‘İnsanımsı’ların iletişime ihtiyacı yoktur
23 eKİM 2011
Linç edildiği ilk gün yazmıştım: Allah Libya’yı korusun, diye bitirdiğim yazıda “En büyük canilerden biri olmasına rağmen, yaşama hakkı vardı, diye geçirdim içimden” demiş, liderlerini böyle imha eden milletlerin yıllarca iflah etmediklerini örnekleriyle anlatmıştım. Kaddafi’nin akıllardan çıkmayan görüntülerine bakmaktan hoşlananlarla, cesetle birlikte hatıra fotoğrafı çektirenlerle, herhalde Norveç katili Breivik gibi ‘insanımsılar’ aynı ruh dünyası içinde buluşabilir. Bu insanımsılar arasına bizdeki ve tüm dünyadaki ‘işkenceciler’i de ilk sıraya yazabilirsiniz.
Dün bu sütunlarda bizim insanımızın ‘ortak ruhi şekillenmesi’ sözkonusu olduğunda ‘zehirli bir hınç’tan söz edilemeyeceğini anlatmaya çalışıyordum. Arzularına kavuşmuş olmanın sarhoşluğuyla ve yine de tatmin olamayan gazaplarıyla çılgınlar gibi bağırarak liderlerini aralarına alıp yerde sürükleyen, döven, ateş eden, nihayet öldüren Libyalılar’ı gördüğümde birbiriyle uyum sağlayamayan iki hisle dolup taştığımı söyleyebilirim:
Bir: Tiksinme
İki: Türkiye’de yaşıyor olmanın paha biçilmez kıymetinin idraki içinde olma.
Zehir kusan Libyalılar, tarihe kalan o görüntüleriyle Kaddafi ile birlikte kendilerini de dünya ölçeklerinde itibarsızlaştırdılar.
Ülkeler itibarlarını öncelikli olarak insanlığa olan katkılarıyla kazanmazlar mı?
İtibar sahibi olmak için gerekli ve yeterli donanımınız varsa ‘iletişim’ mevcudun sürdürülmesine ve yaygınlık kazanılmasına destek olabilir. Yoksa neyin iletişimini yapacaksınız? Eğer gerekli olan ‘öz’ varsa ‘iletişim’ bir disiplin olarak ‘kamu diplomasisi’nin aracılığıyla ‘niyetin’ ve bu niyeti doğrulayan gelişmelerin iyi ifade edilmesine ve gözler önüne serilmesine yardımcı olur. O da ülke markasının yücelmesine…
Bir zamanlar önünde secde ettikleri liderlerinin cesedi önünde hatıra fotoğrafı çektirecek kadar ‘ruhunu kullandırmış’ ve aslında ‘teslim etmiş’ beden görünümündeki organizmaların iletişime neden ihtiyacı olsun ki? Dün ‘iletişim düşünebilenler içindir’ demiştik. Oysa ‘iletişime herkesin ihtiyacı var’, denir değil mi?
Aslında yok…
Medyanın iki garip tutumu
Duymuşsunuzdur. Cuma günü tüm canlıları yok edecek olan ‘Kıyamet’ nihayet kopacaktı. Kopmadı… ABD’li bir vaiz var. Adı Harold Camping. Bu adam önce 1994’te kıyametin kopacağını söylemiş. Sonra, "Pardon bir hata olmuş, kıyamet 21 Mayıs 2011'de kopacak" diye açıklama yapmış. 22 Mayıs’ta medya kapısını çalmış. Cevap tahmin edebileceğiniz gibi bir şey:
“Kusura bakmayın çocuklar, küçük bir hesap hatası yapmışım. Şimdi kesin tarihi söylüyorum: 21 Ekim 2011…” Yani Cuma günü… Hiç üzülmeyin şimdi de şöyle bir şey diyebilir: “Hay Allah yine olmadı. Ama, 21 Ocak 2012 kesin!”
Ben bu adama şaşmıyorum. Böyle şarlatanlar her zaman çıkar. Ben bunu ‘yiyen’ ve habere değer olarak gören medyayı anlamakta güçlük çekiyorum. Medyada bir bu duruma aklım ermiyor bir de ‘cek’, ‘cak’ haberlerine. A şirketi bir milyar yatıracak, B şirketi 5 bin kişilik istihdam yaratacak, C kuruluşu yeni model geliştirecek, sanatçı D Batı’ya açılacak vb… Bir Allah’ın kulu da sonradan bu cek cak’ları araştırmaz… Bu tür ‘sallamaya’ müsait haberleri ve kehanetleri sayfalarına almayacağını açıklayan bir yayın organı varsa (bizde çok azdır) baş tacı etmeye hazırım.
Sahi, bu arada emekli komutanların lanse ettiği kendi kendine çalışan ‘Erke’ye oldu?
Öyle bir ‘Vauvv!’ ki...
İletişim danışmanı arkadaşımız Tolga Yücel, Hillary Clinton’un Kaddafi’nin yakalanışını öğrendiği an (dikkat; öldürülüşünü değil) ağzından gayrı ihtiyari çıkan ‘Vauvv!’ nidası ve ardından gelen birkaç ân için “siyasal iletişim dersinde okutulacak yüzlerce detay var” diyor. Bu anların video görüntülerini izlemek için Akşam’ın web sitesine girip bakmanızda ve ardından da Tolga Yücel’in şu saptamalarını okumanızda yarar var:
“1)Telefonu getiren asistanın beden diline bakın. Sanki sıradan bir bilgiyi paylaşıyor, basının önünde olduğu için konu ile ilgili tepkiyi ‘lidere’ bırakıyor. Göz teması kurmuyor, hemen geri adım atarak pozisyon alıp, gelişmenin ne olacağını bekliyor.
2)Hillary Clinton ‘Waow’ ifadesi ile durum hakkında yorum yapacağı ve bir şeyler söyleyeceğini belirtiyor.
3) Hemen kendisine göre sola dönüp, büyük ihtimalle “Ne diyeceğiz, nasıl açıklayacağız?” dercesine iletişimcisine bakıyor. Ondan tek kelime duyuyoruz: “Unconfirmed...” Yani, “Açıklayabilirsin görüntünün içeriğini ama muhakkak belirtmelisin ki teyit edilmemiş bir olay bu” – Burada riski minimuma indiriyorlar.
4) Clinton yanındakilerle durduk yerde görüntünün ne olduğunu paylaşıyor ama dikkat edin, paylaştıktan sonra ettiği tek kelime; ‘Unconfirmed’… Çalışılmış ve seçilmiş hareketi aynen uyguluyor. (Öğrendiği an 12. Saniye kalan 20 saniyede 3 kere ‘unconfirmed’ diyor)
5) 32 saniye içinde herkes rolünü ezberlemiş ve çalışmış bir şekilde oynuyor.”
Tolga haklı. Siyasetçiler ‘Seçilmiş davranış’ örneği olarak özellikle seyretmeli... ‘Geri dönüşü olmayan’ ve sonradan savunamayacakları hiçbir şey yapmamaya gösterilen özene dikkate değer… Seçilmiş davranış sergilemenin yapmacık bir şey olduğunu düşünenlere ithaf olunur…
Dün bu sütunlarda bizim insanımızın ‘ortak ruhi şekillenmesi’ sözkonusu olduğunda ‘zehirli bir hınç’tan söz edilemeyeceğini anlatmaya çalışıyordum. Arzularına kavuşmuş olmanın sarhoşluğuyla ve yine de tatmin olamayan gazaplarıyla çılgınlar gibi bağırarak liderlerini aralarına alıp yerde sürükleyen, döven, ateş eden, nihayet öldüren Libyalılar’ı gördüğümde birbiriyle uyum sağlayamayan iki hisle dolup taştığımı söyleyebilirim:
Bir: Tiksinme
İki: Türkiye’de yaşıyor olmanın paha biçilmez kıymetinin idraki içinde olma.
Zehir kusan Libyalılar, tarihe kalan o görüntüleriyle Kaddafi ile birlikte kendilerini de dünya ölçeklerinde itibarsızlaştırdılar.
Ülkeler itibarlarını öncelikli olarak insanlığa olan katkılarıyla kazanmazlar mı?
İtibar sahibi olmak için gerekli ve yeterli donanımınız varsa ‘iletişim’ mevcudun sürdürülmesine ve yaygınlık kazanılmasına destek olabilir. Yoksa neyin iletişimini yapacaksınız? Eğer gerekli olan ‘öz’ varsa ‘iletişim’ bir disiplin olarak ‘kamu diplomasisi’nin aracılığıyla ‘niyetin’ ve bu niyeti doğrulayan gelişmelerin iyi ifade edilmesine ve gözler önüne serilmesine yardımcı olur. O da ülke markasının yücelmesine…
Bir zamanlar önünde secde ettikleri liderlerinin cesedi önünde hatıra fotoğrafı çektirecek kadar ‘ruhunu kullandırmış’ ve aslında ‘teslim etmiş’ beden görünümündeki organizmaların iletişime neden ihtiyacı olsun ki? Dün ‘iletişim düşünebilenler içindir’ demiştik. Oysa ‘iletişime herkesin ihtiyacı var’, denir değil mi?
Aslında yok…
Medyanın iki garip tutumu
Duymuşsunuzdur. Cuma günü tüm canlıları yok edecek olan ‘Kıyamet’ nihayet kopacaktı. Kopmadı… ABD’li bir vaiz var. Adı Harold Camping. Bu adam önce 1994’te kıyametin kopacağını söylemiş. Sonra, "Pardon bir hata olmuş, kıyamet 21 Mayıs 2011'de kopacak" diye açıklama yapmış. 22 Mayıs’ta medya kapısını çalmış. Cevap tahmin edebileceğiniz gibi bir şey:
“Kusura bakmayın çocuklar, küçük bir hesap hatası yapmışım. Şimdi kesin tarihi söylüyorum: 21 Ekim 2011…” Yani Cuma günü… Hiç üzülmeyin şimdi de şöyle bir şey diyebilir: “Hay Allah yine olmadı. Ama, 21 Ocak 2012 kesin!”
Ben bu adama şaşmıyorum. Böyle şarlatanlar her zaman çıkar. Ben bunu ‘yiyen’ ve habere değer olarak gören medyayı anlamakta güçlük çekiyorum. Medyada bir bu duruma aklım ermiyor bir de ‘cek’, ‘cak’ haberlerine. A şirketi bir milyar yatıracak, B şirketi 5 bin kişilik istihdam yaratacak, C kuruluşu yeni model geliştirecek, sanatçı D Batı’ya açılacak vb… Bir Allah’ın kulu da sonradan bu cek cak’ları araştırmaz… Bu tür ‘sallamaya’ müsait haberleri ve kehanetleri sayfalarına almayacağını açıklayan bir yayın organı varsa (bizde çok azdır) baş tacı etmeye hazırım.
Sahi, bu arada emekli komutanların lanse ettiği kendi kendine çalışan ‘Erke’ye oldu?
Öyle bir ‘Vauvv!’ ki...
İletişim danışmanı arkadaşımız Tolga Yücel, Hillary Clinton’un Kaddafi’nin yakalanışını öğrendiği an (dikkat; öldürülüşünü değil) ağzından gayrı ihtiyari çıkan ‘Vauvv!’ nidası ve ardından gelen birkaç ân için “siyasal iletişim dersinde okutulacak yüzlerce detay var” diyor. Bu anların video görüntülerini izlemek için Akşam’ın web sitesine girip bakmanızda ve ardından da Tolga Yücel’in şu saptamalarını okumanızda yarar var:
“1)Telefonu getiren asistanın beden diline bakın. Sanki sıradan bir bilgiyi paylaşıyor, basının önünde olduğu için konu ile ilgili tepkiyi ‘lidere’ bırakıyor. Göz teması kurmuyor, hemen geri adım atarak pozisyon alıp, gelişmenin ne olacağını bekliyor.
2)Hillary Clinton ‘Waow’ ifadesi ile durum hakkında yorum yapacağı ve bir şeyler söyleyeceğini belirtiyor.
3) Hemen kendisine göre sola dönüp, büyük ihtimalle “Ne diyeceğiz, nasıl açıklayacağız?” dercesine iletişimcisine bakıyor. Ondan tek kelime duyuyoruz: “Unconfirmed...” Yani, “Açıklayabilirsin görüntünün içeriğini ama muhakkak belirtmelisin ki teyit edilmemiş bir olay bu” – Burada riski minimuma indiriyorlar.
4) Clinton yanındakilerle durduk yerde görüntünün ne olduğunu paylaşıyor ama dikkat edin, paylaştıktan sonra ettiği tek kelime; ‘Unconfirmed’… Çalışılmış ve seçilmiş hareketi aynen uyguluyor. (Öğrendiği an 12. Saniye kalan 20 saniyede 3 kere ‘unconfirmed’ diyor)
5) 32 saniye içinde herkes rolünü ezberlemiş ve çalışmış bir şekilde oynuyor.”
Tolga haklı. Siyasetçiler ‘Seçilmiş davranış’ örneği olarak özellikle seyretmeli... ‘Geri dönüşü olmayan’ ve sonradan savunamayacakları hiçbir şey yapmamaya gösterilen özene dikkate değer… Seçilmiş davranış sergilemenin yapmacık bir şey olduğunu düşünenlere ithaf olunur…