‘Altın Pusula’ doğru yolu gösteriyor
01 Nisan 2005 - Marketing Türkiye
Türkiye Halkla İlişkiler Derneği’nin her yıl düzenlediği Altın Pusula Halkla İlişkiler Ödülleri sahiplerini buldu. Bir tek fark vardı. Bu kez Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı da katıldı. Zaman zaman yazdığım yazılarda da sözünü ettiğim gibi yakınlarının kendisi için söylediği “Doğuştan iletişim dehası” yakıştırması bu kez kendini gösterdi. Yani korktuğum olmadı.
Sayın Başbakan doktorların ve gazetecilerin tersine bu kez halkla ilişkilercileri üzmedi, kırmadı. Aksine halkla ilişkiler sektörüyle ve bu sektörün önemiyle ilgili bugüne kadar belki de hiç bir Başbakan tarafından dile getirilmemiş şu sözleri söyledi: ‘Ben, halkla ilişkiler faaliyetini, insanla medeniyet arasındaki bir köprü gibi görüyorum. Yeni dünyaya, yeni dünyanın ortaya koyduğu gerekliliklere bu köprüden geçerek yakınlaşıyoruz. Ticari, idari ve bilimsel aklın sağladığı kazanımların insanlarla buluşmasını sağlayan bu hizmet alanı öyle görünüyor ki ağırlığını devam ettirecektir.’
‘Ben siyasetçi olarak, işim gereği, bu kavramlarla sık sık karşılaşıyorum. İnsanlar meslekleri ne olursa olsun halkla ilişkiler alanının sağladığı imkan ve fırsatlardan her geçen gün artan bir yoğunlukla yararlanma noktasına geliyorlar’
Sektörün hemen hemen tüm temsilcilerinin katıldığı gece, imkanlar oranında hatta son derece mütevazı denilebilecek şekilde organize edilmişti. Her geçen sene kendini kanıtlayan bu gece için başta Başkan Fügen Toksü olmak üzere THİD’e ve tüm emeği geçenlere teşekkür etmek lazım.
Hedefe adım adım...
Hatırlarsınız, Marketing Türkiye’nin Ocak sayısının kapak konusu ‘SES araştırmanın neresinde’ idi. 15 Ocak tarihli sayının bu köşesinde aynı konuyu ele aldım. Yazımda özetle şunlar vardı: “Sen yıllardır SES (sosyo ekonomik statü) diye tutturmuş gidiyorsun. Müşterilerine verdiğin bütün stratejik analizleri SES’e dayandırmışsın. Dünya değişiyormuş, pazar değişiyormuş, mecra transformasyona uğruyormuş umurunda değil. Var mı yok mu SES...
Bu arada müşterilerin de hayatlarından şikayetçi değil. Bardağı çekiçle mi kırıyorsun, yoksa vinçle mi, sorgulayan yok. Yaptığın kampanyalar milyonlarca dolarla birlikte çakılmış. Ne gam? Hepsi herkesin ‘sevimli’ bulduğu, ‘güzel’ ve ‘yaratıcı’ işler değil miydi?..
İletişim harcamalarının geri dönüşü denen bir konu var, ama uzaklarda bir yerlerde. Sislerin arkasında öyle duruyor. Aman kimse kurcalamasın. Müşteri uyanmazsa, bu konuya dokunmanın kimseye yararı yok. Yıllarca kol kırılıp yen içinde kalmadı mı? Alan memnun veren memnundu yıllardır.”
Araştırmacılar Derneği geçtiğimiz günlerde bir basın toplantısı düzenlemiş konuyla ilgili. Çok hayırlı, bir o kadar da etkili olacak bir iş yapmışlar.
Toplantıda, Türkiye'de ulusal bir SES tanımının olmadığına dikkat çekip, farklı SES tanımlarının sorunlara neden olduğunu ve bu sorunları ortadan kaldırmak için Türkiye'de kabul görecek ve araştırma şirketleri ile araştırma kullanıcıları tarafından ortak kullanımı olan ulusal bir SES tanımı oluşturulmasına karar verildiği anlatılmış. Bu sebeple de sektördeki firmaların desteğiyle yeni bir SES çalışmasın başlatılmış. 2005’in sonunda çalışma bitecekmiş.
Alanlarında başarılı uzmanların oluşturduğu bu çalışmayı sonuna kadar desteklediğimi ve sonuçlarını adım adım takip edip, merakla bekleyeceğimi sanırım söylememe gerek yok.
Kültür sponsorluğu firmanın façasını düzeltiyor
Özellikle 90’lı yılların başından itibaren hemen hemen her sektördeki kurumların, gerek yıllık bütçelerinde gerekse iletişim planlarında “sponsorluk” önemli bir yer almaya başladı. Bununla beraber firmaların kurumsallaşmasıyla birlikte sponsorluğun türlerine bakışı da değişti. Son beş yıldır en çok tercih edilenlerden biri haline gelen kültür sponsorluğuna talep de ciddi biçimde artmış durumda. Yerli ya da yabancı hangi firma kültür sponsorluğuna katkı yapıyorsa o kazanıyor.
Henüz ülkemizde yaygınlaşmamış olan kültür-sanat sponsorluğu Avrupa ülkelerinde iyice oturmuş durumda. Geçtiğimiz yıl Almanya’da gerçekleşen iki sergi ülkede neredeyse kıyamet kopardı: Essen Folkwang Müzesindeki “Cezanne-Modernizmin Doğuşu” ve Münih Hypo Sanat Merkezi’ndeki “Gauguin, van Gogh’dan Dali’ye”. Medya aylarca bu sergilerin başarısından, görkeminden söz etti. sergileriydi.
Her biri yüz binlerce Euro’ya mal olan bu sergiler elbette kendi kendine çıkmadı. E.O.N Ruhrgas ve Hypovereinsbank’ın sponsor olduğu bu etkinlikler sonrasında kazanan, hem sanat hem de firmalar oldu.
Kültür Sponsorluğu Çalışma Grubu Berlin adlı kuruluşun verilerine göre özel şirketler Almanya’da kültürel projelere yılda yaklaşık 350 milyon Euro harcama yapıyor. Bob Bomlitz Group’un en büyük 2 bin 500 Alman firması arasında yaptığı “Sporting Trends 2004” araştırmasına göre şirketler sponsorluk bütçelerinin yaklaşık yüzde 29’unu kültür projelerine ayırıyorlar.
Bunun Türkiye’deki son örneğini Akbank’ın ana sponsoru olduğu İstanbul Film Festivali’nde gördük. Kültür sponsorluğunun algılanmaya olumlu katkılarını ilk keşfeden şirketlerden olan Akbank önce Beyoğlu’ndaki Aksanat ile başladığı yolculuğunu haber kanallarındaki kültür-sanat programlarına sponsor olmakla devam ettirdi. Golü ise İstanbul Film Festivali gibi prestijli bir etkinliğe ana sponsor olarak attı. Umarım sonuçları hem Akbank, hem de bir ülkenin gelişimini en iyi yansıtan kültür-sanatın geleceği için iyi olur.
Gazete okuru ayağa...
Kendimi bildim bileli okurum. Özellikle İstanbul Erkek Lisesi’ndeki yatılı yıllarımda arsız bir okurdum. Elime ne geçse okur, saatlerce gözümü ayırmazdım. Seneler ilerledikçe ilgi alanıma göre okuduklarım daha seçici oldu ama gazete ve dergiye hiç ihanet etmedim.
30 yılı aşkın süre, okumakla kalmadım bir çok gazete ve dergide büyük keyif alarak çalıştım.
Hem işim gereği hem de gazete ve derginin bana kattıkları nedeniyle günlük, haftalık, aylık tirajları incelerim. Kendimce yorumlar yapar, çözümler ararım. Çünkü tiraj sadece satış rakamı gibi görünse de toplumun kültüründeki okuma alışkanlığını da gösterir.
Son günlerde hemen hemen tüm gazetelerce desteklenen bir kampanya beni yeniden heyecanlandırdı. “Bu ülkenin gazeteleri”nin (Akşam, Cumhuriyet, D.B. Tercüman, Fanatik, Gözcü, Güneş, H.O.Tercüman, Hürriyet, Milliyet, Pas-Fotomaç, Posta, Radikal, Sabah, Star, Takvim, Türkiye, Vatan, Yeni Asır, Yeni Şafak, Zaman) verdiği ortak ilan mesleğin tabiri caizse temel taşından yaratılmış: 5 N 1 K.
İlanda okurun neyi, neden, nasıl, nerede ve ne zaman okuduğu sorgulanmış, cevapları verilmiş. Çok dikkat çekici. Bakarsınız Türk halkı da etkilenir. Etkilenir mi dersiniz?
Petkim’e Kenan Işık çare mi?
AK Parti hükümeti kanayan yarası olan özelleştirmeleri bir an önce hayata geçirmek için harekete geçti. İlk adım Petkim olarak gösteriliyor. Tamamına yakını Özelleştirme İdaresi’nin elinde olan Petkim’in yüzde 30’u Nisan ayında halka arz edilecek. Bu yüzden son iki haftadır hem televizyonlarda hem de gazetelerde Petkim’in reklamları gözüme çarpıyor. Petkim fabrikasının kullanıldığı gazete ilanlarını anladım. Ama televizyon reklamlarında bize Petkim’in ne olduğunu, nasıl kâra geçtiğini kim anlatıyor dersiniz. Kenan Işık’tan başkası değil. Reklamı her gördüğümde Işık’ın en sonda “Emin misiniz, son kararınız mı Petkim hissesi almak” diye soracağını bekliyorum ama nafile. O en karizmatik haliyle Petkim’in nasıl büyük bir dev olduğunu anlatıyor. Ama bu devin marka konumlandırması ile Kenan Işık’ın algılanması ne kadar birbiriyle örtüşüyor bulamadım.
Sayın Başbakan doktorların ve gazetecilerin tersine bu kez halkla ilişkilercileri üzmedi, kırmadı. Aksine halkla ilişkiler sektörüyle ve bu sektörün önemiyle ilgili bugüne kadar belki de hiç bir Başbakan tarafından dile getirilmemiş şu sözleri söyledi: ‘Ben, halkla ilişkiler faaliyetini, insanla medeniyet arasındaki bir köprü gibi görüyorum. Yeni dünyaya, yeni dünyanın ortaya koyduğu gerekliliklere bu köprüden geçerek yakınlaşıyoruz. Ticari, idari ve bilimsel aklın sağladığı kazanımların insanlarla buluşmasını sağlayan bu hizmet alanı öyle görünüyor ki ağırlığını devam ettirecektir.’
‘Ben siyasetçi olarak, işim gereği, bu kavramlarla sık sık karşılaşıyorum. İnsanlar meslekleri ne olursa olsun halkla ilişkiler alanının sağladığı imkan ve fırsatlardan her geçen gün artan bir yoğunlukla yararlanma noktasına geliyorlar’
Sektörün hemen hemen tüm temsilcilerinin katıldığı gece, imkanlar oranında hatta son derece mütevazı denilebilecek şekilde organize edilmişti. Her geçen sene kendini kanıtlayan bu gece için başta Başkan Fügen Toksü olmak üzere THİD’e ve tüm emeği geçenlere teşekkür etmek lazım.
Hedefe adım adım...
Hatırlarsınız, Marketing Türkiye’nin Ocak sayısının kapak konusu ‘SES araştırmanın neresinde’ idi. 15 Ocak tarihli sayının bu köşesinde aynı konuyu ele aldım. Yazımda özetle şunlar vardı: “Sen yıllardır SES (sosyo ekonomik statü) diye tutturmuş gidiyorsun. Müşterilerine verdiğin bütün stratejik analizleri SES’e dayandırmışsın. Dünya değişiyormuş, pazar değişiyormuş, mecra transformasyona uğruyormuş umurunda değil. Var mı yok mu SES...
Bu arada müşterilerin de hayatlarından şikayetçi değil. Bardağı çekiçle mi kırıyorsun, yoksa vinçle mi, sorgulayan yok. Yaptığın kampanyalar milyonlarca dolarla birlikte çakılmış. Ne gam? Hepsi herkesin ‘sevimli’ bulduğu, ‘güzel’ ve ‘yaratıcı’ işler değil miydi?..
İletişim harcamalarının geri dönüşü denen bir konu var, ama uzaklarda bir yerlerde. Sislerin arkasında öyle duruyor. Aman kimse kurcalamasın. Müşteri uyanmazsa, bu konuya dokunmanın kimseye yararı yok. Yıllarca kol kırılıp yen içinde kalmadı mı? Alan memnun veren memnundu yıllardır.”
Araştırmacılar Derneği geçtiğimiz günlerde bir basın toplantısı düzenlemiş konuyla ilgili. Çok hayırlı, bir o kadar da etkili olacak bir iş yapmışlar.
Toplantıda, Türkiye'de ulusal bir SES tanımının olmadığına dikkat çekip, farklı SES tanımlarının sorunlara neden olduğunu ve bu sorunları ortadan kaldırmak için Türkiye'de kabul görecek ve araştırma şirketleri ile araştırma kullanıcıları tarafından ortak kullanımı olan ulusal bir SES tanımı oluşturulmasına karar verildiği anlatılmış. Bu sebeple de sektördeki firmaların desteğiyle yeni bir SES çalışmasın başlatılmış. 2005’in sonunda çalışma bitecekmiş.
Alanlarında başarılı uzmanların oluşturduğu bu çalışmayı sonuna kadar desteklediğimi ve sonuçlarını adım adım takip edip, merakla bekleyeceğimi sanırım söylememe gerek yok.
Kültür sponsorluğu firmanın façasını düzeltiyor
Özellikle 90’lı yılların başından itibaren hemen hemen her sektördeki kurumların, gerek yıllık bütçelerinde gerekse iletişim planlarında “sponsorluk” önemli bir yer almaya başladı. Bununla beraber firmaların kurumsallaşmasıyla birlikte sponsorluğun türlerine bakışı da değişti. Son beş yıldır en çok tercih edilenlerden biri haline gelen kültür sponsorluğuna talep de ciddi biçimde artmış durumda. Yerli ya da yabancı hangi firma kültür sponsorluğuna katkı yapıyorsa o kazanıyor.
Henüz ülkemizde yaygınlaşmamış olan kültür-sanat sponsorluğu Avrupa ülkelerinde iyice oturmuş durumda. Geçtiğimiz yıl Almanya’da gerçekleşen iki sergi ülkede neredeyse kıyamet kopardı: Essen Folkwang Müzesindeki “Cezanne-Modernizmin Doğuşu” ve Münih Hypo Sanat Merkezi’ndeki “Gauguin, van Gogh’dan Dali’ye”. Medya aylarca bu sergilerin başarısından, görkeminden söz etti. sergileriydi.
Her biri yüz binlerce Euro’ya mal olan bu sergiler elbette kendi kendine çıkmadı. E.O.N Ruhrgas ve Hypovereinsbank’ın sponsor olduğu bu etkinlikler sonrasında kazanan, hem sanat hem de firmalar oldu.
Kültür Sponsorluğu Çalışma Grubu Berlin adlı kuruluşun verilerine göre özel şirketler Almanya’da kültürel projelere yılda yaklaşık 350 milyon Euro harcama yapıyor. Bob Bomlitz Group’un en büyük 2 bin 500 Alman firması arasında yaptığı “Sporting Trends 2004” araştırmasına göre şirketler sponsorluk bütçelerinin yaklaşık yüzde 29’unu kültür projelerine ayırıyorlar.
Bunun Türkiye’deki son örneğini Akbank’ın ana sponsoru olduğu İstanbul Film Festivali’nde gördük. Kültür sponsorluğunun algılanmaya olumlu katkılarını ilk keşfeden şirketlerden olan Akbank önce Beyoğlu’ndaki Aksanat ile başladığı yolculuğunu haber kanallarındaki kültür-sanat programlarına sponsor olmakla devam ettirdi. Golü ise İstanbul Film Festivali gibi prestijli bir etkinliğe ana sponsor olarak attı. Umarım sonuçları hem Akbank, hem de bir ülkenin gelişimini en iyi yansıtan kültür-sanatın geleceği için iyi olur.
Gazete okuru ayağa...
Kendimi bildim bileli okurum. Özellikle İstanbul Erkek Lisesi’ndeki yatılı yıllarımda arsız bir okurdum. Elime ne geçse okur, saatlerce gözümü ayırmazdım. Seneler ilerledikçe ilgi alanıma göre okuduklarım daha seçici oldu ama gazete ve dergiye hiç ihanet etmedim.
30 yılı aşkın süre, okumakla kalmadım bir çok gazete ve dergide büyük keyif alarak çalıştım.
Hem işim gereği hem de gazete ve derginin bana kattıkları nedeniyle günlük, haftalık, aylık tirajları incelerim. Kendimce yorumlar yapar, çözümler ararım. Çünkü tiraj sadece satış rakamı gibi görünse de toplumun kültüründeki okuma alışkanlığını da gösterir.
Son günlerde hemen hemen tüm gazetelerce desteklenen bir kampanya beni yeniden heyecanlandırdı. “Bu ülkenin gazeteleri”nin (Akşam, Cumhuriyet, D.B. Tercüman, Fanatik, Gözcü, Güneş, H.O.Tercüman, Hürriyet, Milliyet, Pas-Fotomaç, Posta, Radikal, Sabah, Star, Takvim, Türkiye, Vatan, Yeni Asır, Yeni Şafak, Zaman) verdiği ortak ilan mesleğin tabiri caizse temel taşından yaratılmış: 5 N 1 K.
İlanda okurun neyi, neden, nasıl, nerede ve ne zaman okuduğu sorgulanmış, cevapları verilmiş. Çok dikkat çekici. Bakarsınız Türk halkı da etkilenir. Etkilenir mi dersiniz?
Petkim’e Kenan Işık çare mi?
AK Parti hükümeti kanayan yarası olan özelleştirmeleri bir an önce hayata geçirmek için harekete geçti. İlk adım Petkim olarak gösteriliyor. Tamamına yakını Özelleştirme İdaresi’nin elinde olan Petkim’in yüzde 30’u Nisan ayında halka arz edilecek. Bu yüzden son iki haftadır hem televizyonlarda hem de gazetelerde Petkim’in reklamları gözüme çarpıyor. Petkim fabrikasının kullanıldığı gazete ilanlarını anladım. Ama televizyon reklamlarında bize Petkim’in ne olduğunu, nasıl kâra geçtiğini kim anlatıyor dersiniz. Kenan Işık’tan başkası değil. Reklamı her gördüğümde Işık’ın en sonda “Emin misiniz, son kararınız mı Petkim hissesi almak” diye soracağını bekliyorum ama nafile. O en karizmatik haliyle Petkim’in nasıl büyük bir dev olduğunu anlatıyor. Ama bu devin marka konumlandırması ile Kenan Işık’ın algılanması ne kadar birbiriyle örtüşüyor bulamadım.