‘Bugün içinizden geldiği gibi konuşmayın’
29 HAZİRAN 2011
Ayşe Arman diyor ki Sinan Çetin’e: “Senin kişiliğin mi isyankâr? Aklın basmıyor ve itiraz mı ediyorsun? Sen hep içinden geldiği gibi mi davranıyorsun?”
Cevap çok net: “Evet.”
Bu ‘yanlış’ cevabın ardından Sinan’ı Sinan yapan ve ‘doğruluğu’ su götürmez o muhteşem tespit geliyor:
“İnsan gruplarını ikiye ayıracaksak söyleyeyim: 1- Yapan, edenler 2- Şikâyet edenler. Ben yapan edenlerdenim, şikâyet edenlerden hep uzak durdum. Onlar da beni aralarına almazlar, ben de girmem.”
Kendimi, her türlü alçakgönüllülüğe layık gören ve de yanı sıra pekalâ ‘yapan edenlerden biri’ olarak ‘gidebilenler’e dahil ettiğim için olmalı (vazgeçmek özgürlüktür), sevgili Sinan’ın lafının altına okkalı bir imza da ben atarım. Sözüm tam da bu noktada zaten: ‘Yapan edenler’in ‘içinden geldiği gibi’ davranma lükslerinin olup olmadığında...
“İçinden geldiği gibi davrandığını” ifade eden sevgili dostumun herhangi bir ‘feveranı’nın söz konusu olmadığını biliyorum. Ancak, “haklılığın deliliği”ni yaşayan kişi konumuna düşmek istemeyenlere uygun bir iki “iletişim notu”nu da onu anarak hatırlatmaktan geri duramayacağım…
1) İçinden geldiği gibi davranmamak demek, ‘riyakârca’ davranmak demek değildir. Seçilmiş davranış dergilemek demektir…
2) Seçilmiş davranışı kimler sergilemez? Küçük çocuklar, akıl hastaları, çok yaşlılar, havyalar, bitkiler… Gerisi davranışlarını ‘kurgular’…
3) Davranışlar, neye göre kurgulanır? İnsanın kendisinin ve içinde yaşadığı çevrenin kültür ve değerlerine göre…
4) Herkes bir tür ‘kurgu’ içinde olduğuna göre, olay bazı ‘kurnaz ve kifayetsiz muhterisler’in ‘riya’ içinde davranmalarına açık mıdır ve buna karşı nasıl korunulur? Evet açıktır… Buna karşı korunmak ancak karşınızdakini ‘okumak’ ve her türden kurguyu ‘deşifre’ etmekle mümkündür…
5) ‘Şikâyet edenler’, ‘kurnaz ve kifayetsiz muhteris’ tayfası her zaman çoğunluktadırlar… Çünkü bütün sistemler enerji seviyesi daha düşük sistemlere doğru hareket etmek isterler (termodinamik)… Çıkış yolu tek çözümden geçer: ‘her şeye rağmen’ iletişim kanallarını açık tutmak...
‘Operayı sevmeyi öğrenebiliriz.’
İşte “yapan edenler”den biri daha... Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeni Prof. Rengim Gökmen’i bu sütunlarda geçen yıl Süreyya Operası’nda izlediğim “Figaro’nun Düğünü”ndeki müthiş performans nedeniyle işin en tepesinde “ufku gören” kişi olarak kutlamıştım.
Dün akşam kendisinin ve Yekta Kara’nın evsahipliğindeki, 2. Uluslararası İstanbul Opera Festivali nedeniyle düzenlenen yemekte dostlarımızla birlikteydik : Hakan Ateş, Hakkı Devrim, Hıncal Uluç, Sedat Ergin, Pınar Türenç, Tufan Türenç, Murat Sabuncu, Faruk Şüyun, Nebil Özgentürk, Mesut Yar, Zeynep Oral, Nilgün Cerrahoğlu, Yetkin Dikinciler, Derya Baykal...
MSÜ Öğretim Üyelerinden sevgili Prof. Gülper Refiğ’den, Pazar günkü yazımda geçen “Mozart’ın operalarını birer popüler kültür eseri olarak bestelediği kabul edilir…” yolundaki ifadem nedeniyle aldığım takdir telefonu ile bir tür “opera konusunda konuşabilir” vizesi aldığımı varsayarak tespitimi tekrarlıyorum: “Operayı sevmeyi öğrenebiliriz.”
‘Ecnebi Türk’lerin tekelinde olduğu sanılan opera ve caz gibi alanlara yatırım yapanları ve bu vesileyle bu alanlara, divan edebiyatını da, klasik türk musıkisi gibi bize has sanatları da, (sanatın doğası gereği) dâhil eden ilim irfan sahiplerini ziyadesiyle memnun edenleri alkışlamalıyız. Dünya sanat tarihi, varlığını, klasik eserleri doğuran sanatçılar kadar bu sanatları himaye edenlere çok şey borçludur. Onlar olmasaydı, dünyamız eksik kalırdı.
“Herkese opera!” sloganıyla 1-21 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek olan 2. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nin hamisi DenizBank’ın Genel Müdürü (yapan, eden takımından) sevgili Hakan Ateş ve arkadaşlarını yürekten kutluyorum.
Cevap çok net: “Evet.”
Bu ‘yanlış’ cevabın ardından Sinan’ı Sinan yapan ve ‘doğruluğu’ su götürmez o muhteşem tespit geliyor:
“İnsan gruplarını ikiye ayıracaksak söyleyeyim: 1- Yapan, edenler 2- Şikâyet edenler. Ben yapan edenlerdenim, şikâyet edenlerden hep uzak durdum. Onlar da beni aralarına almazlar, ben de girmem.”
Kendimi, her türlü alçakgönüllülüğe layık gören ve de yanı sıra pekalâ ‘yapan edenlerden biri’ olarak ‘gidebilenler’e dahil ettiğim için olmalı (vazgeçmek özgürlüktür), sevgili Sinan’ın lafının altına okkalı bir imza da ben atarım. Sözüm tam da bu noktada zaten: ‘Yapan edenler’in ‘içinden geldiği gibi’ davranma lükslerinin olup olmadığında...
“İçinden geldiği gibi davrandığını” ifade eden sevgili dostumun herhangi bir ‘feveranı’nın söz konusu olmadığını biliyorum. Ancak, “haklılığın deliliği”ni yaşayan kişi konumuna düşmek istemeyenlere uygun bir iki “iletişim notu”nu da onu anarak hatırlatmaktan geri duramayacağım…
1) İçinden geldiği gibi davranmamak demek, ‘riyakârca’ davranmak demek değildir. Seçilmiş davranış dergilemek demektir…
2) Seçilmiş davranışı kimler sergilemez? Küçük çocuklar, akıl hastaları, çok yaşlılar, havyalar, bitkiler… Gerisi davranışlarını ‘kurgular’…
3) Davranışlar, neye göre kurgulanır? İnsanın kendisinin ve içinde yaşadığı çevrenin kültür ve değerlerine göre…
4) Herkes bir tür ‘kurgu’ içinde olduğuna göre, olay bazı ‘kurnaz ve kifayetsiz muhterisler’in ‘riya’ içinde davranmalarına açık mıdır ve buna karşı nasıl korunulur? Evet açıktır… Buna karşı korunmak ancak karşınızdakini ‘okumak’ ve her türden kurguyu ‘deşifre’ etmekle mümkündür…
5) ‘Şikâyet edenler’, ‘kurnaz ve kifayetsiz muhteris’ tayfası her zaman çoğunluktadırlar… Çünkü bütün sistemler enerji seviyesi daha düşük sistemlere doğru hareket etmek isterler (termodinamik)… Çıkış yolu tek çözümden geçer: ‘her şeye rağmen’ iletişim kanallarını açık tutmak...
‘Operayı sevmeyi öğrenebiliriz.’
İşte “yapan edenler”den biri daha... Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü ve Genel Sanat Yönetmeni Prof. Rengim Gökmen’i bu sütunlarda geçen yıl Süreyya Operası’nda izlediğim “Figaro’nun Düğünü”ndeki müthiş performans nedeniyle işin en tepesinde “ufku gören” kişi olarak kutlamıştım.
Dün akşam kendisinin ve Yekta Kara’nın evsahipliğindeki, 2. Uluslararası İstanbul Opera Festivali nedeniyle düzenlenen yemekte dostlarımızla birlikteydik : Hakan Ateş, Hakkı Devrim, Hıncal Uluç, Sedat Ergin, Pınar Türenç, Tufan Türenç, Murat Sabuncu, Faruk Şüyun, Nebil Özgentürk, Mesut Yar, Zeynep Oral, Nilgün Cerrahoğlu, Yetkin Dikinciler, Derya Baykal...
MSÜ Öğretim Üyelerinden sevgili Prof. Gülper Refiğ’den, Pazar günkü yazımda geçen “Mozart’ın operalarını birer popüler kültür eseri olarak bestelediği kabul edilir…” yolundaki ifadem nedeniyle aldığım takdir telefonu ile bir tür “opera konusunda konuşabilir” vizesi aldığımı varsayarak tespitimi tekrarlıyorum: “Operayı sevmeyi öğrenebiliriz.”
‘Ecnebi Türk’lerin tekelinde olduğu sanılan opera ve caz gibi alanlara yatırım yapanları ve bu vesileyle bu alanlara, divan edebiyatını da, klasik türk musıkisi gibi bize has sanatları da, (sanatın doğası gereği) dâhil eden ilim irfan sahiplerini ziyadesiyle memnun edenleri alkışlamalıyız. Dünya sanat tarihi, varlığını, klasik eserleri doğuran sanatçılar kadar bu sanatları himaye edenlere çok şey borçludur. Onlar olmasaydı, dünyamız eksik kalırdı.
“Herkese opera!” sloganıyla 1-21 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek olan 2. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nin hamisi DenizBank’ın Genel Müdürü (yapan, eden takımından) sevgili Hakan Ateş ve arkadaşlarını yürekten kutluyorum.