‘Buldumcukluk’
27 Haziran 2019 - Yeni Şafak
Ya da başlık olarak “Sevindirik olmak” deyişini de kullanabilirdik… Genelde anlaşılır bir durumdur, ancak zaman zaman kendi içinde zıddını, tehdit ve tehlike unsurunu da taşır…
Tabii ki anlıyoruz. 69 yıldır tek başına iktidar olamamış, son genel başkanı 9 seçim kaybetmiş, son 16 yılda 13 seçimden mağlup ayrılmış bir siyasi parti, kırk yılın başı İstanbul gibi bir metropolün Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanınca elbette sevinecektir. Elde ettikleri bir başarıdır. Tebrik ederiz.
Fakat sevinirken şuurla ilgili melekeleri kaybetmenin bazı sakıncaları olabilir... Dikkatli olmak gerekir. Sevinmenin sınırlarının da olabileceğini göz önünde bulundurmak lazımdır en azından…
Türk Dil Kurumu, buldumcuk sözcüğünü “sonradan görme”, buldumcuk olmak deyimini ise “bir şeye sonradan ulaşınca şımarmak” olarak tanımlıyor.
Bu tanımlar ışığında, 23 Haziran seçimlerinden sonraki tabloya baktığımızda, ortalık buldumcukluklardan geçilmiyor.
Kamyonet kasasında çilingir sofrası kurup disko müzikleri eşliğinde İstanbul sokaklarında gezenlerden bahsetmiyorum. Nasıl isterlerse öyle kutlarlar...
Asıl sorun, ‘ciddi’ analizler yaptıkları iddiasıyla sapla samanı karıştıran, işkembeyi kübradan atarak neden-sonuç ilişkileri ‘uyduranlar’ ve bu hamaset dalgası içinde kendini kaybedenler...
Mesela, CHP İzmir Milletvekili Atilla Sertel’in 25 Haziran’da attığı tweet... “Siz olmasaydınız, bu kadar büyük fark olmazdı :)” notunu, aralarında gazeteci, yazar, araştırmacı ve akademisyen, toplam 28 kişinin fotoğrafıyla birlikte Twitter’dan paylaşmış. Arkadaşlar bu tweet’i gösterince sadece güldüm... CHP’nin başarısının da başarısızlığı gibi hep başkalarına bağlı (!) olduğu hissiyatından bir türlü kurtulamıyorlar…
Mesela, iki dönem CHP milletvekilliği yapmış, medenî duruşuyla doğru şeyler de söyleyen Barış Yarkadaş dün katıldığı bir televizyon programında “AK Parti artık Türkiye’yi okuyamıyor” demiş. Stratejik ve taktik hata yapıldığını ifade etse bir şey demeyeceğim… 17 yıl önce iktidara gelen ve bunu sürdürdüğü için liderliğini koruyan ve pekiştiren bir parti için bu yorumu yaparken biraz daha tedbirli olmak gerekmez mi?
Sosyal medyada ve Whatsapp gruplarında paylaşılan bir de görsel var. Açıkçası bunu görünce çok gülemedim, paylaşanların duygusal ve ruhsal sağlıkları için endişelendim. Görselde, Ekrem İmamoğlu’nu teknoloji marifetiyle Atatürk’ün yanına iliştirmişler. Atatürk, yeni Başkan’ın elini iki elinin arasına almış. Demiş ki: “Hoşgeldin çocuk... Geleceğini biliyordum.” Yılmaz Özdil beyin Atatürk büstüne sarılıp çektirdiği fotoğraf bile daha naifti…
Tabii ki anlıyoruz. 69 yıldır tek başına iktidar olamamış, son genel başkanı 9 seçim kaybetmiş, son 16 yılda 13 seçimden mağlup ayrılmış bir siyasi parti, kırk yılın başı İstanbul gibi bir metropolün Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanınca elbette sevinecektir. Elde ettikleri bir başarıdır. Tebrik ederiz.
Fakat sevinirken şuurla ilgili melekeleri kaybetmenin bazı sakıncaları olabilir... Dikkatli olmak gerekir. Sevinmenin sınırlarının da olabileceğini göz önünde bulundurmak lazımdır en azından…
Türk Dil Kurumu, buldumcuk sözcüğünü “sonradan görme”, buldumcuk olmak deyimini ise “bir şeye sonradan ulaşınca şımarmak” olarak tanımlıyor.
Bu tanımlar ışığında, 23 Haziran seçimlerinden sonraki tabloya baktığımızda, ortalık buldumcukluklardan geçilmiyor.
Kamyonet kasasında çilingir sofrası kurup disko müzikleri eşliğinde İstanbul sokaklarında gezenlerden bahsetmiyorum. Nasıl isterlerse öyle kutlarlar...
Asıl sorun, ‘ciddi’ analizler yaptıkları iddiasıyla sapla samanı karıştıran, işkembeyi kübradan atarak neden-sonuç ilişkileri ‘uyduranlar’ ve bu hamaset dalgası içinde kendini kaybedenler...
Mesela, CHP İzmir Milletvekili Atilla Sertel’in 25 Haziran’da attığı tweet... “Siz olmasaydınız, bu kadar büyük fark olmazdı :)” notunu, aralarında gazeteci, yazar, araştırmacı ve akademisyen, toplam 28 kişinin fotoğrafıyla birlikte Twitter’dan paylaşmış. Arkadaşlar bu tweet’i gösterince sadece güldüm... CHP’nin başarısının da başarısızlığı gibi hep başkalarına bağlı (!) olduğu hissiyatından bir türlü kurtulamıyorlar…
Mesela, iki dönem CHP milletvekilliği yapmış, medenî duruşuyla doğru şeyler de söyleyen Barış Yarkadaş dün katıldığı bir televizyon programında “AK Parti artık Türkiye’yi okuyamıyor” demiş. Stratejik ve taktik hata yapıldığını ifade etse bir şey demeyeceğim… 17 yıl önce iktidara gelen ve bunu sürdürdüğü için liderliğini koruyan ve pekiştiren bir parti için bu yorumu yaparken biraz daha tedbirli olmak gerekmez mi?
Sosyal medyada ve Whatsapp gruplarında paylaşılan bir de görsel var. Açıkçası bunu görünce çok gülemedim, paylaşanların duygusal ve ruhsal sağlıkları için endişelendim. Görselde, Ekrem İmamoğlu’nu teknoloji marifetiyle Atatürk’ün yanına iliştirmişler. Atatürk, yeni Başkan’ın elini iki elinin arasına almış. Demiş ki: “Hoşgeldin çocuk... Geleceğini biliyordum.” Yılmaz Özdil beyin Atatürk büstüne sarılıp çektirdiği fotoğraf bile daha naifti…
Bunun bir internet şakası olduğuna tam kendimi inandıracaktım ki, dün sabah İsmail Küçükkaya’nın programında, seçim kampanyasında İmamoğlu’nun danışmanlığını -bana sorarsanız başarıyla- yürütmüş olan Necati Özkan ne dese beğenirsiniz: “Belki de Ekrem bey, bizim siyasi tarihimizin Atatürk’ten sonra en çok sevilen siyasetçisi hâline geldi” …
Özkan, İsmet İnönü’yü, Adnan Menderes’i, Bülent Ecevit’i, Süleyman Demirel’i, Turgut Özal’ı ve de R. Tayyip Erdoğan’ı silivermiş herhalde... Küçükkaya bile şaşırıp itiraz edecek oldu… O kadar yani…
Hatırlarsınız, 11 Mayıs günkü yazımızda, 31 Mart seçimlerine kadar CHP’nin iletişim kampanyasını yürüten, CHP’yi iyi tanıyan Ateş İlyas Başsoy’un bir uyarısından söz etmiştik.
Başsoy, seçimin yenilenmesi kararından sonra, 8 Mayıs günü Facebook hesabından şu mesajı yayınlamıştı: “Bu iş neşeli beyaz Türkler ‘event’i gibi görünürse yandık. Bu ‘gezi coşkusu’ bir yere kadar güzel, bir yerden sonra zorlayıcı (...) Bu abartılı şenlik havasını daha da abartmadan bitirmek gerek... Kendi yankı odamıza çekilip makara yarıştırma zamanı değil.”
Başsoy haksız değildi. O nedenle olsa gerek sonrasında ortalıktan kayboldu. Hayatta iki şeyin fazlasından zarar gelmez: Bilgi ve şefkat. Bunlar dışındaki her husus, her duygu, tepki ve yaklaşım bir denge içermelidir. Yoksa sakıncaları büyük olur ve bu süreçleri dengeli yürütemeyenlerin aleyhine çalışır.
10 yıl süren Truva Savaşı’nı bitiren Truva Atı’nın hikâyesini hatırlamakta fayda var. Yedi düveli biraya getirip saldıran Akhalılar, Truva’yı bir türlü ele geçiremezler. Sonunda Odysseus’un aklına gelen dâhiyane planı uygularlar… Savaştan çekiliyormuş gibi yaparak arkalarında sahile devasa bir at heykeli bırakırlar.
Truva ordusu ve halkı yıllar süren kuşatmanın ardından o kadar sevinçlidirler ki ‘zaferlerinin’ bir nişanı sandıkları bu atı kentin surlarından içeri alabilmek için duvarları yıkarlar ve çılgınlar gibi eğlenmeye başlarlar. Kutlamalarda, eğlencenin de içkinin de dozunu kaçırınca sarhoş olup sızarlar. Bilmedikleri ise tahta atın içinin Akhalı askerlerle dolu olduğu ve çevrede de saklanmış başka askerlerin bu anı beklediğidir. Gerisi malûm…
İnsan kaderine koşarmış...
Eğlenmek, kutlamak onca yılın ezikliği üzerine tabii ki hakkınız. Ancak keyifli olanı ciddî, ciddî olanı keyifle yapma refleksini geliştirmeyen herkesin keyif zehirlenmesine uğrayabildiği de başka bir gerçek.
Siz yine de Ateş İlyas Başsoy’un sözlerini kulağınıza küpe yapın…
Özkan, İsmet İnönü’yü, Adnan Menderes’i, Bülent Ecevit’i, Süleyman Demirel’i, Turgut Özal’ı ve de R. Tayyip Erdoğan’ı silivermiş herhalde... Küçükkaya bile şaşırıp itiraz edecek oldu… O kadar yani…
Hatırlarsınız, 11 Mayıs günkü yazımızda, 31 Mart seçimlerine kadar CHP’nin iletişim kampanyasını yürüten, CHP’yi iyi tanıyan Ateş İlyas Başsoy’un bir uyarısından söz etmiştik.
Başsoy, seçimin yenilenmesi kararından sonra, 8 Mayıs günü Facebook hesabından şu mesajı yayınlamıştı: “Bu iş neşeli beyaz Türkler ‘event’i gibi görünürse yandık. Bu ‘gezi coşkusu’ bir yere kadar güzel, bir yerden sonra zorlayıcı (...) Bu abartılı şenlik havasını daha da abartmadan bitirmek gerek... Kendi yankı odamıza çekilip makara yarıştırma zamanı değil.”
Başsoy haksız değildi. O nedenle olsa gerek sonrasında ortalıktan kayboldu. Hayatta iki şeyin fazlasından zarar gelmez: Bilgi ve şefkat. Bunlar dışındaki her husus, her duygu, tepki ve yaklaşım bir denge içermelidir. Yoksa sakıncaları büyük olur ve bu süreçleri dengeli yürütemeyenlerin aleyhine çalışır.
10 yıl süren Truva Savaşı’nı bitiren Truva Atı’nın hikâyesini hatırlamakta fayda var. Yedi düveli biraya getirip saldıran Akhalılar, Truva’yı bir türlü ele geçiremezler. Sonunda Odysseus’un aklına gelen dâhiyane planı uygularlar… Savaştan çekiliyormuş gibi yaparak arkalarında sahile devasa bir at heykeli bırakırlar.
Truva ordusu ve halkı yıllar süren kuşatmanın ardından o kadar sevinçlidirler ki ‘zaferlerinin’ bir nişanı sandıkları bu atı kentin surlarından içeri alabilmek için duvarları yıkarlar ve çılgınlar gibi eğlenmeye başlarlar. Kutlamalarda, eğlencenin de içkinin de dozunu kaçırınca sarhoş olup sızarlar. Bilmedikleri ise tahta atın içinin Akhalı askerlerle dolu olduğu ve çevrede de saklanmış başka askerlerin bu anı beklediğidir. Gerisi malûm…
İnsan kaderine koşarmış...
Eğlenmek, kutlamak onca yılın ezikliği üzerine tabii ki hakkınız. Ancak keyifli olanı ciddî, ciddî olanı keyifle yapma refleksini geliştirmeyen herkesin keyif zehirlenmesine uğrayabildiği de başka bir gerçek.
Siz yine de Ateş İlyas Başsoy’un sözlerini kulağınıza küpe yapın…