbus olurdu herhalde...
Her ne kadar metalik grinin uygulamada bazı sıkıntılar yaratacağını kabul etsem de; yeni logoda Koç ambleminin kullanılmasının, yani Koç Topluluğu’nun bankayı kanatlarının altına aldığının vurgulanmasının da, Yapı Kredi için daha sert bir renk seçilmesinin de son derece sübjektif kabul edilebilecek bir yaklaşımla doğru bulduğumu ifade etmiştim.
Çok sık karşılaştığım, “Sen de zaten şişmansın!” şeklindeki zekâ özürlü, ‘hasiretlik kokan’, sade suya tirit yanıtları dikkate almıyorum. Ama benim görüşlerime kesinlikle katılmayan iletişimci arkadaşımız Selim Tuncer’in yazdıklarının ciddiye alınması gerektiği inancındayım. Zaman ayırın ve http://selimtuncer.blogspot.com adresinde yazdıklarına mutlaka göz atın. Yazarın aynı sitede benim “İmaj” kavramının demodeliği üzerine ve Algılama Yönetimi kitabım hakkındaki olumsuz ve olumlu görüşlerinden de çok şey öğrendim. İletişim dünyasında düzeysiz polemiğe kaçmadan adam gibi eleştiri nasıl yapılır, diye merak edenlere Selim Tuncer eleştirileri bir fırsattır. Tuncer, “Hayır, Yapı Kredi logosu tamam değildir” demiş; ben de “Tamamdır!” diyorum. Kimin haklı olduğunu zaman içinde göreceğiz...
Dikkat, 9 şiddetinde kriz geliyor!
Bu bir hatırlatma ve uyarı yazısıdır. Kime? Türkiye markasından sorumlu ve onunla ilgili herkese... Milletvekillerine, hükümet üyelerine, ilgili STK’lara...
Söyleyeceklerim dedikodu, tahmin falan değil. Basında yer aldı. Birkaç haberi birleştirip okuyan herkes şu söylediklerimin çoktan farkındadır:
İngiliz Independent Gazetesi’nin efsane haline gelen bir yazarı var: Ortadoğu Muhabiri Robert Fisk. Irak Savaşı ile yıldızı daha da parlayan Fisk, İngiltere’de bakanları ve diğer yetkilileri sallayacak kadar agresif bir habercilik yapıyor. Açık Radyo’da Ömer Madra her gün ondan bir iki yorum okumadan yayını kapatmaz. Irak Savaşı üzerine kendisiyle yapılmış muhteşem bir TV programı izledim. Bizim kanallardan birinde yayınlandı. Mutlaka izlemelisiniz.
Fisk aynı zamanda bir yazar. Şu sıra Türkçe’ye de çevrilen kitabının adı Great War of Civilization (Medeniyetin Büyük Savaşı). Robert Fisk kitabının uzunca bir bölümünde Türklerin Ermenilere nasıl bir soykırım uyguladığını anlatıyor ve bunu“Tarihteki ilk ‘Holokost’ olarak” tanımlıyormuş... Kitabın Türkçe baskısını Agora Yayınları hazırlıyormuş. Bu arada avukatlar Fisk’i uyarmışlar:“Yabancı olduğunuz için size dokunmazlar, ama yayınevi 301’den yargılanabilir!” O da yanıt vermiş:“Yayınevine destek olmak için mahkemeye başvurup yargılanmak istediğimi belirtebilirim!”... Hani Orhan Pamuk, Şanar Yurdatapan, Yaşar Kemal, bir ara neredeyse tüm Kürt kökenli vatandaşların davalarına girerler, hatta Yurdatapan kendini tutuklatmak için elinden geleni yapardı... Robert Fisk’in açıklamasının son bölümü ise tarihe geçecek nitelikte: “Orhan Pamuk’a Nobel verilmesi ve Fransız Meclisi’nin kararı, Suriye çölleri ve Türkiye topraklarının güneyinde toplu mezarlarda yatan Ermenilerin ruhlarını bir parça rahatlatmıştır...”
İşte size birinci elden bir açıklama... Batı meseleyi daha bir samimiyetle ortaya koyuyor... Nobel ödülünün Türkiye’ye, Türk milletine ve Türk diline verildiğini iddia eden gafillerin dikkatine sunarım... Gelelim benim uyarıya: Aman dikkat! Ciddi bir iletişim krizi geliyor... Hem de uluslararası boyutta etkili olacak ‘kusursuz bir kriz’ olabilir bu gelen... “Hele gelsin! Görürler günlerini!” muhabbetiyle yönetilemeyecek bir kriz geliyor. Yönetilemez mi? Yönetilir. Yeter ki, nasıl’ı bilinsin ve çalışmaya şimdiden başlansın...
PR’cılar itibarlarını artırıyor
Uzun sürdü ama değdi. Bir süredir çeşitli eleştiri oklarına maruz kalan PR sektörü tarihinin en önemli işlerinden birine imza attı. TÜHİD (Türkiye Halkla İlişkiler Derneği), İDA (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) ve araştırma şirketi GFK’nın işbirliği ile yapılan yaklaşık bir buçuk yıl süren ‘İletişim Hizmetleri Algı Araştırması’nın sonuçları açıklandı... Bahçeşehir Üniversitesi araştırmanın yapıldığı gün ev sahipliği yaptı. TÜHİD Başkanı Figen Toksü ve İDA Başkanı Meral Saçkan sonuçları açıkladılar...
Halkla ilişkiler şirketlerinin eleştiri oklarına açık olduğu ve itibarlarını korumak için çırpındıkları bir dönemde bu araştırma ilaç gibi geleceğe benziyor...
Araştırma, iletişim firmalarında çalışanların profilinden tutun, hizmet alıcıların taleplerine, gelişen iletişim alanlarından tutun, medyanın beklentilerine kadar pek çok alanı kapsamış. Sektöre bir çeşit ayna tutulmuş. İşte tadımlık 3 çarpıcı sonuç:
1- Firmaların Genel Müdür/CEO düzeyindeki yöneticileri ve iletişim sorumluları, iletişimin şirketin iş sonuçlarına (ölçülebilir) değer kattığının önemini kavramış durumda. Araştırmaya katılanların % 82’si bu konuda mutabık. Gelin görün ki asıl işi, uzmanlığı iletişim olanlar buna pek inanmıyor. Yani şirket yöneticileri ile iletişim departmanı yöneticileri ‘iletişimin iş sonuçları ile ilişkisini’ danışman firmalara oranla daha çok görüyor.
2- İletişim ajanslarının bir numaralı sosyal paydaşı olan medya, ABD’de yapılan bir araştırmaya göre haber kaynağının %70’den fazlasını PR ajanslarından sağlıyor. Yani iletişim ajansı orada haber alma konusunda öncelikli ve önemli. Oysaki durum bizde farklı. Medya, iletişim ajansı kaynaklı haberlerin son 2 yılda artış gösterdiğini söylese de haber oluşturma sürecinde iletişim firmalarını %27.3 oranında ‘şirketle arasında engel’ olarak görüyor.
3- Council of PR Firms’de yayınlanan araştırmada CEO’ların %96’sı, kurumsal itibarın kuruluşları için birinci öncelikli iş olduğunu düşünüyor. Oysa bizdeki araştırmada iletişim faaliyetlerinden yararlanma düzeyine bakılınca kurumsal itibar 11. sırada yer alıyor. Paçayı kurtardığımız alan ise kurum içi iletişim. Dünyadaki trende bakılınca kurum içi iletişim önemini her geçen gün artırıp, şirketler sadece bu alana yönelik istihdam sağlarken Türkiye bunun gerisinde kalmıyor.
Kafasına göre takılacağına araştırmaya göre konuşmak isteyenler bu araştırmaya İDA ve TÜHİD üzerinden ulaşabiliyorlar...
Her ne kadar metalik grinin uygulamada bazı sıkıntılar yaratacağını kabul etsem de; yeni logoda Koç ambleminin kullanılmasının, yani Koç Topluluğu’nun bankayı kanatlarının altına aldığının vurgulanmasının da, Yapı Kredi için daha sert bir renk seçilmesinin de son derece sübjektif kabul edilebilecek bir yaklaşımla doğru bulduğumu ifade etmiştim.
Çok sık karşılaştığım, “Sen de zaten şişmansın!” şeklindeki zekâ özürlü, ‘hasiretlik kokan’, sade suya tirit yanıtları dikkate almıyorum. Ama benim görüşlerime kesinlikle katılmayan iletişimci arkadaşımız Selim Tuncer’in yazdıklarının ciddiye alınması gerektiği inancındayım. Zaman ayırın ve http://selimtuncer.blogspot.com adresinde yazdıklarına mutlaka göz atın. Yazarın aynı sitede benim “İmaj” kavramının demodeliği üzerine ve Algılama Yönetimi kitabım hakkındaki olumsuz ve olumlu görüşlerinden de çok şey öğrendim. İletişim dünyasında düzeysiz polemiğe kaçmadan adam gibi eleştiri nasıl yapılır, diye merak edenlere Selim Tuncer eleştirileri bir fırsattır. Tuncer, “Hayır, Yapı Kredi logosu tamam değildir” demiş; ben de “Tamamdır!” diyorum. Kimin haklı olduğunu zaman içinde göreceğiz...
Dikkat, 9 şiddetinde kriz geliyor!
Bu bir hatırlatma ve uyarı yazısıdır. Kime? Türkiye markasından sorumlu ve onunla ilgili herkese... Milletvekillerine, hükümet üyelerine, ilgili STK’lara...
Söyleyeceklerim dedikodu, tahmin falan değil. Basında yer aldı. Birkaç haberi birleştirip okuyan herkes şu söylediklerimin çoktan farkındadır:
İngiliz Independent Gazetesi’nin efsane haline gelen bir yazarı var: Ortadoğu Muhabiri Robert Fisk. Irak Savaşı ile yıldızı daha da parlayan Fisk, İngiltere’de bakanları ve diğer yetkilileri sallayacak kadar agresif bir habercilik yapıyor. Açık Radyo’da Ömer Madra her gün ondan bir iki yorum okumadan yayını kapatmaz. Irak Savaşı üzerine kendisiyle yapılmış muhteşem bir TV programı izledim. Bizim kanallardan birinde yayınlandı. Mutlaka izlemelisiniz.
Fisk aynı zamanda bir yazar. Şu sıra Türkçe’ye de çevrilen kitabının adı Great War of Civilization (Medeniyetin Büyük Savaşı). Robert Fisk kitabının uzunca bir bölümünde Türklerin Ermenilere nasıl bir soykırım uyguladığını anlatıyor ve bunu“Tarihteki ilk ‘Holokost’ olarak” tanımlıyormuş... Kitabın Türkçe baskısını Agora Yayınları hazırlıyormuş. Bu arada avukatlar Fisk’i uyarmışlar:“Yabancı olduğunuz için size dokunmazlar, ama yayınevi 301’den yargılanabilir!” O da yanıt vermiş:“Yayınevine destek olmak için mahkemeye başvurup yargılanmak istediğimi belirtebilirim!”... Hani Orhan Pamuk, Şanar Yurdatapan, Yaşar Kemal, bir ara neredeyse tüm Kürt kökenli vatandaşların davalarına girerler, hatta Yurdatapan kendini tutuklatmak için elinden geleni yapardı... Robert Fisk’in açıklamasının son bölümü ise tarihe geçecek nitelikte: “Orhan Pamuk’a Nobel verilmesi ve Fransız Meclisi’nin kararı, Suriye çölleri ve Türkiye topraklarının güneyinde toplu mezarlarda yatan Ermenilerin ruhlarını bir parça rahatlatmıştır...”
İşte size birinci elden bir açıklama... Batı meseleyi daha bir samimiyetle ortaya koyuyor... Nobel ödülünün Türkiye’ye, Türk milletine ve Türk diline verildiğini iddia eden gafillerin dikkatine sunarım... Gelelim benim uyarıya: Aman dikkat! Ciddi bir iletişim krizi geliyor... Hem de uluslararası boyutta etkili olacak ‘kusursuz bir kriz’ olabilir bu gelen... “Hele gelsin! Görürler günlerini!” muhabbetiyle yönetilemeyecek bir kriz geliyor. Yönetilemez mi? Yönetilir. Yeter ki, nasıl’ı bilinsin ve çalışmaya şimdiden başlansın...
PR’cılar itibarlarını artırıyor
Uzun sürdü ama değdi. Bir süredir çeşitli eleştiri oklarına maruz kalan PR sektörü tarihinin en önemli işlerinden birine imza attı. TÜHİD (Türkiye Halkla İlişkiler Derneği), İDA (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) ve araştırma şirketi GFK’nın işbirliği ile yapılan yaklaşık bir buçuk yıl süren ‘İletişim Hizmetleri Algı Araştırması’nın sonuçları açıklandı... Bahçeşehir Üniversitesi araştırmanın yapıldığı gün ev sahipliği yaptı. TÜHİD Başkanı Figen Toksü ve İDA Başkanı Meral Saçkan sonuçları açıkladılar...
Halkla ilişkiler şirketlerinin eleştiri oklarına açık olduğu ve itibarlarını korumak için çırpındıkları bir dönemde bu araştırma ilaç gibi geleceğe benziyor...
Araştırma, iletişim firmalarında çalışanların profilinden tutun, hizmet alıcıların taleplerine, gelişen iletişim alanlarından tutun, medyanın beklentilerine kadar pek çok alanı kapsamış. Sektöre bir çeşit ayna tutulmuş. İşte tadımlık 3 çarpıcı sonuç:
1- Firmaların Genel Müdür/CEO düzeyindeki yöneticileri ve iletişim sorumluları, iletişimin şirketin iş sonuçlarına (ölçülebilir) değer kattığının önemini kavramış durumda. Araştırmaya katılanların % 82’si bu konuda mutabık. Gelin görün ki asıl işi, uzmanlığı iletişim olanlar buna pek inanmıyor. Yani şirket yöneticileri ile iletişim departmanı yöneticileri ‘iletişimin iş sonuçları ile ilişkisini’ danışman firmalara oranla daha çok görüyor.
2- İletişim ajanslarının bir numaralı sosyal paydaşı olan medya, ABD’de yapılan bir araştırmaya göre haber kaynağının %70’den fazlasını PR ajanslarından sağlıyor. Yani iletişim ajansı orada haber alma konusunda öncelikli ve önemli. Oysaki durum bizde farklı. Medya, iletişim ajansı kaynaklı haberlerin son 2 yılda artış gösterdiğini söylese de haber oluşturma sürecinde iletişim firmalarını %27.3 oranında ‘şirketle arasında engel’ olarak görüyor.
3- Council of PR Firms’de yayınlanan araştırmada CEO’ların %96’sı, kurumsal itibarın kuruluşları için birinci öncelikli iş olduğunu düşünüyor. Oysa bizdeki araştırmada iletişim faaliyetlerinden yararlanma düzeyine bakılınca kurumsal itibar 11. sırada yer alıyor. Paçayı kurtardığımız alan ise kurum içi iletişim. Dünyadaki trende bakılınca kurum içi iletişim önemini her geçen gün artırıp, şirketler sadece bu alana yönelik istihdam sağlarken Türkiye bunun gerisinde kalmıyor.
Kafasına göre takılacağına araştırmaya göre konuşmak isteyenler bu araştırmaya İDA ve TÜHİD üzerinden ulaşabiliyorlar...