‘Baykal Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’
01 MAYIS 2010
Cuma günleri bizim iletişim grubunda yer alan beş şirketin çalışanlarının katıldığı ve iletişim meselelerinin enine boyuna tartışıldığı ‘Biz Bize Toplantıları’ vardır. Her toplantıyı biri yönetir. Toplantının ‘kralı’ o gün odur. Ne seçerse onu tartışırız.
Bu haftaki toplantının yöneticisi Kerem Türkman NTV’den aldığı kısa bir sahneyi bize gösterdi. Programda Can Dündar ile ana muhalefet partimizin ebedi ve ezeli lideri Sayın Deniz Baykal arasında ibret verici bir konuşma geçiyordu.
Baykal, ''Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in TBMM Genel Kurulu’nda Anayasa değişikliği teklifinin 2. tur görüşmeleri öncesi yapılacak katkıdan memnuniyet duyacakları yönündeki çağrısına'' ilişkin soru üzerine şunları söylüyordu: "Onların da böyle ciddi bir uzlaşma bekleyişi yok zaten. Bu bir geç kalmış iyi niyet ifadesi. Zamanında sergilemedikleri uzlaşmacı tavrı iş işten geçtikten sonra ve yalnız kaldıkça sanki sergiliyorlarmış gibi PR yapmaya dönük, halkla ilişkiler yapmaya dönük söylemler.”
***
Burada Sayın Baykal’ın görüşlerinin içeriğine hiçbir itirazımız olamaz. İktidarın uzlaşma yaklaşımını gayrı ciddi ve gayrı samimi bulabilir, mış gibi yaptıklarını iddia edebilir, bunu da yüksek sesle dilediği gibi ifade edebilir. Bizim itirazımız Baykal’ın mış gibi yapmak, gayrı ciddi, gayrı samimi olmak kavramlarından yola çıkarak, PR’ın konumlandırılmasını, Halkla İlişkiler mesleğinin anlamlandırılmasını çarpıtmasınadır. Bu çarpıtmada en az Deniz Baykal kadar bizler de sorumluyuz. Meslek kuruluşlarımız, üniversitelerimiz ve birey olarak kendi olanaklarımızla Halkla İlişkiler mesleğinin itibarını Deniz Bey nezdinde yukarı taşıyamamış olmak affedilmez bir ihmaldir.
***
Deniz Bey eskiden de böyleydi. Tam üç yıl önce, 17 Haziran 2007’de, o hiçbir şeylere değişmeyeceğim müthiş anı ve öğretiyi şöyle nakletmişim:
“Yıllar önce Bülent Tanla elimizden tuttuğu gibi bizi Ankara’ya CHP merkezine götürmüştü. Deniz Bey’le tanıştıracak. ‘Sadece üç koşulum var!’ demiştim Tanla’ya, ‘Bir: Baş başa görüşürüm, heyetle değil; İki: Saatlerce bekleyemem; ayrıca en az bir saat ayırması şart; Üç: Uzun vadeli bir iletişim çalışması olacağını peşinen kabul etmeli.’
Bülent Tanla bu görüşme için ısrarlıydı. ‘Stratejik siyasi iletişim kültürünü’ partiye yerleştirmeye çalışıyordu. Aynı günlerde Selim Oktar’la da araştırma konusunu görüşüyordu.
Tanla benim koşullardan Baykal’a söz etmiş miydi?.. Sanmıyorum... Genel Başkan’ın sinirini bozmak istememiş, benim ukalalıklarımı ‘kendi göğsünde sektirip, yumuşatmıştır’ büyük olasılıkla...
(Üstün Barışta ile birlikte) Ankara’ya geldik. Bir dakika bile beklemeden Baykal’ın toplantı masasına alındık. Bizi yalnız bekliyordu. Bir saat değil, tam üç saat sürdü görüşme!...
Tabii ‘görüşme’ denebilirse... ‘Birlikteliğimizin’ 2 saat 50 dakikasında Sayın Baykal konuştu. Bize ‘siyasi iletişim’ dersi verdi... Kendisine siyasi iletişim hizmeti verme şansımız yoktu, yani...”
***
Keşke bizi dinleseydi… Keşke ona PR’ın gayrı ciddi, gayrı samimi, işleri mış gibi yaparak hayata geçiren ‘antin kuntin’ bir iş olmadığını, sadece Türkiye’de 30’dan fazla fakültede eğitimi verilen, dünyada cirosu reklamı zaman zaman geçen, uygulamalı bir bilim alanı olduğunu anlatabilseydik… O zaman belki bugün CHP’nin oyları birkaç puan daha yukarıda olabilirdi…
Denemeye değmez miydi?
Bu haftaki toplantının yöneticisi Kerem Türkman NTV’den aldığı kısa bir sahneyi bize gösterdi. Programda Can Dündar ile ana muhalefet partimizin ebedi ve ezeli lideri Sayın Deniz Baykal arasında ibret verici bir konuşma geçiyordu.
Baykal, ''Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in TBMM Genel Kurulu’nda Anayasa değişikliği teklifinin 2. tur görüşmeleri öncesi yapılacak katkıdan memnuniyet duyacakları yönündeki çağrısına'' ilişkin soru üzerine şunları söylüyordu: "Onların da böyle ciddi bir uzlaşma bekleyişi yok zaten. Bu bir geç kalmış iyi niyet ifadesi. Zamanında sergilemedikleri uzlaşmacı tavrı iş işten geçtikten sonra ve yalnız kaldıkça sanki sergiliyorlarmış gibi PR yapmaya dönük, halkla ilişkiler yapmaya dönük söylemler.”
***
Burada Sayın Baykal’ın görüşlerinin içeriğine hiçbir itirazımız olamaz. İktidarın uzlaşma yaklaşımını gayrı ciddi ve gayrı samimi bulabilir, mış gibi yaptıklarını iddia edebilir, bunu da yüksek sesle dilediği gibi ifade edebilir. Bizim itirazımız Baykal’ın mış gibi yapmak, gayrı ciddi, gayrı samimi olmak kavramlarından yola çıkarak, PR’ın konumlandırılmasını, Halkla İlişkiler mesleğinin anlamlandırılmasını çarpıtmasınadır. Bu çarpıtmada en az Deniz Baykal kadar bizler de sorumluyuz. Meslek kuruluşlarımız, üniversitelerimiz ve birey olarak kendi olanaklarımızla Halkla İlişkiler mesleğinin itibarını Deniz Bey nezdinde yukarı taşıyamamış olmak affedilmez bir ihmaldir.
***
Deniz Bey eskiden de böyleydi. Tam üç yıl önce, 17 Haziran 2007’de, o hiçbir şeylere değişmeyeceğim müthiş anı ve öğretiyi şöyle nakletmişim:
“Yıllar önce Bülent Tanla elimizden tuttuğu gibi bizi Ankara’ya CHP merkezine götürmüştü. Deniz Bey’le tanıştıracak. ‘Sadece üç koşulum var!’ demiştim Tanla’ya, ‘Bir: Baş başa görüşürüm, heyetle değil; İki: Saatlerce bekleyemem; ayrıca en az bir saat ayırması şart; Üç: Uzun vadeli bir iletişim çalışması olacağını peşinen kabul etmeli.’
Bülent Tanla bu görüşme için ısrarlıydı. ‘Stratejik siyasi iletişim kültürünü’ partiye yerleştirmeye çalışıyordu. Aynı günlerde Selim Oktar’la da araştırma konusunu görüşüyordu.
Tanla benim koşullardan Baykal’a söz etmiş miydi?.. Sanmıyorum... Genel Başkan’ın sinirini bozmak istememiş, benim ukalalıklarımı ‘kendi göğsünde sektirip, yumuşatmıştır’ büyük olasılıkla...
(Üstün Barışta ile birlikte) Ankara’ya geldik. Bir dakika bile beklemeden Baykal’ın toplantı masasına alındık. Bizi yalnız bekliyordu. Bir saat değil, tam üç saat sürdü görüşme!...
Tabii ‘görüşme’ denebilirse... ‘Birlikteliğimizin’ 2 saat 50 dakikasında Sayın Baykal konuştu. Bize ‘siyasi iletişim’ dersi verdi... Kendisine siyasi iletişim hizmeti verme şansımız yoktu, yani...”
***
Keşke bizi dinleseydi… Keşke ona PR’ın gayrı ciddi, gayrı samimi, işleri mış gibi yaparak hayata geçiren ‘antin kuntin’ bir iş olmadığını, sadece Türkiye’de 30’dan fazla fakültede eğitimi verilen, dünyada cirosu reklamı zaman zaman geçen, uygulamalı bir bilim alanı olduğunu anlatabilseydik… O zaman belki bugün CHP’nin oyları birkaç puan daha yukarıda olabilirdi…
Denemeye değmez miydi?