‘Şehre inme’ konsepti tartışılıyor…
05 TEMMUZ 2010
‘Opera şehre iniyor’ kampanyası çok ilgimi çekmiş, bu konuda da görüşlerimi yazmıştım. Hatta BİE’de 18 Eylül’de başlayacak olan ‘Sinemayı Okumak Hayatı Okumaktır’ başlıklı çalıştay dizisine katılmak için en az bir opera izlemiş olma koşulunu yerini getirmek için bir fırsattır bu festival, diye de eklemiştim…
Cep telefonuna kadar bütün erişim bilgilerini iletmiş olan Gökçe İçelli kardeşimiz ilginç bir konuyu tartışmaya sunmuş; diyor ki:
“Uluslararası İstanbul Opera Festivali fikri bir harika. Denizbank’ın sponsorluğu da, sürdürülebildiği takdirde, doğru bir karar. Ancak Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi tarafından hazırlanan tanıtım kampanyasıyla ilgi olarak sizinle aynı fikri paylaşmıyorum.
Reklam filminin ilk saniyelerini ilgiyle izliyorum; ne zaman “Opera şehre iniyor” deniyor orada şaşırıyorum. Çünkü opera zaten şehirdedir. Şehirlidir. (Şehirden kasıtları minibüs de kullanan halk ise o zaman başka bir jargon kullanılabilir ki; bu da doğru/yeterli bir yönlendirme olmaz)
Kötü bir benzetme olacak ancak; terör şehre iner, kurtlar şehre iner ama; ne opera, ne bale şehre inmez. Önemli olan, daha önce Fazıl Say’ın yaptığı gibi, operayı sadece şehirle sınırlı tutmayıp köylere, kasabalara hatta dağa çıkarmaktır. Umarım Denizbank, Festival’in daha sonraki aşamalarında bunu yapmayı başarabilir.”
Dikkatle tartışılması gereken bir husus… Opera Şehre İniyor, tabii ki iddialı ve ‘sivri’ bir mesaj. Zaten bu yüzden de ciddi bir şekilde insanların dikkatini çekiyor ve tartışılıyor. Şehre inmekten kasıt bence Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu gibi büyük mekânlarda halkla buluşmasının sağlanması…
Riskli iş. Çünkü opera, ‘sevmenin öğrenilmesi gereken’ ve bu yüzden kültürel tekâmül gerektiren sanat dallarındandır (Bkz. “Operayı sevmeyi öğrenmek şarttır!” başlıklı yazımız, 27 Şubat 2010).
Operayı o elit atmosferinden çıkarıp halkla buluşturmaya çalışmak pek kolay bir iş değil… Böyle bir festivalin birincisi de bu nedenle en zorudur… Buradan bakıldığında büyük mekânlarda halkın nispeten daha geniş kesimlerinin katılımını sağlamak üzere planlanan bir etkinliğin, “şehre inme” konsepti hiç yanlış gelmiyor. Doluluk oranlarını ise dert etmemek gerekir. Bu bir süreçtir… 10 yıl sonra bakın ne hale gelecek bu iş…
Medya kimin ‘şerrinden’ daha çok korkmalı?..
Uzunca bir süredir Yaşar Usluer arkadaşımızdan mesaj almıyorduk. Kendisini tanıma fırsatı bulamadım. Görüşlerimiz tam olarak tutmasa da yazdığı ilginç notlarla bize olduğu gibi pek çok diğer köşe yazarının da sütunlarına konuk olur İzmirli arkadaşımız…
Bu kez de bizim “Adalet Bakanı ‘müşteki’ olamaz” şeklindeki tespitimizle ilgili 27 Haziran’da kalem aldığımız yazı üzerine görüşlerini dile getirmiş.
“Sayın Saydam; size epeydir yazamadım ama yazılarınızı takip ediyorum. ‘Adalet Bakanı ‘müşteki’ Olamaz…’ başlıklı yazınıza aynen katılıyor ve cesaretinizden dolayı da kutluyorum. Malum hükümeti veya Bakanları eleştiren ‘yakan top’ gibi yanıyor.
Söylediğiniz gibi ‘Sayın Bakan ‘müşteki’ olamaz, ‘serzenişte’ bulunamaz…’ Sayın Demirel’in de dediği gibi ‘Hükümet yakınma makamı değil, çözüm bulma makamıdır.’
İsmet Sezgin Maliye Bakanı iken, Başbakan Demirel’e ‘Beyefendi bu ay maaşları ödeyecek durumda değiliz’ demişti de, Demirel, ‘Seni niye Maliye Bakanı yaptık, para bulacaksın ve ödeyeceksin’ demişti.
Bir kere Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Özal’ın değil, Bayar’ın ilk sivil Cumhurbaşkanı olduğunu bilmiyorsa, ‘Özal’ın şüpheli ölümünü’ nasıl çözecek? Kaldı ki Özal 1988 parti kongresinde parmağından vurulduğunda, ‘Sonuna kadar gidilecek’ dedi. Sonra da ‘Bu sır benimle mezara gider’ demişti…
Sayın Bakan’ın şüpheli ölümlerden bahsetmesi, inisiyatifi dışında ‘ETÖ üyesi’ diye paşaların tutuklanması kolay da, ‘şüpheli ölümleri’ çözmesi ya da AİHM’ye götürmesi yürek ister! Söylediğiniz gibi ‘Davul da tokmak da’ hükümetin elinde… ‘Ya da en azından biz öyle sanıyoruz…’ Sevgi ve selamlarımla”
Hemen belirtelim… Yaşar Bey’in “Cesaret ister” şeklindeki tespitine katılmıyoruz tabii ki. Vicdanımızın sesini dinlersek, yiğidi öldürüp hakkını teslim etmemiz lazım… Biz burada CHP’nin liderliğini eleştirirken ve de “Baykal ve triumvirası ayrıldıkları, ‘tasallut’ pozisyonlarını terk ettikleri anda CHP’nin puanları -başlarına lider bile gelmese- artar” derken, bizi ‘AK Parti yalakası’ olmakla suçlayan ve ‘poponuza ampul taksanız yanar’ diye suçlayan CHP’li arkadaşların gösterdiği reaksiyonunun onda birini AK Parti ve mensuplarını eleştirdiğimizde görmedik… Sadece bir not olarak düşmek istedim…
Cep telefonuna kadar bütün erişim bilgilerini iletmiş olan Gökçe İçelli kardeşimiz ilginç bir konuyu tartışmaya sunmuş; diyor ki:
“Uluslararası İstanbul Opera Festivali fikri bir harika. Denizbank’ın sponsorluğu da, sürdürülebildiği takdirde, doğru bir karar. Ancak Güzel Sanatlar Saatchi&Saatchi tarafından hazırlanan tanıtım kampanyasıyla ilgi olarak sizinle aynı fikri paylaşmıyorum.
Reklam filminin ilk saniyelerini ilgiyle izliyorum; ne zaman “Opera şehre iniyor” deniyor orada şaşırıyorum. Çünkü opera zaten şehirdedir. Şehirlidir. (Şehirden kasıtları minibüs de kullanan halk ise o zaman başka bir jargon kullanılabilir ki; bu da doğru/yeterli bir yönlendirme olmaz)
Kötü bir benzetme olacak ancak; terör şehre iner, kurtlar şehre iner ama; ne opera, ne bale şehre inmez. Önemli olan, daha önce Fazıl Say’ın yaptığı gibi, operayı sadece şehirle sınırlı tutmayıp köylere, kasabalara hatta dağa çıkarmaktır. Umarım Denizbank, Festival’in daha sonraki aşamalarında bunu yapmayı başarabilir.”
Dikkatle tartışılması gereken bir husus… Opera Şehre İniyor, tabii ki iddialı ve ‘sivri’ bir mesaj. Zaten bu yüzden de ciddi bir şekilde insanların dikkatini çekiyor ve tartışılıyor. Şehre inmekten kasıt bence Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu gibi büyük mekânlarda halkla buluşmasının sağlanması…
Riskli iş. Çünkü opera, ‘sevmenin öğrenilmesi gereken’ ve bu yüzden kültürel tekâmül gerektiren sanat dallarındandır (Bkz. “Operayı sevmeyi öğrenmek şarttır!” başlıklı yazımız, 27 Şubat 2010).
Operayı o elit atmosferinden çıkarıp halkla buluşturmaya çalışmak pek kolay bir iş değil… Böyle bir festivalin birincisi de bu nedenle en zorudur… Buradan bakıldığında büyük mekânlarda halkın nispeten daha geniş kesimlerinin katılımını sağlamak üzere planlanan bir etkinliğin, “şehre inme” konsepti hiç yanlış gelmiyor. Doluluk oranlarını ise dert etmemek gerekir. Bu bir süreçtir… 10 yıl sonra bakın ne hale gelecek bu iş…
Medya kimin ‘şerrinden’ daha çok korkmalı?..
Uzunca bir süredir Yaşar Usluer arkadaşımızdan mesaj almıyorduk. Kendisini tanıma fırsatı bulamadım. Görüşlerimiz tam olarak tutmasa da yazdığı ilginç notlarla bize olduğu gibi pek çok diğer köşe yazarının da sütunlarına konuk olur İzmirli arkadaşımız…
Bu kez de bizim “Adalet Bakanı ‘müşteki’ olamaz” şeklindeki tespitimizle ilgili 27 Haziran’da kalem aldığımız yazı üzerine görüşlerini dile getirmiş.
“Sayın Saydam; size epeydir yazamadım ama yazılarınızı takip ediyorum. ‘Adalet Bakanı ‘müşteki’ Olamaz…’ başlıklı yazınıza aynen katılıyor ve cesaretinizden dolayı da kutluyorum. Malum hükümeti veya Bakanları eleştiren ‘yakan top’ gibi yanıyor.
Söylediğiniz gibi ‘Sayın Bakan ‘müşteki’ olamaz, ‘serzenişte’ bulunamaz…’ Sayın Demirel’in de dediği gibi ‘Hükümet yakınma makamı değil, çözüm bulma makamıdır.’
İsmet Sezgin Maliye Bakanı iken, Başbakan Demirel’e ‘Beyefendi bu ay maaşları ödeyecek durumda değiliz’ demişti de, Demirel, ‘Seni niye Maliye Bakanı yaptık, para bulacaksın ve ödeyeceksin’ demişti.
Bir kere Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Özal’ın değil, Bayar’ın ilk sivil Cumhurbaşkanı olduğunu bilmiyorsa, ‘Özal’ın şüpheli ölümünü’ nasıl çözecek? Kaldı ki Özal 1988 parti kongresinde parmağından vurulduğunda, ‘Sonuna kadar gidilecek’ dedi. Sonra da ‘Bu sır benimle mezara gider’ demişti…
Sayın Bakan’ın şüpheli ölümlerden bahsetmesi, inisiyatifi dışında ‘ETÖ üyesi’ diye paşaların tutuklanması kolay da, ‘şüpheli ölümleri’ çözmesi ya da AİHM’ye götürmesi yürek ister! Söylediğiniz gibi ‘Davul da tokmak da’ hükümetin elinde… ‘Ya da en azından biz öyle sanıyoruz…’ Sevgi ve selamlarımla”
Hemen belirtelim… Yaşar Bey’in “Cesaret ister” şeklindeki tespitine katılmıyoruz tabii ki. Vicdanımızın sesini dinlersek, yiğidi öldürüp hakkını teslim etmemiz lazım… Biz burada CHP’nin liderliğini eleştirirken ve de “Baykal ve triumvirası ayrıldıkları, ‘tasallut’ pozisyonlarını terk ettikleri anda CHP’nin puanları -başlarına lider bile gelmese- artar” derken, bizi ‘AK Parti yalakası’ olmakla suçlayan ve ‘poponuza ampul taksanız yanar’ diye suçlayan CHP’li arkadaşların gösterdiği reaksiyonunun onda birini AK Parti ve mensuplarını eleştirdiğimizde görmedik… Sadece bir not olarak düşmek istedim…