‘Digital Wildfires’ yeni iş alanları yaratıyor
15 MART 2013
‘Ajans Press ve PRNet İtibarınızı Koruyor’…En ufak bir abartım yok. Geniş bir kesime gönderilmiş olan bir e-posta mesajının başlığı bu. Türkiye’nin en etkili ‘basın takibi’ ajansından (eski adıyla kupür ajansı) geliyor. Bünyesinde Ajans Press ve kurucularından biri olduğum için her zaman kıvanç duyduğum PRNet gibi iki markayı barındıran güçlü bir grup yazmamış olsa, ciddiye almayacağım. Ama öyle değil.
İtibarın nasıl korunduğu ve bunun kimlerin uzmanlık alanı olduğu tartışmasını yazının ikinci bölümüne bırakarak; PR sektörünün, gelecek tasarımı için hangi meselelerle başa çıkması ve kendisini nereye konumlaması gerektiğine çok iyi bir tartışma platformu oluşturan bu mesaja bir göz atalım. Yazıyı, bazı gramer hataları ve ifade bozukluklarını – haddimi aşarak- düzeltip öyle alıyorum aşağıya:
“Ajans Press ve PRNet, müşterilerinin itibarının korunması için, bu konuda dünyanın en önde gelen online itibar koruma firması, Amerikan Rubbit LLC şirketi ile anlaşmaya vardı. Artık müşterilerimiz hakkında internette ve sosyal medyada çıkan asılsız haberlere, hakaret içeren yazılara, sahte profillere ve her türlü itibar zedeleyici içeriğe anında müdahale mümkün.
Dünyada Bir İlk
Ajans Press ve PRNet Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Özkan, yaptığı açıklamada, internette olumsuz içerikleri kaldırmalarının artık mümkün olduğunu ve firmaların itibar kayıplarının çok hızlı bir şekilde önüne geçileceğini söyledi. Türkiye'nin önde gelen iki Medya Takip kuruluşu olarak dünyada bir ilki gerçekleştirdiklerini belirten Özkan, amaçlarının bu sistemi ilerleyen yıllarda dünya çapında uygulamak olduğunu belirtti.
Artık Şahısları ve Şirketleri karalamak kolay olmayacak
PRNet Genel Müdürü Hüseyin Laçin, internet medyası üzerinde, isteyen herkes tarafından uygunsuz paylaşımlar ve haberlerin yayınlayabildiğini, ancak artık şahısların ve şirketlerin karalanmasının kolay olmayacağını ifade etti.
Laçin, RUBBIT ile yapılmış olan işbirliği sayesinde; zarara uğratıcı, istenmeyen içerik ve görüntülerin kaldırılmasının hukuki yollardan, son derece kısa bir süre içerisinde gerçekleşeceğini belirtti.
Rubbit Türkiye Bilişim Hukuku Departmanı Yöneticisi Avukat Meltem Banko ise yaptığı açıklamada, Türkiye'de Ajans Press ve PR Net gibi köklü ve kurumsal şirketlerle anlaşma yapmalarından dolayı çok mutlu olduklarını ve bu iş birlikteliğinin kontrolsüz internet yapısının kötü niyetle kullanılması sonucu, şirketlerin ve şahısların mağdur edilmesinin önüne geçeceğini belirtti.
RUBBIT Kimdir?
RUBBIT LLC şirketi Amerika Birleşik Devletleri'nde kurulmuş bir Hukuk Networküdür. Amerika'da Las Vegas merkezli çalışan şirket bünyesinde bu konuda uzman birçok hukukçuyu ve teknik personeli barındırdığı gibi, 40'ı aşkın eyalette de anlaşmalı olduğu, İnternet Hukuku konusunda uzman hukuk ofisi ile çalışmaktadır. Online itibar koruma konusunda dünyanın en önde gelen şirketi olan RUBBIT LLC, bugün Amerika Forbes ilk 500 şirketinden birçoğu ile yıllık anlaşma bazında çalışmakta ve portföyünde 10.000'i aşkın şirket ve şahıstan oluşan müşteri bulunmaktadır. Daha fazla bilgi için temsilcinizle temasa geçebilirsiniz (212) 370 11 00”
Gönderilen metin bu. Aslında hizmet hiç de fena değil. En ufak asılsız mesnetsiz saldırıda dahi savcılığa başvurup dava açtığım ve dijital eşkıyalığa yeltenenleri bezdirdiğim için Allah’a şükür bu tür bir savunmaya ihtiyacım pek olmamasına rağmen, ilgimi çekti. Pek çok kurum ve kişinin de çekecektir. Çünkü son Davos Zirvesi’nde yayınlanan Küresel Risk Raporu’nda yer aldığı üzere, 50’lik listede en büyük ilk 5 riskin içinde ilk sıralarda kontrol edilemez ‘elektronik bozkır yangını’ bulunuyor (Bkz. ‘Digital Wildfires in a Hyperconnected World Electronic Wildfire’, http://goo.gl/JE5wz).
İyi tamam da itibarı dijital saldırılara karşı hukuk savaşı vererek savunmak, dijital eşkiyaların yayılmasını davaları, cezaları devreye sokarak engellemeye çalışmak başkadır, itibarı yönetmek bambaşka… Her ne kadar e-postanın başlığı tahrik edici ve yaratıcı bir anlayışla seçilmiş gibi dursa da, “itibarını bizden sorulur”, “İtibar Yönetimi – Reputation Manegement- bizim işimizdir” gibi algılanmaya her an müsait bir anlayışa da hizmet edebiliyor.
O zaman da varoluşlarını ‘itibar yönetimine’ bağlamış olan reklamcı ve PR’cılar bundan alınabilir, bu işe hayatını vermiş olan büyük bilim adamları ve kuruluşlar rahatsızlık duyabilirler. Nereden baksanız Ajans Press gibi ajanslar neresinden baksanız, bir şekilde iletişim şirketlerinin alt yüklenicileri ve tedarikçileridir. En azında müşteri medya takip ajansı seçeceği zaman ‘etkileyici’ bir rol oynarlar. Yani onların en yakın sosyal paydaşlarıdır…
Özetle biraz talihsiz bir açıklama olmuş. Avukatlar iletişim işine ne zaman ‘dalsalar’ ne hikmetse bu tür talihsizlikler yaşanır. Ben arkadaşların yerinde olsa ‘sosyal paydaşlarımın’ gönüllerini almaya bakar, minik bir ‘kriz iletişimi’ programı uygulardırm.
Aklımız kadar fikrimiz de çok mudur?
‘Kadro’ dergisinin tıpkı basımından haberdar olanlarınız vardır. Ben de Aralık ayındaki doğum günümde kıymetli bir dostum tarafından bana armağan edildiğinde haberdar olmuştum. 1932-1934 yılları arasında aylık dergi olarak yayımlanan Kadro, siyasi hayatımızın en önemli yayınlarından biridir. Fikir dergisidir her şeyden önce… Kıtlığını çektiğimiz ‘fikir’in… Aklımız çoktur da fikrimiz o kadar çok değildir. Bu duygu ve düşüncelerle zaman zaman kırmızı üç cilt halindeki çok özel bu derginin sayfalarını karıştırıyor ve çarpıcı yazı başlıklarında takılıp kalıyorum.
Nedense Kadro’nun “Türk sol hareketinin en özgün ve öncü sesi” olduğu yolunda da yanlış ve yaygın bir kanı oluşmuştur. Kadro dergisiyle ilgili olarak rahmetli Halit Refiğ’in şu derinlikli tespitlerini dikkate almanızı önererek, tıpkıbasım dergilerin bir an önce sahibi olmanızı dilerim:
“Milli Mücadele’ye destek vermiş olan Sovyetler de Batı’dan farklı bir sanayileşme çabası içindeydiler. Ama yeni devletin kadrolarını meydana getirenlerin çok büyük bir kısmı, Gazi’nin aksine, alafranga Osmanlı Tanzimat geleneğini bilinçli bilinçsiz sürdürmek eğilimindeydiler. Sovyetler’in sevimsiz görüntülerinin de etkisiyle, geçmişi unutmak, Batı ile barışık olmak istekleri gitgide ağır basmaktaydı. Bunun sonucu 1930 yılında Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Fırka ile girişilen demokrasi denemesindeki fiyasko oldu. Gazi’nin kuşkularında haklı olduğu anlaşıldı. İrtica hortlamasından başka bir şeye yaramayan sermayesiz liberalizm denemesindeki başarısızlık sosyalist modelin araştırılmasına yol açtı.
Başvekil İsmet Paşa 1932 yılında Sovyetler Birliği’ni ziyaret etti. Maksat planlı ekonomi ve devlet eliyle sanayileşme konusunda bilgilenmekti. İsmet Paşa Moskova’dan olumlu izlenimlerle dönmüştü. Komünist olmadan devlet eliyle sanayileşme çaresi düşünüldü. Başına Gazi’nin prenslerinden Yakup Kadri’nin getirildiği, fikriyatını büyük ölçüde Şevket Süreyya’nın yaptığı Kadro dergisi yayınlanmaya başladı. Dergi, Kemalizm, kapitalizm ve sosyalizm dışında “üçüncü yol” olduğu savını öne sürüyordu. Amacı Tanzimatçı artığı alafranga bürokrasi yerine Cumhuriyet’in yeni yönetici kadrosunun fikriyatını oluşturmaktı. Bu fikriyat “sosyal milliyetçilik” olarak tanımlanmaktaydı. Cumhuriyetin 10. yılı anayurdu demir ağlarla örmenin gururu, Türkün geleceğine güvenin coşkusu içinde kutlandı.” (Türkiye’nin Kültür Yönelimlerinin Kökeni. NPQ Türkiye dergisi. Yıl:2001. Cilt 3. Sayı:1, “Tutumlu Kent” kapak konulu sayı.)
Bir eserin hangi dünya görüşünün egemenliğindeki bir atmosferde şekillendirildiğini bilemediğimizde ‘okumalarımız’ eksik ve en önemlisi ‘sığ’ kalmıyor mu?
Toplam 36 sayı yayımlanan Kadro Dergisi’nin ilk tıpkıbasımı 1979 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları arasından, Doç. Dr. Cem Alpar'ın çalışması olarak çıkmış. 2004 yılında da İleri Yayınları, Gökçe Fırat ve Özgür Erdem'in çalışmasıyla Kadro'nun seçme sayılarını çıkarmış ve geçtiğimiz yıl sonunda da benim de şu günlerde elimin altında bulundurduğum tıpkıbasımı okurlara sunmuşlar. Otuzlu yıllara dokunmak gibi bir şey… O dönemin ruhuna…
Akılla fikrin herkese birlikte nasip olması dileğiyle...
Tarkan kadın meselesine odaklanırsa, olur
Önce ilk bakışta ‘mükemmel’ gibi görünen bir Tarkan açıklamasına kulak verelim (tamamı nette). Türkiye’nin açık ara en büyük starı ‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ üzerine şöyle konuşmuş:
“Bence kutlanacak bir gün de değildir… Anneyi, anneliği kutsal sayan bu toplumda erkekler ne yazık ki hâlâ kadınları öldürüyor. Bu çelişkiyi anlamak mümkün değil. Bir yandan annesini, anneliği kutsuyor; diğer yandan başka annelere, anne adaylarına işkence ediyor, dövüyor. Hatta emeklerini sonuna kadar sömürüyor.
Kutsalla namus arasında sıkışmış bir erkekliğin zorbalığı tetikleyen hastalıklı zihnidir bu. Öyle bir erkek zihni oluşturulmuş ki, sadece kendi var oluşunu kabul ediyor; yakınlarındaki kadınlara, kendi izni ve onayı dışında var olma, gelişme, düşünme, hissetme, konuşma şansı tanımıyor. Onaylamadığı bir durumla karşılaşınca da, zihninin doğruladığı herhangi bir gerekçeye sığınıp onlara her türlü şiddeti uyguluyor, hatta öldürüyor, bazen de diri diri toprağa gömüyor.
Erkek zulmüne uğramakta olan bütün kadınların acılarının dinmesi, ölüm ve şiddet riskinden kurtulmaları, çocuk gelinlerin kurtarılmaları ve bütün kadınların özgürleşmeleri gerekir. Hukukun, şiddete maruz kalan kadınları daha fazla desteklemesi gerekir. Hepimizin, kadınlara uygulanan şiddete karşı bilinçlenmesi ve sonuna kadar savaşması gerekir. 8 Mart, ancak o zaman kutlanacak bir gün olur.”
Altına imza atmamak olası mı? Hayır.
Nasıl retorik? Mükemmel. Kendi elinden mi çıktı, yardım mı aldı, bilemem. Ortaya onun imzası ile çıktıysa, artık onundur.
Peki sorun ne?
Sorun şu: Bizim üç C kuralında bir C eksik kaldı mı iş çöker bu bir… Burada da yaratıcılık (creativity) tutarlılık (consistency – özellikle hedef kitlesinin büyük bir kısmının kadın olduğu düşünülürse) had safhada var.
Peki ne eksik? Sürürülebilirlik (continuity), aynı konunun çeşitli alanlarını kapsamak, olayı uzun yıllar izlemek, eksik.
Nereden biliyorsun? Geçmişten… Tarkan pek çok konuyu mıncıklayıp bırakmıştır. Angelina Jolie, Bob Geldof gibi tek konuya uzun süre odaklanıp, orada derinleşemiyor. Türkiye’de bunu başaran var mı? Hayır yok. Zaten o nedenle şöhretlerimizin iletişimi adam gibi yönetilemez, diyip duruyorum ya. Kapitalizm ve liberalizm girmemiş bizim şöhret ekonomimize. Bu iki yoksa da iletişim kültürü gelişmez.
Tarkan’ın buna Türkiye sınırları içinde ihtiyacı var mı bu ince ayara?
Hayır yok!
O zaman sana ne?
Bana şu: Türkiye sınırlarını aşabilme, ülkenin marka değerini artırabilme şansına sahip çok fazla şöhretimiz yok. Tarkan sınırları zorlayabilecek büyük bir yetenek. Derdimiz daha çok bu. Sadece Tarkan’ın şahsı değil yani…
İtibarın nasıl korunduğu ve bunun kimlerin uzmanlık alanı olduğu tartışmasını yazının ikinci bölümüne bırakarak; PR sektörünün, gelecek tasarımı için hangi meselelerle başa çıkması ve kendisini nereye konumlaması gerektiğine çok iyi bir tartışma platformu oluşturan bu mesaja bir göz atalım. Yazıyı, bazı gramer hataları ve ifade bozukluklarını – haddimi aşarak- düzeltip öyle alıyorum aşağıya:
“Ajans Press ve PRNet, müşterilerinin itibarının korunması için, bu konuda dünyanın en önde gelen online itibar koruma firması, Amerikan Rubbit LLC şirketi ile anlaşmaya vardı. Artık müşterilerimiz hakkında internette ve sosyal medyada çıkan asılsız haberlere, hakaret içeren yazılara, sahte profillere ve her türlü itibar zedeleyici içeriğe anında müdahale mümkün.
Dünyada Bir İlk
Ajans Press ve PRNet Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Özkan, yaptığı açıklamada, internette olumsuz içerikleri kaldırmalarının artık mümkün olduğunu ve firmaların itibar kayıplarının çok hızlı bir şekilde önüne geçileceğini söyledi. Türkiye'nin önde gelen iki Medya Takip kuruluşu olarak dünyada bir ilki gerçekleştirdiklerini belirten Özkan, amaçlarının bu sistemi ilerleyen yıllarda dünya çapında uygulamak olduğunu belirtti.
Artık Şahısları ve Şirketleri karalamak kolay olmayacak
PRNet Genel Müdürü Hüseyin Laçin, internet medyası üzerinde, isteyen herkes tarafından uygunsuz paylaşımlar ve haberlerin yayınlayabildiğini, ancak artık şahısların ve şirketlerin karalanmasının kolay olmayacağını ifade etti.
Laçin, RUBBIT ile yapılmış olan işbirliği sayesinde; zarara uğratıcı, istenmeyen içerik ve görüntülerin kaldırılmasının hukuki yollardan, son derece kısa bir süre içerisinde gerçekleşeceğini belirtti.
Rubbit Türkiye Bilişim Hukuku Departmanı Yöneticisi Avukat Meltem Banko ise yaptığı açıklamada, Türkiye'de Ajans Press ve PR Net gibi köklü ve kurumsal şirketlerle anlaşma yapmalarından dolayı çok mutlu olduklarını ve bu iş birlikteliğinin kontrolsüz internet yapısının kötü niyetle kullanılması sonucu, şirketlerin ve şahısların mağdur edilmesinin önüne geçeceğini belirtti.
RUBBIT Kimdir?
RUBBIT LLC şirketi Amerika Birleşik Devletleri'nde kurulmuş bir Hukuk Networküdür. Amerika'da Las Vegas merkezli çalışan şirket bünyesinde bu konuda uzman birçok hukukçuyu ve teknik personeli barındırdığı gibi, 40'ı aşkın eyalette de anlaşmalı olduğu, İnternet Hukuku konusunda uzman hukuk ofisi ile çalışmaktadır. Online itibar koruma konusunda dünyanın en önde gelen şirketi olan RUBBIT LLC, bugün Amerika Forbes ilk 500 şirketinden birçoğu ile yıllık anlaşma bazında çalışmakta ve portföyünde 10.000'i aşkın şirket ve şahıstan oluşan müşteri bulunmaktadır. Daha fazla bilgi için temsilcinizle temasa geçebilirsiniz (212) 370 11 00”
Gönderilen metin bu. Aslında hizmet hiç de fena değil. En ufak asılsız mesnetsiz saldırıda dahi savcılığa başvurup dava açtığım ve dijital eşkıyalığa yeltenenleri bezdirdiğim için Allah’a şükür bu tür bir savunmaya ihtiyacım pek olmamasına rağmen, ilgimi çekti. Pek çok kurum ve kişinin de çekecektir. Çünkü son Davos Zirvesi’nde yayınlanan Küresel Risk Raporu’nda yer aldığı üzere, 50’lik listede en büyük ilk 5 riskin içinde ilk sıralarda kontrol edilemez ‘elektronik bozkır yangını’ bulunuyor (Bkz. ‘Digital Wildfires in a Hyperconnected World Electronic Wildfire’, http://goo.gl/JE5wz).
İyi tamam da itibarı dijital saldırılara karşı hukuk savaşı vererek savunmak, dijital eşkiyaların yayılmasını davaları, cezaları devreye sokarak engellemeye çalışmak başkadır, itibarı yönetmek bambaşka… Her ne kadar e-postanın başlığı tahrik edici ve yaratıcı bir anlayışla seçilmiş gibi dursa da, “itibarını bizden sorulur”, “İtibar Yönetimi – Reputation Manegement- bizim işimizdir” gibi algılanmaya her an müsait bir anlayışa da hizmet edebiliyor.
O zaman da varoluşlarını ‘itibar yönetimine’ bağlamış olan reklamcı ve PR’cılar bundan alınabilir, bu işe hayatını vermiş olan büyük bilim adamları ve kuruluşlar rahatsızlık duyabilirler. Nereden baksanız Ajans Press gibi ajanslar neresinden baksanız, bir şekilde iletişim şirketlerinin alt yüklenicileri ve tedarikçileridir. En azında müşteri medya takip ajansı seçeceği zaman ‘etkileyici’ bir rol oynarlar. Yani onların en yakın sosyal paydaşlarıdır…
Özetle biraz talihsiz bir açıklama olmuş. Avukatlar iletişim işine ne zaman ‘dalsalar’ ne hikmetse bu tür talihsizlikler yaşanır. Ben arkadaşların yerinde olsa ‘sosyal paydaşlarımın’ gönüllerini almaya bakar, minik bir ‘kriz iletişimi’ programı uygulardırm.
Aklımız kadar fikrimiz de çok mudur?
‘Kadro’ dergisinin tıpkı basımından haberdar olanlarınız vardır. Ben de Aralık ayındaki doğum günümde kıymetli bir dostum tarafından bana armağan edildiğinde haberdar olmuştum. 1932-1934 yılları arasında aylık dergi olarak yayımlanan Kadro, siyasi hayatımızın en önemli yayınlarından biridir. Fikir dergisidir her şeyden önce… Kıtlığını çektiğimiz ‘fikir’in… Aklımız çoktur da fikrimiz o kadar çok değildir. Bu duygu ve düşüncelerle zaman zaman kırmızı üç cilt halindeki çok özel bu derginin sayfalarını karıştırıyor ve çarpıcı yazı başlıklarında takılıp kalıyorum.
Nedense Kadro’nun “Türk sol hareketinin en özgün ve öncü sesi” olduğu yolunda da yanlış ve yaygın bir kanı oluşmuştur. Kadro dergisiyle ilgili olarak rahmetli Halit Refiğ’in şu derinlikli tespitlerini dikkate almanızı önererek, tıpkıbasım dergilerin bir an önce sahibi olmanızı dilerim:
“Milli Mücadele’ye destek vermiş olan Sovyetler de Batı’dan farklı bir sanayileşme çabası içindeydiler. Ama yeni devletin kadrolarını meydana getirenlerin çok büyük bir kısmı, Gazi’nin aksine, alafranga Osmanlı Tanzimat geleneğini bilinçli bilinçsiz sürdürmek eğilimindeydiler. Sovyetler’in sevimsiz görüntülerinin de etkisiyle, geçmişi unutmak, Batı ile barışık olmak istekleri gitgide ağır basmaktaydı. Bunun sonucu 1930 yılında Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Fırka ile girişilen demokrasi denemesindeki fiyasko oldu. Gazi’nin kuşkularında haklı olduğu anlaşıldı. İrtica hortlamasından başka bir şeye yaramayan sermayesiz liberalizm denemesindeki başarısızlık sosyalist modelin araştırılmasına yol açtı.
Başvekil İsmet Paşa 1932 yılında Sovyetler Birliği’ni ziyaret etti. Maksat planlı ekonomi ve devlet eliyle sanayileşme konusunda bilgilenmekti. İsmet Paşa Moskova’dan olumlu izlenimlerle dönmüştü. Komünist olmadan devlet eliyle sanayileşme çaresi düşünüldü. Başına Gazi’nin prenslerinden Yakup Kadri’nin getirildiği, fikriyatını büyük ölçüde Şevket Süreyya’nın yaptığı Kadro dergisi yayınlanmaya başladı. Dergi, Kemalizm, kapitalizm ve sosyalizm dışında “üçüncü yol” olduğu savını öne sürüyordu. Amacı Tanzimatçı artığı alafranga bürokrasi yerine Cumhuriyet’in yeni yönetici kadrosunun fikriyatını oluşturmaktı. Bu fikriyat “sosyal milliyetçilik” olarak tanımlanmaktaydı. Cumhuriyetin 10. yılı anayurdu demir ağlarla örmenin gururu, Türkün geleceğine güvenin coşkusu içinde kutlandı.” (Türkiye’nin Kültür Yönelimlerinin Kökeni. NPQ Türkiye dergisi. Yıl:2001. Cilt 3. Sayı:1, “Tutumlu Kent” kapak konulu sayı.)
Bir eserin hangi dünya görüşünün egemenliğindeki bir atmosferde şekillendirildiğini bilemediğimizde ‘okumalarımız’ eksik ve en önemlisi ‘sığ’ kalmıyor mu?
Toplam 36 sayı yayımlanan Kadro Dergisi’nin ilk tıpkıbasımı 1979 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları arasından, Doç. Dr. Cem Alpar'ın çalışması olarak çıkmış. 2004 yılında da İleri Yayınları, Gökçe Fırat ve Özgür Erdem'in çalışmasıyla Kadro'nun seçme sayılarını çıkarmış ve geçtiğimiz yıl sonunda da benim de şu günlerde elimin altında bulundurduğum tıpkıbasımı okurlara sunmuşlar. Otuzlu yıllara dokunmak gibi bir şey… O dönemin ruhuna…
Akılla fikrin herkese birlikte nasip olması dileğiyle...
Tarkan kadın meselesine odaklanırsa, olur
Önce ilk bakışta ‘mükemmel’ gibi görünen bir Tarkan açıklamasına kulak verelim (tamamı nette). Türkiye’nin açık ara en büyük starı ‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ üzerine şöyle konuşmuş:
“Bence kutlanacak bir gün de değildir… Anneyi, anneliği kutsal sayan bu toplumda erkekler ne yazık ki hâlâ kadınları öldürüyor. Bu çelişkiyi anlamak mümkün değil. Bir yandan annesini, anneliği kutsuyor; diğer yandan başka annelere, anne adaylarına işkence ediyor, dövüyor. Hatta emeklerini sonuna kadar sömürüyor.
Kutsalla namus arasında sıkışmış bir erkekliğin zorbalığı tetikleyen hastalıklı zihnidir bu. Öyle bir erkek zihni oluşturulmuş ki, sadece kendi var oluşunu kabul ediyor; yakınlarındaki kadınlara, kendi izni ve onayı dışında var olma, gelişme, düşünme, hissetme, konuşma şansı tanımıyor. Onaylamadığı bir durumla karşılaşınca da, zihninin doğruladığı herhangi bir gerekçeye sığınıp onlara her türlü şiddeti uyguluyor, hatta öldürüyor, bazen de diri diri toprağa gömüyor.
Erkek zulmüne uğramakta olan bütün kadınların acılarının dinmesi, ölüm ve şiddet riskinden kurtulmaları, çocuk gelinlerin kurtarılmaları ve bütün kadınların özgürleşmeleri gerekir. Hukukun, şiddete maruz kalan kadınları daha fazla desteklemesi gerekir. Hepimizin, kadınlara uygulanan şiddete karşı bilinçlenmesi ve sonuna kadar savaşması gerekir. 8 Mart, ancak o zaman kutlanacak bir gün olur.”
Altına imza atmamak olası mı? Hayır.
Nasıl retorik? Mükemmel. Kendi elinden mi çıktı, yardım mı aldı, bilemem. Ortaya onun imzası ile çıktıysa, artık onundur.
Peki sorun ne?
Sorun şu: Bizim üç C kuralında bir C eksik kaldı mı iş çöker bu bir… Burada da yaratıcılık (creativity) tutarlılık (consistency – özellikle hedef kitlesinin büyük bir kısmının kadın olduğu düşünülürse) had safhada var.
Peki ne eksik? Sürürülebilirlik (continuity), aynı konunun çeşitli alanlarını kapsamak, olayı uzun yıllar izlemek, eksik.
Nereden biliyorsun? Geçmişten… Tarkan pek çok konuyu mıncıklayıp bırakmıştır. Angelina Jolie, Bob Geldof gibi tek konuya uzun süre odaklanıp, orada derinleşemiyor. Türkiye’de bunu başaran var mı? Hayır yok. Zaten o nedenle şöhretlerimizin iletişimi adam gibi yönetilemez, diyip duruyorum ya. Kapitalizm ve liberalizm girmemiş bizim şöhret ekonomimize. Bu iki yoksa da iletişim kültürü gelişmez.
Tarkan’ın buna Türkiye sınırları içinde ihtiyacı var mı bu ince ayara?
Hayır yok!
O zaman sana ne?
Bana şu: Türkiye sınırlarını aşabilme, ülkenin marka değerini artırabilme şansına sahip çok fazla şöhretimiz yok. Tarkan sınırları zorlayabilecek büyük bir yetenek. Derdimiz daha çok bu. Sadece Tarkan’ın şahsı değil yani…