‘Beni kasmayın!’ diyen kuşağa nasıl ‘format’ atılır?
08 ŞUBAT 2012
Açılışı da varmış. Biraz da kısaltmaya uysun diye öyle demişler sanki: Fırsatları Araştırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi, yani Fatih… Proje, 52 okulda 12 bin tablet dağıtımıyla başlatılmış oldu.
Toplumun ve dünyanın dönüşmesiyle kurumların yerinde sayması arasındaki büyük çelişkinin maliyetini henüz ölçebilecek imkâna sahip değiliz. Ancak yargıdaki hantallaşan sürecin adalet anlayışımızda oluşturduğu boşlukları düşünecek olursak, bir başka alandaki kıyaslamayla, okullardaki tablet atağının eğitime getireceği transformasyonun derinliğini daha iyi anlayabiliriz.
‘Y kuşağı’ olarak adlandırılan lise ve üniversite öğrenimi gören gençlerimiz, yaşadıkları hayatla paralel bir eğitim görebilmenin yararını herhalde yıllar sonra daha iyi idrak edeceklerdir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki okul çağındaki gençlerin yüzde 99′u iki günde bir dijital oyun oynuyormuş ve işin vahim tarafı bu gençlerin eğitmenlerinin yüzde 75′i bu oyunlardan herhangi birini hayatları boyunca hiç oynamamışlar.
Öğrencilere mikrofon uzatılmış. Ne dedikleri, dikkatle analiz edilmeli:
“Artık kitap taşımamıza gerek yok. Her şey bunun içinde”… Yani kitap görmemiş bir kuşak yetişecek…
“Kaleme kâğıda gerek yok”… Yani, defter de görmeyecekler. El yazısı tarih olacak.
Peki ne var tabletlerin içinde? Ne yüklenmişse o var… İnternetten de ancak devletin izin verdiği sitelere bağlanmak mümkün olacak. Belli bir süre okuldaki vericiye bağlanmazlarsa tablet kilitleniyor. Aslolan ‘server’ yani. O ne derse, biz o kadar bileceğiz…
Şirketleri, STK’ları, ülke yönetimini 2030’larda işte böylesi koşullarda yetişmiş bir kuşağa teslim edeceğiz. Bu kuşağın, toplumun tüm dinamiklerini belirleyecek olan belirgin özellikleri ne olacak acaba?..
Bu kuşağın Konda’nın yaptığı son araştırmaya göre mevcut durumu şöyle:
Kendisini dünyanın merkezi zanneden, kişisel haklarını takip eden, değerlere aidiyet duygusu içinde olmayan, çabuk sıkılan, çabuk tüketen, velilerine ve öğretmenlerine oranla bilgiye daha hızlı, saniyesinde ulaşabilen, öğretmenlerinden çok velilerinden öğrendiklerine inanan, nerdeyse tüm hayatını internet üzerinden yöneten, günde ortalama 6 saatini ekran başında geçiren, dışarıdan gelen yönlendirmelere ‘beni kasmayın!’ diye karşı çıkan, derinlikten kaçan, bağlı (attached) olmayı sevmeyen, tutucu (muhafazakâr) bir kuşak bu...
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözünü ettiği ‘muhafazakâr, dindar ve demokrat bir nesil’, hem ‘beni kasmayın!’ diyen hem de gelecekte dünyadaki piyasalara açılabilecek, iş dünyasında at koşturabilecek, özetle yukarıdaki paragrafta tanımlamaya çalıştığımız özelliklerdeki bir kuşağa ‘toplumsallık duygusunu’ kendine ve milletine inancı, güveni ‘geçirebilecek’ ve bunu ‘formatlamadan’ yapacaksa, hükümeti bu proje nedeniyle kutlamak gerekir.
Fatih Projesi, tam zamanında imdada yetişmiştir…
‘Çaresizlik’ algısı...
MHP Başkanı Devlet Bahçeli Sayın Kılıçdaroğlu için demişti ki: “Muhalefet demek Başbakan’ın her konuşmasına bir cevap verme mecburiyeti demek değildir.” CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu bu tespiti samimi bir eleştiri olarak alsa, Paul Auster açmazına gelmezdi. Mevcut durumdan rahatsız olsa (Bkz. Adil Gür’ün son araştırması: AK Parti:54, CHP: 21.1, MHP: 11.8, BDP: 8.2) ‘çaresizlik’ algısını ortadan kaldıracak iletişim çözümlerine başvurmaz mıydı? Washington Post’a yazdığı ‘Türkiye’de muhalifsen ya teröristsin ya da komplocu’ diyen makalesi hakkında ne düşünmemiz isteniyor acaba?
Eğer Kemal Bey, aynı yazıyı örneğin Cumhuriyet gazetesine yazmış ve Washington Post da kaynak göstererek haberleştirmiş olsaydı ‘çaresizlik algısı’na bir yenisi daha eklenmezdi belki. Bu haliyle haber, komşu çocuğundan sopa yedikten sonra gidip ‘büyük ağabeye ağlamak’ gibi durmuyor mu?
Toplumun ve dünyanın dönüşmesiyle kurumların yerinde sayması arasındaki büyük çelişkinin maliyetini henüz ölçebilecek imkâna sahip değiliz. Ancak yargıdaki hantallaşan sürecin adalet anlayışımızda oluşturduğu boşlukları düşünecek olursak, bir başka alandaki kıyaslamayla, okullardaki tablet atağının eğitime getireceği transformasyonun derinliğini daha iyi anlayabiliriz.
‘Y kuşağı’ olarak adlandırılan lise ve üniversite öğrenimi gören gençlerimiz, yaşadıkları hayatla paralel bir eğitim görebilmenin yararını herhalde yıllar sonra daha iyi idrak edeceklerdir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki okul çağındaki gençlerin yüzde 99′u iki günde bir dijital oyun oynuyormuş ve işin vahim tarafı bu gençlerin eğitmenlerinin yüzde 75′i bu oyunlardan herhangi birini hayatları boyunca hiç oynamamışlar.
Öğrencilere mikrofon uzatılmış. Ne dedikleri, dikkatle analiz edilmeli:
“Artık kitap taşımamıza gerek yok. Her şey bunun içinde”… Yani kitap görmemiş bir kuşak yetişecek…
“Kaleme kâğıda gerek yok”… Yani, defter de görmeyecekler. El yazısı tarih olacak.
Peki ne var tabletlerin içinde? Ne yüklenmişse o var… İnternetten de ancak devletin izin verdiği sitelere bağlanmak mümkün olacak. Belli bir süre okuldaki vericiye bağlanmazlarsa tablet kilitleniyor. Aslolan ‘server’ yani. O ne derse, biz o kadar bileceğiz…
Şirketleri, STK’ları, ülke yönetimini 2030’larda işte böylesi koşullarda yetişmiş bir kuşağa teslim edeceğiz. Bu kuşağın, toplumun tüm dinamiklerini belirleyecek olan belirgin özellikleri ne olacak acaba?..
Bu kuşağın Konda’nın yaptığı son araştırmaya göre mevcut durumu şöyle:
Kendisini dünyanın merkezi zanneden, kişisel haklarını takip eden, değerlere aidiyet duygusu içinde olmayan, çabuk sıkılan, çabuk tüketen, velilerine ve öğretmenlerine oranla bilgiye daha hızlı, saniyesinde ulaşabilen, öğretmenlerinden çok velilerinden öğrendiklerine inanan, nerdeyse tüm hayatını internet üzerinden yöneten, günde ortalama 6 saatini ekran başında geçiren, dışarıdan gelen yönlendirmelere ‘beni kasmayın!’ diye karşı çıkan, derinlikten kaçan, bağlı (attached) olmayı sevmeyen, tutucu (muhafazakâr) bir kuşak bu...
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözünü ettiği ‘muhafazakâr, dindar ve demokrat bir nesil’, hem ‘beni kasmayın!’ diyen hem de gelecekte dünyadaki piyasalara açılabilecek, iş dünyasında at koşturabilecek, özetle yukarıdaki paragrafta tanımlamaya çalıştığımız özelliklerdeki bir kuşağa ‘toplumsallık duygusunu’ kendine ve milletine inancı, güveni ‘geçirebilecek’ ve bunu ‘formatlamadan’ yapacaksa, hükümeti bu proje nedeniyle kutlamak gerekir.
Fatih Projesi, tam zamanında imdada yetişmiştir…
‘Çaresizlik’ algısı...
MHP Başkanı Devlet Bahçeli Sayın Kılıçdaroğlu için demişti ki: “Muhalefet demek Başbakan’ın her konuşmasına bir cevap verme mecburiyeti demek değildir.” CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu bu tespiti samimi bir eleştiri olarak alsa, Paul Auster açmazına gelmezdi. Mevcut durumdan rahatsız olsa (Bkz. Adil Gür’ün son araştırması: AK Parti:54, CHP: 21.1, MHP: 11.8, BDP: 8.2) ‘çaresizlik’ algısını ortadan kaldıracak iletişim çözümlerine başvurmaz mıydı? Washington Post’a yazdığı ‘Türkiye’de muhalifsen ya teröristsin ya da komplocu’ diyen makalesi hakkında ne düşünmemiz isteniyor acaba?
Eğer Kemal Bey, aynı yazıyı örneğin Cumhuriyet gazetesine yazmış ve Washington Post da kaynak göstererek haberleştirmiş olsaydı ‘çaresizlik algısı’na bir yenisi daha eklenmezdi belki. Bu haliyle haber, komşu çocuğundan sopa yedikten sonra gidip ‘büyük ağabeye ağlamak’ gibi durmuyor mu?