‘Bütün parçaların toplamından fazladır’
16 MART 2012
Tutukluluk sürelerinin uzun olması, tutuklulara Silivri’de reva görülen kötü muameleler, kaç gazetecinin salt gazetecilik eyleminden dolayı suçlandığı, kaçının terörist eylem nedeniyle yargılandığı, tutukluluk sürelerinin içinde seçilmiş milletvekillerinin durumu…
Bu konuların hepsi hakkında herkesin bir fikri var. Ben ise uzunca bir süredir Cumhurbaşkanı Abdullah Gül – Başbakan Tayyip Erdoğan – Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç üçlüsünü izliyorum. Davranışlarını, tepkilerini, yapacakları açıklamanın ‘ses tonu’ ve içeriğini tahmin etmeye çalışıyorum. “Şimdi Gül şöyle yapacak”, “Başbakan şöyle bir çıkış sergileyecek”, “Arınç şunları söyleyecek”…
Tahminlerimde genel hatlarıyla hayli isabet kaydettiğimi söylemeliyim…
Uzunca bir süredir ‘başarılı’, ‘sonuç odaklı’, yani ‘iktidara taşıyacak ve orada tutunduracak’ siyasi iletişimin ana malzemesini oluşturan iki öğe ortadadır: Büyük fikir, büyük lider… Buna bir de ‘parçalardan fazla olan bütün’ mantığında yapılanmış olan tepe yönetimini eklemek gerekebilir… Tabii ki esas lider Erdoğan, ancak birinci etki kademesinde Gül ve Arınç, sonraki kademede Davutoğlu, Akdağ, Babacan, Atalay, Yıldırım ve Parti Başkan yardımcısı Hüseyin Çelik, son halkada da kendi alanlarıyla ilgili ‘konuşan’ diğer bakan ve siyasiler…
Bu yapıyı ve bu yapının işleyişini iyi izlemek ve anlamak lazım… Siyasi iletişimi Anglosakson ‘Campaign management’ çerçevesinde tanımış ve kavramış olanların bu bize uygun yapıya aşina olmalarını beklemek hayli zor elbette.
Başbakan’ın sert çıktığı ya da görmezden geldiği durumlarda Arınç’ın topa nasıl girdiğini ve adalet duygusu ile kamu vicdanını nasıl seslendirdiğini ‘okuyamaz’, Cumhurbaşkanı Gül’ün hangi pozisyonu aldığı doğru değerlendirilemezse, AK Parti daha uzun yıllar ‘sıfır muhalefet’ dengesizliğiyle, neredeyse demokrasiyi bir nebze olsun diri tutmak istercesine kendi içindeki muhalefet noktalarıyla tartışarak yoluna devam edecek gibi görünüyor.
Sayın Arınç’ın Nedim Şener’i aramasını, geçmiş olsun dileklerini ifade etmesini, kamu vicdanında rahatsızlık yaratan Madımak yangını ile ilgili saptamalarını ‘bütün – parça’ mantığında ‘okumaya’ çalışmak lazım. O anda içinden öylesine gelmiş sözler olarak değil…
Nihan üzülsün bence...
Mehmet Ali Birand, HSYK'nın düzenlediği sempozyumdaki çevirmen fiyaskosu haberini sunarken İtalyan Savcı Fellice Casson’un yanıbaşında ecel terleri döken genç çevirmenlere karşı çok şefkatli bir dil kullandı. Kahkahayla gülerek teselli bile etti: “Nihan üzülme. Her şey daha iyi olacak!”
Bir anestezi hekimi arkadaşımız, narkoz hatasıyla ortaya çıkan sağlık faciaları haberlerini kayda alıp meslek içi eğitimlerde ‘olumsuz vaka’lara örnek olarak izlettirdiğini söylemişti. Hekimin hatası can alabiliyorken, alanlarında uzman olmayan başka başka mesleklerin ‘kendini bilmeyenleri’ de dereceleri farklı da olsa çevrelerine zarar vermeye devam ediyorlar.
İzleyenler hatırlayacaklardır, iki çevirmen işin üstesinden gelemeyince biri, şu itirafta bulundu:
“Özür dileriz. Bizler Ankara Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı öğrencisiyiz. Konuya hazırlandık geldik ama yeterli olamadık.”
Öğrenci kızlar haddini bilmiyor ve bildiğini sandığı yabancı dille sahne alma hakkını kendilerinde görüyorlar. Organizasyon şirketi amatörlerle çalışıp üç kuruş kâr etme derdinde. Halkla ilişkiler, PR, etkinlik ve organizasyon, stratejik danışmanlık... İletişim dünyasının ‘deve dişi’ gibi konularıdır bunlar. Gereğince önemsenmediğinde herkesi utandırır.
Nihan üzülsün bence... O’nu olanca sempatikliğiyle seviyor ve bir o kadar da beğenmiyoruz. Platon’un Akademia’nın kapısına ne yazdırdığını merak edip okur ve üzerine düşünürse ne demek istediğimi anlayacaktır. Elbette Yunus Emre’nin ‘İlim kendin bilmektir’ diyen mısrasını da...
Bu konuların hepsi hakkında herkesin bir fikri var. Ben ise uzunca bir süredir Cumhurbaşkanı Abdullah Gül – Başbakan Tayyip Erdoğan – Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç üçlüsünü izliyorum. Davranışlarını, tepkilerini, yapacakları açıklamanın ‘ses tonu’ ve içeriğini tahmin etmeye çalışıyorum. “Şimdi Gül şöyle yapacak”, “Başbakan şöyle bir çıkış sergileyecek”, “Arınç şunları söyleyecek”…
Tahminlerimde genel hatlarıyla hayli isabet kaydettiğimi söylemeliyim…
Uzunca bir süredir ‘başarılı’, ‘sonuç odaklı’, yani ‘iktidara taşıyacak ve orada tutunduracak’ siyasi iletişimin ana malzemesini oluşturan iki öğe ortadadır: Büyük fikir, büyük lider… Buna bir de ‘parçalardan fazla olan bütün’ mantığında yapılanmış olan tepe yönetimini eklemek gerekebilir… Tabii ki esas lider Erdoğan, ancak birinci etki kademesinde Gül ve Arınç, sonraki kademede Davutoğlu, Akdağ, Babacan, Atalay, Yıldırım ve Parti Başkan yardımcısı Hüseyin Çelik, son halkada da kendi alanlarıyla ilgili ‘konuşan’ diğer bakan ve siyasiler…
Bu yapıyı ve bu yapının işleyişini iyi izlemek ve anlamak lazım… Siyasi iletişimi Anglosakson ‘Campaign management’ çerçevesinde tanımış ve kavramış olanların bu bize uygun yapıya aşina olmalarını beklemek hayli zor elbette.
Başbakan’ın sert çıktığı ya da görmezden geldiği durumlarda Arınç’ın topa nasıl girdiğini ve adalet duygusu ile kamu vicdanını nasıl seslendirdiğini ‘okuyamaz’, Cumhurbaşkanı Gül’ün hangi pozisyonu aldığı doğru değerlendirilemezse, AK Parti daha uzun yıllar ‘sıfır muhalefet’ dengesizliğiyle, neredeyse demokrasiyi bir nebze olsun diri tutmak istercesine kendi içindeki muhalefet noktalarıyla tartışarak yoluna devam edecek gibi görünüyor.
Sayın Arınç’ın Nedim Şener’i aramasını, geçmiş olsun dileklerini ifade etmesini, kamu vicdanında rahatsızlık yaratan Madımak yangını ile ilgili saptamalarını ‘bütün – parça’ mantığında ‘okumaya’ çalışmak lazım. O anda içinden öylesine gelmiş sözler olarak değil…
Nihan üzülsün bence...
Mehmet Ali Birand, HSYK'nın düzenlediği sempozyumdaki çevirmen fiyaskosu haberini sunarken İtalyan Savcı Fellice Casson’un yanıbaşında ecel terleri döken genç çevirmenlere karşı çok şefkatli bir dil kullandı. Kahkahayla gülerek teselli bile etti: “Nihan üzülme. Her şey daha iyi olacak!”
Bir anestezi hekimi arkadaşımız, narkoz hatasıyla ortaya çıkan sağlık faciaları haberlerini kayda alıp meslek içi eğitimlerde ‘olumsuz vaka’lara örnek olarak izlettirdiğini söylemişti. Hekimin hatası can alabiliyorken, alanlarında uzman olmayan başka başka mesleklerin ‘kendini bilmeyenleri’ de dereceleri farklı da olsa çevrelerine zarar vermeye devam ediyorlar.
İzleyenler hatırlayacaklardır, iki çevirmen işin üstesinden gelemeyince biri, şu itirafta bulundu:
“Özür dileriz. Bizler Ankara Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı öğrencisiyiz. Konuya hazırlandık geldik ama yeterli olamadık.”
Öğrenci kızlar haddini bilmiyor ve bildiğini sandığı yabancı dille sahne alma hakkını kendilerinde görüyorlar. Organizasyon şirketi amatörlerle çalışıp üç kuruş kâr etme derdinde. Halkla ilişkiler, PR, etkinlik ve organizasyon, stratejik danışmanlık... İletişim dünyasının ‘deve dişi’ gibi konularıdır bunlar. Gereğince önemsenmediğinde herkesi utandırır.
Nihan üzülsün bence... O’nu olanca sempatikliğiyle seviyor ve bir o kadar da beğenmiyoruz. Platon’un Akademia’nın kapısına ne yazdırdığını merak edip okur ve üzerine düşünürse ne demek istediğimi anlayacaktır. Elbette Yunus Emre’nin ‘İlim kendin bilmektir’ diyen mısrasını da...