‘Bu iş hükümetin meselesi…’ değildir
16 TEMMUZ 2011
Her sabah olduğu gibi 06.30 gibi eşim uyandırdı. Onu da bebek uyandırıyor zaten…
07.00’de balkondaydım… Hava efil efil.. Ada vapuru gibi… Hafif hafif esiyor… Her sabah kahvaltıda bir sürpriz olur. Bazen sahanda yumurta, bazen Üsküdar’daki Ünal Simit fırınından taze simit… Ya da bizim Burcu Börek’den poğaça… Dün sabahın sürprizi de kandil simidiydi… Komşufırın’dan… Çıtır çıtır… Ağızda eriyen cinsten…
Adem Bey gazeteleri her zamanki gibi masanın yanında sehpaya bırakmış… Çayımı alırken gözüm başlıklara takıldı…
Haberi bir gün önceden duymuştum. Ancak bu kez etki daha farklıydı… Müthiş huzurlu bir ortamda, o ortamı hak edip etmediğimi sorgularken buldum kendimi…
Müthiş bir rahatsızlık… Silahlı Kuvvetler göğüs göğse çarpışıp ölürken, hayatın sanki hiçbir şey olmamış gibi sürmesinin can sıkıcı çelişkisi…
Çayı masanın üstüne bıraktım… Bir süre öyle kaldım… Ne yesem boğazıma dizilecekti. En azından biraz durmalıydım… Onlar orada ölürken biz burada hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyorduk…
Beynimde kavramlar uçuşuyor…
Katılım ve kararlılık…
Paylaşım…
Topyekûn çözüm…
Çünkü bunlar olmazsa, olacağı şu: Topyekûn savaş… Hitler’den mülhem… Der totale Krieg…
Aklın yerini öfke almaya başlarsa, insanın içindeki hayvanın nerede duracağı belli olmaz…
Peki, katılım ve kararlılık, paylaşım, topyekûn çözüm nasıl yönetilir?
Kürt meselesini hükümet tek başına çözemez. Bu çelişki sadece hükümetin kucağına bırakılamaz. Çözüm yolu, toplumun tüm katmanlarının katılımının sağlanmasından geçer…
Sağlık Bakanlığı sigara meselesini nasıl çözdüyse, salgınların üstesinden nasıl geldiyse, Cumhuriyet’in inşası hangi birlik ve beraberlik duyarlılığı içinde gerçekleştiyse, benzer bir ülkü ve inanç birliğinin tesis edilmesi şart…
Peki bu ‘ortak ruhi şekillenme’ nasıl tesis edilecek?
Tam olarak teslim edilmese, hatta içeriye doğru olanı her zaman reddedilse de ‘Kamu Diplomasisi’ çalışmalarının iki istikamette yürütüldüğünü biliyoruz: 1. Yabancı ülkelerde kitlelere Türkiye’nin kilit mesajlarının iletilmesi ve onların nezdindeki Türkiye algısının gerçeğe uygun bir çerçevede geliştirilmesi. 2. Türkiye’nin temel meseleleri konusunda kamuoyu ve kamu vicdanının harekete geçirilmesi…
Türkiye’nin ‘Kamu Diplomasisinin’ birinci işlev konusunda hayli etkili yol aldığını biliyoruz…
Türkiye ‘Batı hayranı ecnebi Türk aydınlarına’ inat pek çok alanda ‘örnek ülke’ olarak gösteriliyor… THY ister inanın ister inanmayın Avrupa’nın en iyi havayolu şirketi seçiliyor… ‘Festivaller Kongreler Kenti’ İstanbul sadece kâğıt üzerinden değil fiilen dünyanın kültür başkentlerinden biri haline geldi. Türkiye devasa organizasyonlara ev sahipliği ediyor…
Gidilecek daha çok yol var, tabii. Ancak birinci yola koyulmuşuz, belli…
Peki ikinci yol?
Orada yolun başındayız…
Önce şunu idrak etmeliyiz: “Bu iş hükümetin meselesidir” görüşü doğru değildir…
Bu iş bu ülkenin, bu milletin hep birlikte çözmesi gereken bir meseledir. Bu algıyı yaratacak, benimsetecek, aksiyon alınmasını sağlayacak stratejiyi oluşturup yönetecek ise Kamu Diplomasisi anlayışıdır… Eksikliğimiz de oradadır…
Hükümetin yapması gereken, bu sistemi harekete geçirmektir… Ünlü sözü hatırlamakta yarar olabilir: “You can’t move the mountains; but you can move the money and money moves the mountains!” (Dağları hareket ettiremezsiniz, ama parayı hareket ettirebilirsiniz ve para dağları hareket ettirebilir)…
Ben kahvaltı edememeliyim… Sivil Toplum örgütleri bu ölümler yanında fanfin fon konuları bir süre bir kenara bırakıp, çözüm için kenetlenmeliler… Üniversiteler konuya odaklanmalı, adanmalı (commitment)… Meslek kuruluşları bildiri yayınlamanın ilerisine geçmeli…
Türkiye bu işi çözebilecek güce sahiptir. İçeride de dışarıda da… Bunu defalarca kanıtlamıştır…
07.00’de balkondaydım… Hava efil efil.. Ada vapuru gibi… Hafif hafif esiyor… Her sabah kahvaltıda bir sürpriz olur. Bazen sahanda yumurta, bazen Üsküdar’daki Ünal Simit fırınından taze simit… Ya da bizim Burcu Börek’den poğaça… Dün sabahın sürprizi de kandil simidiydi… Komşufırın’dan… Çıtır çıtır… Ağızda eriyen cinsten…
Adem Bey gazeteleri her zamanki gibi masanın yanında sehpaya bırakmış… Çayımı alırken gözüm başlıklara takıldı…
Haberi bir gün önceden duymuştum. Ancak bu kez etki daha farklıydı… Müthiş huzurlu bir ortamda, o ortamı hak edip etmediğimi sorgularken buldum kendimi…
Müthiş bir rahatsızlık… Silahlı Kuvvetler göğüs göğse çarpışıp ölürken, hayatın sanki hiçbir şey olmamış gibi sürmesinin can sıkıcı çelişkisi…
Çayı masanın üstüne bıraktım… Bir süre öyle kaldım… Ne yesem boğazıma dizilecekti. En azından biraz durmalıydım… Onlar orada ölürken biz burada hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyorduk…
Beynimde kavramlar uçuşuyor…
Katılım ve kararlılık…
Paylaşım…
Topyekûn çözüm…
Çünkü bunlar olmazsa, olacağı şu: Topyekûn savaş… Hitler’den mülhem… Der totale Krieg…
Aklın yerini öfke almaya başlarsa, insanın içindeki hayvanın nerede duracağı belli olmaz…
Peki, katılım ve kararlılık, paylaşım, topyekûn çözüm nasıl yönetilir?
Kürt meselesini hükümet tek başına çözemez. Bu çelişki sadece hükümetin kucağına bırakılamaz. Çözüm yolu, toplumun tüm katmanlarının katılımının sağlanmasından geçer…
Sağlık Bakanlığı sigara meselesini nasıl çözdüyse, salgınların üstesinden nasıl geldiyse, Cumhuriyet’in inşası hangi birlik ve beraberlik duyarlılığı içinde gerçekleştiyse, benzer bir ülkü ve inanç birliğinin tesis edilmesi şart…
Peki bu ‘ortak ruhi şekillenme’ nasıl tesis edilecek?
Tam olarak teslim edilmese, hatta içeriye doğru olanı her zaman reddedilse de ‘Kamu Diplomasisi’ çalışmalarının iki istikamette yürütüldüğünü biliyoruz: 1. Yabancı ülkelerde kitlelere Türkiye’nin kilit mesajlarının iletilmesi ve onların nezdindeki Türkiye algısının gerçeğe uygun bir çerçevede geliştirilmesi. 2. Türkiye’nin temel meseleleri konusunda kamuoyu ve kamu vicdanının harekete geçirilmesi…
Türkiye’nin ‘Kamu Diplomasisinin’ birinci işlev konusunda hayli etkili yol aldığını biliyoruz…
Türkiye ‘Batı hayranı ecnebi Türk aydınlarına’ inat pek çok alanda ‘örnek ülke’ olarak gösteriliyor… THY ister inanın ister inanmayın Avrupa’nın en iyi havayolu şirketi seçiliyor… ‘Festivaller Kongreler Kenti’ İstanbul sadece kâğıt üzerinden değil fiilen dünyanın kültür başkentlerinden biri haline geldi. Türkiye devasa organizasyonlara ev sahipliği ediyor…
Gidilecek daha çok yol var, tabii. Ancak birinci yola koyulmuşuz, belli…
Peki ikinci yol?
Orada yolun başındayız…
Önce şunu idrak etmeliyiz: “Bu iş hükümetin meselesidir” görüşü doğru değildir…
Bu iş bu ülkenin, bu milletin hep birlikte çözmesi gereken bir meseledir. Bu algıyı yaratacak, benimsetecek, aksiyon alınmasını sağlayacak stratejiyi oluşturup yönetecek ise Kamu Diplomasisi anlayışıdır… Eksikliğimiz de oradadır…
Hükümetin yapması gereken, bu sistemi harekete geçirmektir… Ünlü sözü hatırlamakta yarar olabilir: “You can’t move the mountains; but you can move the money and money moves the mountains!” (Dağları hareket ettiremezsiniz, ama parayı hareket ettirebilirsiniz ve para dağları hareket ettirebilir)…
Ben kahvaltı edememeliyim… Sivil Toplum örgütleri bu ölümler yanında fanfin fon konuları bir süre bir kenara bırakıp, çözüm için kenetlenmeliler… Üniversiteler konuya odaklanmalı, adanmalı (commitment)… Meslek kuruluşları bildiri yayınlamanın ilerisine geçmeli…
Türkiye bu işi çözebilecek güce sahiptir. İçeride de dışarıda da… Bunu defalarca kanıtlamıştır…