‘Eski günahların gölgesi uzun olur!’
15 OCAK 2007
Allah’ın sopası yok ki... İşte böyle yapar adamı...
Sezen Aksu gazetenin yayın yönetmeni ve baş yazarı... İçeride de Ömer Madra’nın imzalı kapı gibi yazısı...
Hey güzel Allah’ım... Sen nelere kadirsin. Bugünleri de bize gösterdin ya... Gerisi önemli değil...
Ne güzel söylemiş bizim millet... Büyük lokma yut büyük laf söyleme!.. Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin!.. Allah kimseye tükürdüğünü yalatmasın!..
Meraklandırma işini daha fazla abartmayalım ve anlatalım. Ve aşağıdaki satırları gerek Enis Batur’u gerekse Ömer Madra’yı çok sevdiğimizi bilerek okumanızı rica edelim...
Bir kere Radikal işi, Sezen’in ilk yayıncılık serüveni değil... Yıl 1988... Biz ekip halinde Sabah’ın dergi grubu Dönemli Yayıncılık’tan ayrılmışız... 32 kişi... Daha doğrusu yerimize Mehmet Y. Yılmaz ve ekibinin gelebilmesi için ‘ayrılmamız sağlanmış’... Bugün Türkiye’nin çeşitli yayın organlarında en üst düzeyde yöneticilik yapan 32 dergici... Şairler, yazarlar, entelektüeller... İşsiz güçsüz bekleşiyoruz.
30 yıllık gönül dostum Sezen Aksu durumu görüyor ve yüreği el vermiyor. Doğru Mehmet Ali Yılmaz’a gidiyor. Yılmaz o sırada Güneş’in sahibi. İkna oluyor. Sezen’in de ortak olduğu bir yapı içinde Güneş Yayınları’nı yeniden yapılandırıyoruz. İlk dergi, Sabah’ta Ömer Madra’nın katılımı ve Enis Batur’un yönetimiyle çıkan Gergedan’ın devamı niteliğindeki Argos... Yine o iki arkadaş yönetimde...
Argos’un ilk sayısı baskıda. Yayınevinin tüm çalışanlarına yer veren, onları iş ve sanat dünyasına takdim eden broşürler çoktan basılmış. Ertesi gün Ihlamur Kasrı’ndaki bin kişilik kokteylde davetlilere derginin ilk sayısı sunulacak...
O gece yayınevinin Genel Müdürü olarak, Argos’a yazdığım ilk yazıda Yılmaz ve Aksu’ya fazlasıyla hak ettikleri teşekkürlerimizi sunmuşum... Gece yarısı bir telefon...
-Enis ve Ömer sizin yazıyı görmüşler ve istifa etmişler!
-Ne!.. Niçin?..
-Yazınızda Sezen Aksu’ya teşekkür etmişsiniz...
-Ee? Ne olmuş etmişsek? Tabii ki edeceğiz...
-Ayrıca tanıtım broşüründe de Sezen Hanım’ın adı geçiyormuş...
-Hayırdır İnşallah! N’oluyoruz yahu?
-Kendi isimleri Sezen Aksu ile yan yana gelemezmiş! Onun için istifa etmişler...
O gece insanlar sabahlara kadar çalışmış; derginin içinden Enis Batur’lu Ömer Madra’lı sayfaları yırtıp almış, broşürlerden de Ömer’le Enis’in fotoğraflarını tek tek kesip çıkarmışlardı...
Aradan çok geçmeden Sezen Aksu, Enis’e ‘el mi yaman, bey mi yaman’ı çoktan göstermişti... Ömer Madra’nın hesabı demek ki bugüne kalmış...
Sezen ve Ömer bu ‘rövanş’ durumunun farkında bile olmayabilirler. Sezen’le ortak dostlarımızdan sevgili Pakize Barışta’nın en sık kullandığı özdeyişi gel de hatırlama: Eski günahların gölgesi uzun olurmuş...
İş dışında susma yasağı şart!
Sayın Kaya Çilingiroğlu ile yapılmış bir röportajda Kaya Bey kesinlikle herhangi bir art niyet yüklemeden şu tespiti yapıyor: “Hülya Avşar’layken çok zor bir hayat yaşadım. Şu anki arkadaşın işi zor!”...
Türkiye’nin yetiştirdiği en başarılı sinema oyuncularından ve şov yıldızlarından biri olmasına rağmen bir türlü özel hayatından çok iş performansı ile gündemde kalmayı başaramayan Hülya Avşar Hanım’ın yapması gereken tek şey var. Kendisine ve yakınlarına iş dışında konuşmayı yasaklamak...
Yoksa kendisinin ve çevresinin ağzından kaçacak pek çok söze engel olamaz... Ne demek “Şu anki arkadaş...” Biraz düşünün, bakın güzel Türkçe’miz bu sözün anlamını nerelere taşıyabiliyor...
Erdoğan, plaka oranında oy da azaltacak herhalde
CHP’ye gerek yok gerçekten. Oy kaybetmek için Başbakan kendi kendisine yapıyor yapacağını... Biz sakin dur sesini çıkarma dedikçe, o ortalığı karıştırmaya devam ediyor... Buna rağmen kaybetmiyorsa, varın siz düşünün ana Muhalefet liderinin etkilik oranını...
Bu nasıl siyasi iletişimdir?.. Başbakan Erdoğan’ın kendisi diyor ki “Bundan dolayı beni tefe koyacaklar; beni oy kaybına uğratmak isteyenler olabilir... Ama İstanbul için bunu söylemek durumundayım...” Başbakan’ın yine ‘konuşması gelmiş’. Hem de Kızılay’ın bir toplantısında. Afet ve zararları azaltma konusunu konuşacakken sen kalk tüyleri uçuştur...
Ondan sonrasını biliyorsunuz. Plakaları sınırlayalım. Araç sayısını 2,5 milyondan 2 milyona indirelim...
Bunu böyle yapacağınıza, 10 ay bekleseniz ya da bekleyemiyorsanız, bir ‘İstanbul Trafik Şurası’ toplasanız, aynı teklifleri tüm İstanbulluları temsilen, içine medyayı da alacağınız o şuraya söyletseniz olmaz mıydı?.. Olmazdı... Çünkü o zaman Ak Parti’nin ilk yıllarındaki gibi katılımcı bir siyaset anlayışı hayata geçirmeye devam etmiş olurdunuz...
Sezen Aksu gazetenin yayın yönetmeni ve baş yazarı... İçeride de Ömer Madra’nın imzalı kapı gibi yazısı...
Hey güzel Allah’ım... Sen nelere kadirsin. Bugünleri de bize gösterdin ya... Gerisi önemli değil...
Ne güzel söylemiş bizim millet... Büyük lokma yut büyük laf söyleme!.. Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin!.. Allah kimseye tükürdüğünü yalatmasın!..
Meraklandırma işini daha fazla abartmayalım ve anlatalım. Ve aşağıdaki satırları gerek Enis Batur’u gerekse Ömer Madra’yı çok sevdiğimizi bilerek okumanızı rica edelim...
Bir kere Radikal işi, Sezen’in ilk yayıncılık serüveni değil... Yıl 1988... Biz ekip halinde Sabah’ın dergi grubu Dönemli Yayıncılık’tan ayrılmışız... 32 kişi... Daha doğrusu yerimize Mehmet Y. Yılmaz ve ekibinin gelebilmesi için ‘ayrılmamız sağlanmış’... Bugün Türkiye’nin çeşitli yayın organlarında en üst düzeyde yöneticilik yapan 32 dergici... Şairler, yazarlar, entelektüeller... İşsiz güçsüz bekleşiyoruz.
30 yıllık gönül dostum Sezen Aksu durumu görüyor ve yüreği el vermiyor. Doğru Mehmet Ali Yılmaz’a gidiyor. Yılmaz o sırada Güneş’in sahibi. İkna oluyor. Sezen’in de ortak olduğu bir yapı içinde Güneş Yayınları’nı yeniden yapılandırıyoruz. İlk dergi, Sabah’ta Ömer Madra’nın katılımı ve Enis Batur’un yönetimiyle çıkan Gergedan’ın devamı niteliğindeki Argos... Yine o iki arkadaş yönetimde...
Argos’un ilk sayısı baskıda. Yayınevinin tüm çalışanlarına yer veren, onları iş ve sanat dünyasına takdim eden broşürler çoktan basılmış. Ertesi gün Ihlamur Kasrı’ndaki bin kişilik kokteylde davetlilere derginin ilk sayısı sunulacak...
O gece yayınevinin Genel Müdürü olarak, Argos’a yazdığım ilk yazıda Yılmaz ve Aksu’ya fazlasıyla hak ettikleri teşekkürlerimizi sunmuşum... Gece yarısı bir telefon...
-Enis ve Ömer sizin yazıyı görmüşler ve istifa etmişler!
-Ne!.. Niçin?..
-Yazınızda Sezen Aksu’ya teşekkür etmişsiniz...
-Ee? Ne olmuş etmişsek? Tabii ki edeceğiz...
-Ayrıca tanıtım broşüründe de Sezen Hanım’ın adı geçiyormuş...
-Hayırdır İnşallah! N’oluyoruz yahu?
-Kendi isimleri Sezen Aksu ile yan yana gelemezmiş! Onun için istifa etmişler...
O gece insanlar sabahlara kadar çalışmış; derginin içinden Enis Batur’lu Ömer Madra’lı sayfaları yırtıp almış, broşürlerden de Ömer’le Enis’in fotoğraflarını tek tek kesip çıkarmışlardı...
Aradan çok geçmeden Sezen Aksu, Enis’e ‘el mi yaman, bey mi yaman’ı çoktan göstermişti... Ömer Madra’nın hesabı demek ki bugüne kalmış...
Sezen ve Ömer bu ‘rövanş’ durumunun farkında bile olmayabilirler. Sezen’le ortak dostlarımızdan sevgili Pakize Barışta’nın en sık kullandığı özdeyişi gel de hatırlama: Eski günahların gölgesi uzun olurmuş...
İş dışında susma yasağı şart!
Sayın Kaya Çilingiroğlu ile yapılmış bir röportajda Kaya Bey kesinlikle herhangi bir art niyet yüklemeden şu tespiti yapıyor: “Hülya Avşar’layken çok zor bir hayat yaşadım. Şu anki arkadaşın işi zor!”...
Türkiye’nin yetiştirdiği en başarılı sinema oyuncularından ve şov yıldızlarından biri olmasına rağmen bir türlü özel hayatından çok iş performansı ile gündemde kalmayı başaramayan Hülya Avşar Hanım’ın yapması gereken tek şey var. Kendisine ve yakınlarına iş dışında konuşmayı yasaklamak...
Yoksa kendisinin ve çevresinin ağzından kaçacak pek çok söze engel olamaz... Ne demek “Şu anki arkadaş...” Biraz düşünün, bakın güzel Türkçe’miz bu sözün anlamını nerelere taşıyabiliyor...
Erdoğan, plaka oranında oy da azaltacak herhalde
CHP’ye gerek yok gerçekten. Oy kaybetmek için Başbakan kendi kendisine yapıyor yapacağını... Biz sakin dur sesini çıkarma dedikçe, o ortalığı karıştırmaya devam ediyor... Buna rağmen kaybetmiyorsa, varın siz düşünün ana Muhalefet liderinin etkilik oranını...
Bu nasıl siyasi iletişimdir?.. Başbakan Erdoğan’ın kendisi diyor ki “Bundan dolayı beni tefe koyacaklar; beni oy kaybına uğratmak isteyenler olabilir... Ama İstanbul için bunu söylemek durumundayım...” Başbakan’ın yine ‘konuşması gelmiş’. Hem de Kızılay’ın bir toplantısında. Afet ve zararları azaltma konusunu konuşacakken sen kalk tüyleri uçuştur...
Ondan sonrasını biliyorsunuz. Plakaları sınırlayalım. Araç sayısını 2,5 milyondan 2 milyona indirelim...
Bunu böyle yapacağınıza, 10 ay bekleseniz ya da bekleyemiyorsanız, bir ‘İstanbul Trafik Şurası’ toplasanız, aynı teklifleri tüm İstanbulluları temsilen, içine medyayı da alacağınız o şuraya söyletseniz olmaz mıydı?.. Olmazdı... Çünkü o zaman Ak Parti’nin ilk yıllarındaki gibi katılımcı bir siyaset anlayışı hayata geçirmeye devam etmiş olurdunuz...