‘Akis’ boşluğu sürüyor…
02 OCAK 2011
Her yılbaşı vereceği armağanları özel bir emekle bulup buluşturan bir dostum, bana bu yıl da çok hoş bir sürpriz hazırlamış. Paketi açtığımda içinden ciltlenmiş Akis dergileri çıktı… Benim yıllarca bir gün çıkarmak için yanıp tutuştuğum yayın… Bu yazıyı yazarken cilt önümde duruyor. İlk dergi, 2 Ocak 1958 tarihini taşıyor. 53 yıl önce bugünün yani. Benim ilkokul 5’i okuduğum yıl. Demokrat Parti iktidarda... Adnan Menderes başbakan…
Bugün o yılları yazanların tespitlerinden yola çıkarak bakarsanız, bir yayın çıkarmak için en zor dönem. Demokrasinin D’sinin olmadığının iddia edildiği yıllar… Okuma yazma oranı bugünkünün çok altında. Baskı, cilt ve kâğıt olanakları Johannes Gutenberg’den çok da ileride değil…
***
Ancak Metin Toker, İlhami Soysal, Yusuf Ziya ve arkadaşları öyle bir ‘haftalık siyasi dergi’ yapmışlar ki, bugün bile sayfa düzeni ve içerik açısından aşılamamıştır… Yıllardır iddia ettiğimiz gerçek, bugün için de geçerlidir: Türkiye’de hâlâ bir ‘Akis Dergisi’ boşluğu vardır. Yaşadığımız coğrafyanın ve bölgenin haber ve yorum konusunda referans merkezi olacak, tabii ki e-ortamlarda da boy gösterecek bir Der Spiegel, Le Point, Time Magazine dergilerinin Türkiye odaklı bir benzeri neden olamaz?… Hem de bunu 50’li yıllarda aslanlar gibi becermişken…
Neden bir süre daha olamaz biliyor musunuz? Söyleyeyim: Medya iki sayıda kâra geçmeyi hedeflediği için; sıfır noktasına 3 yılda gelmeyi planlayacak bir kapitalist yatırım anlayışıyla olaya yaklaşmadığı için; insan kaynaklarına, gelecek tasarımına, alt yapıya, entelektüel sermayeye, buluşçuluğa, yenileşimciliğe yatırım yapmadığı için…
***
Onun için Türkiye pek çok sektörde dünya ile rahatlıkla yarışacak sektörler, kurumlar ortaya çıkarırken, medyası özellikle de dergiciliği taklitten öteye gitmekte zorlanır ve 50’lerdeki tirajların civarından dolanır durur. 2 Ocak 1958 tarihli Akis’in 22’nci sayfasındaki makalesinde bakın Jale Handan Hanım ne yazmış:
“Taassup gibi şuursuz taklitçilik de bir milletin istikbali için muhakkak ki çok tehlikelidir…”
İş, siyaset ve sanat dünyamıza yeni yıl dileği niyetiyle arz olunur…
Erol Evgin bir filtre gibi…
Biz yeni yıla eş dostla birlikte neredeyse 6 yıldır gelenek haline gelmiş bir şekilde Erol Evgin’le girdik. Evgin, Plaza Otel’in tepesindeki sahne şovunu bir hayli değiştirmiş, zenginleştirmiş. Çok hoş ve eğlenceli bir yapı kazandırmış.
02.30’a kadar sahnede kaldı. Sınıf arkadaşıyız. Aynı yaşlardayız. O ne enerji, o ne disiplin, çalışkanlık, yaratıcılık. Bir de yakışıklı tabii... Benden 10 yaş genç durmasını ve başarısını biraz kıskanırdım… Baktım geçmiş o kıskançlık. Türkiye’nin Frank Sinatra’sı olmuş bile. Benim kıskançlık, yerini gurura ve onun arkadaşı olmanın onuruna terk etmiş…
İzleyiciler de hayli tanıdıktı… Prof. Dr. Kerem Alkin, Nebil Özgentürk, Umur Talu eşleriyle, Ozan Güven kız arkadaşıyla, Haluk Ulusoy geniş dost ve aile çevresiyle oradaydılar. Tanımadıklarımız bile tanıdık geldi bize… Kuşaklarının, gürültü patırtıdan ziyade ‘pop klasiğine’, ‘her zaman yeşil olana’ (evergreen) ve ‘memleketine’ sadece müzik anlamında değil dünya görüşü olarak da yakın duran temsilcileriydiler… Erol Evgin, kültürel ve duygusal bir filtre oluşturuyor. O filtreden geçenlerin de eğlence kültürleri zaten birbirlerine çok yakın oluyor…
Dikkatimize takılanlar:
% Yeni yıl, dini bayramlarımız gibi her zaman bir iletişim ve ilişki yönetimi fırsatıdır. Bu bağlamda siyasi liderlerimizden hangisinin 2011 mesajını hatırlıyorsunuz? Seçmen davranışını etkileyecek hangi sözleri aklımızda kaldı? Benim aklımda sadece Merkez Bankası’nın görevi bırakmasına gerçekten üzüldüğüm Başkanı’nın üç sözü kalmış: ihtiyatlı olun! İhtiyatlı olun! İhtiyatlı olun!
% Vaat büyük. Show TV’de başlamak üzere olan Muhteşem Yüzyıl’ın fragmanlarını izleyip de diziye takılmamak mümkün değil. Formül şu: Tatmin = Algılanan – Vaat… Yani algılanan, vaat edilenden düşükse, tatminsizlik alır başını gider. Bir de tabii diziyle, yani kurguyla belgeseli birbirine karıştıranlar çıkacak. O öyle değildi, böyleydi diye tarih dersi vermeye çalışacaklar… Bunlara, İngiltere tarihinin en ilginç kralı VIII. Henry’yi anlatan Tudors dizisini, ya da I. Elizabeth’in hayatını konu alan filmleri izlemelerini tavsiye etmeli…
Bugün o yılları yazanların tespitlerinden yola çıkarak bakarsanız, bir yayın çıkarmak için en zor dönem. Demokrasinin D’sinin olmadığının iddia edildiği yıllar… Okuma yazma oranı bugünkünün çok altında. Baskı, cilt ve kâğıt olanakları Johannes Gutenberg’den çok da ileride değil…
***
Ancak Metin Toker, İlhami Soysal, Yusuf Ziya ve arkadaşları öyle bir ‘haftalık siyasi dergi’ yapmışlar ki, bugün bile sayfa düzeni ve içerik açısından aşılamamıştır… Yıllardır iddia ettiğimiz gerçek, bugün için de geçerlidir: Türkiye’de hâlâ bir ‘Akis Dergisi’ boşluğu vardır. Yaşadığımız coğrafyanın ve bölgenin haber ve yorum konusunda referans merkezi olacak, tabii ki e-ortamlarda da boy gösterecek bir Der Spiegel, Le Point, Time Magazine dergilerinin Türkiye odaklı bir benzeri neden olamaz?… Hem de bunu 50’li yıllarda aslanlar gibi becermişken…
Neden bir süre daha olamaz biliyor musunuz? Söyleyeyim: Medya iki sayıda kâra geçmeyi hedeflediği için; sıfır noktasına 3 yılda gelmeyi planlayacak bir kapitalist yatırım anlayışıyla olaya yaklaşmadığı için; insan kaynaklarına, gelecek tasarımına, alt yapıya, entelektüel sermayeye, buluşçuluğa, yenileşimciliğe yatırım yapmadığı için…
***
Onun için Türkiye pek çok sektörde dünya ile rahatlıkla yarışacak sektörler, kurumlar ortaya çıkarırken, medyası özellikle de dergiciliği taklitten öteye gitmekte zorlanır ve 50’lerdeki tirajların civarından dolanır durur. 2 Ocak 1958 tarihli Akis’in 22’nci sayfasındaki makalesinde bakın Jale Handan Hanım ne yazmış:
“Taassup gibi şuursuz taklitçilik de bir milletin istikbali için muhakkak ki çok tehlikelidir…”
İş, siyaset ve sanat dünyamıza yeni yıl dileği niyetiyle arz olunur…
Erol Evgin bir filtre gibi…
Biz yeni yıla eş dostla birlikte neredeyse 6 yıldır gelenek haline gelmiş bir şekilde Erol Evgin’le girdik. Evgin, Plaza Otel’in tepesindeki sahne şovunu bir hayli değiştirmiş, zenginleştirmiş. Çok hoş ve eğlenceli bir yapı kazandırmış.
02.30’a kadar sahnede kaldı. Sınıf arkadaşıyız. Aynı yaşlardayız. O ne enerji, o ne disiplin, çalışkanlık, yaratıcılık. Bir de yakışıklı tabii... Benden 10 yaş genç durmasını ve başarısını biraz kıskanırdım… Baktım geçmiş o kıskançlık. Türkiye’nin Frank Sinatra’sı olmuş bile. Benim kıskançlık, yerini gurura ve onun arkadaşı olmanın onuruna terk etmiş…
İzleyiciler de hayli tanıdıktı… Prof. Dr. Kerem Alkin, Nebil Özgentürk, Umur Talu eşleriyle, Ozan Güven kız arkadaşıyla, Haluk Ulusoy geniş dost ve aile çevresiyle oradaydılar. Tanımadıklarımız bile tanıdık geldi bize… Kuşaklarının, gürültü patırtıdan ziyade ‘pop klasiğine’, ‘her zaman yeşil olana’ (evergreen) ve ‘memleketine’ sadece müzik anlamında değil dünya görüşü olarak da yakın duran temsilcileriydiler… Erol Evgin, kültürel ve duygusal bir filtre oluşturuyor. O filtreden geçenlerin de eğlence kültürleri zaten birbirlerine çok yakın oluyor…
Dikkatimize takılanlar:
% Yeni yıl, dini bayramlarımız gibi her zaman bir iletişim ve ilişki yönetimi fırsatıdır. Bu bağlamda siyasi liderlerimizden hangisinin 2011 mesajını hatırlıyorsunuz? Seçmen davranışını etkileyecek hangi sözleri aklımızda kaldı? Benim aklımda sadece Merkez Bankası’nın görevi bırakmasına gerçekten üzüldüğüm Başkanı’nın üç sözü kalmış: ihtiyatlı olun! İhtiyatlı olun! İhtiyatlı olun!
% Vaat büyük. Show TV’de başlamak üzere olan Muhteşem Yüzyıl’ın fragmanlarını izleyip de diziye takılmamak mümkün değil. Formül şu: Tatmin = Algılanan – Vaat… Yani algılanan, vaat edilenden düşükse, tatminsizlik alır başını gider. Bir de tabii diziyle, yani kurguyla belgeseli birbirine karıştıranlar çıkacak. O öyle değildi, böyleydi diye tarih dersi vermeye çalışacaklar… Bunlara, İngiltere tarihinin en ilginç kralı VIII. Henry’yi anlatan Tudors dizisini, ya da I. Elizabeth’in hayatını konu alan filmleri izlemelerini tavsiye etmeli…