‘Fair play’ siyasette de kazanır
06 HAZİRAN 2011
Daha oyunun başı… İspanyol Nadal ile İskoç Murray Paris’de Roland Garros turnuvasında yarı finalde karşı karşıya gelmişler… Maçın birinci setini Nadal almış. İkinci setin ilk oyunu. Servisi Murray atıyor… O pozisyonda ilk oyunu almak çok önemliymiş…
***
Tenisten çok anladığım söylenemez. Adam gibi oynamışlığım yoktur. Ancak, içinde sportmenlik, rekabet, zekâ, akıl, başarı, azim gibi kavramların yer aldığı ölçüde her yarışa, müsabakaya ilgi duymuşumdur. Hele de tenise… Eşimin tenisi genç kızlığında iyi oynaması ve küçük bir rahatsızlık nedeniyle aktif sporu bırakmasına rağmen ‘tenisin hastası’ olmasının da etkisiyle dört turnuvayı pek kaçırmamaya çalışırız. Avustralya Open, Roland Garros, Wimbledon, US Open…
Roland Garros’u bu yıl da heyecanla izledik. Eşimin halini, tavrını, efendiliğini biraz da Erol Evgin’e benzettiği Federer’i finale taşıyan yolu ‘yaşamak’ ve Nadal’ı izlemek çok keyifliydi...
***
İşte o yolun son dönemeçlerinden biri… Nadal ile Murray karşı karşıyalar. Murray’dan o kritik top geliyor…
Toprak kortta topun çizginin içine mi, üstüne mi yoksa dışına düştüğü konusunda taraflardan birinin itirazı olduğu zaman; elektronik ortamda, olayı milimine kadar kaydeden sistem çalışmadığı için, hakemin ‘kule’sinden inip topun çarptığı yere kadar giderek, yerinde yaptığı ‘gözlemle’ karar veriliyor… Bu da toprak zemindeki oyunun bir başka özelliği…
İşte o oyunda top çizginin hemen yanında bir yere düştü… Hakem topun dışarıda olduğuna hükmetti ve puanı Nadal’a verdi…
Tüm turnuvanın en dramatik olayların biri o anda yaşandı… Rafael Nadal gitti… Topun çarptığı yere baktı… Ve “İçeride!” dedi… Ve oyun Murray’in oldu…
***
Bu jestlere zaman zaman futbolda da rastlanır. Karşı takımdan bir oyuncu sakatlanınca topu dışarıya atarsınız… Sonra da karşı takım topu tekrar size verir…
Ya da çok nadir de olsa, haksız yere kazanılmış bir penaltıyı dışarıya atıp tarihe geçmiş oyuncular da vardır…
Teniste McEnroe, Agassi gibi bazı kısmen hırçın oyuncular da dahil, sportmenlik (fair play) en yüksek düzeyde ‘yaşanır’… Belki de ‘vücut teması’ olmadığı için “Barış içinde yarış” kültürünün en çok hayata geçtiği spor türlerinden biridir, tenis…
***
Keşke siyasi liderler biraz bu seviyede tenisi izleyip, sindirebilseler…
O zaman üsluplarını gözden geçirebilir…
Çünkü “Seçmen bu üslubu beğeniyor” demek, en azından seçmeni aşağılamak ona hakaret etmek demektir… Seçmenin Nadal’ın ortaya koyduğu tavra, sportmenliğe, ‘fair play’e saldırganlıktan çok daha fazla itibar ettiğini bilmemek ne büyük talihsizlik…
Bu seçimleri kaçırdık… İnşallah gelecek seçimlere… Ak Parti ve CHP, reklamlarda tutturdukları (özellikle de Ak Parti’nin son şarkılı türkülü filminde) duyguyu umarız o zaman meydanlara, siyasi iletişimin tüm alanlarına taşırlar…
Bunun için ne mi yapmalılar? Biraz uluslar arası tenis starlarını izlemeliler, ya da Barcelona futbol takımını…
Not: Sakınan göze çöp batarmış… Yıllarca birlikte çalışma onurunu elde ettiğim rahmetli Attilâ İlhan Üstadım, adının yazılışına çok özen gösterirdi… Ben de bu özene en büyük saygıyı göstermek için özel çaba harcar, onun adını yıllarca hatasız, onun istediği gibi yazmış olmakla gurur duyardım. Attilâ Bey sürekli uyarırdı: “t harfine vurgu yapmak için garanti olsun diye neredeyse 3 ‘t’li yazacağım…” Buna rağmen son yazımızda Attilâ Bey’in a’sının üzerindeki şapka düşmüş. Sizin için pek önemi olmayabilir ancak ben düzeltip özür dilemezsem, gözümü uyku tutmayacak… Affet üstad…
***
Tenisten çok anladığım söylenemez. Adam gibi oynamışlığım yoktur. Ancak, içinde sportmenlik, rekabet, zekâ, akıl, başarı, azim gibi kavramların yer aldığı ölçüde her yarışa, müsabakaya ilgi duymuşumdur. Hele de tenise… Eşimin tenisi genç kızlığında iyi oynaması ve küçük bir rahatsızlık nedeniyle aktif sporu bırakmasına rağmen ‘tenisin hastası’ olmasının da etkisiyle dört turnuvayı pek kaçırmamaya çalışırız. Avustralya Open, Roland Garros, Wimbledon, US Open…
Roland Garros’u bu yıl da heyecanla izledik. Eşimin halini, tavrını, efendiliğini biraz da Erol Evgin’e benzettiği Federer’i finale taşıyan yolu ‘yaşamak’ ve Nadal’ı izlemek çok keyifliydi...
***
İşte o yolun son dönemeçlerinden biri… Nadal ile Murray karşı karşıyalar. Murray’dan o kritik top geliyor…
Toprak kortta topun çizginin içine mi, üstüne mi yoksa dışına düştüğü konusunda taraflardan birinin itirazı olduğu zaman; elektronik ortamda, olayı milimine kadar kaydeden sistem çalışmadığı için, hakemin ‘kule’sinden inip topun çarptığı yere kadar giderek, yerinde yaptığı ‘gözlemle’ karar veriliyor… Bu da toprak zemindeki oyunun bir başka özelliği…
İşte o oyunda top çizginin hemen yanında bir yere düştü… Hakem topun dışarıda olduğuna hükmetti ve puanı Nadal’a verdi…
Tüm turnuvanın en dramatik olayların biri o anda yaşandı… Rafael Nadal gitti… Topun çarptığı yere baktı… Ve “İçeride!” dedi… Ve oyun Murray’in oldu…
***
Bu jestlere zaman zaman futbolda da rastlanır. Karşı takımdan bir oyuncu sakatlanınca topu dışarıya atarsınız… Sonra da karşı takım topu tekrar size verir…
Ya da çok nadir de olsa, haksız yere kazanılmış bir penaltıyı dışarıya atıp tarihe geçmiş oyuncular da vardır…
Teniste McEnroe, Agassi gibi bazı kısmen hırçın oyuncular da dahil, sportmenlik (fair play) en yüksek düzeyde ‘yaşanır’… Belki de ‘vücut teması’ olmadığı için “Barış içinde yarış” kültürünün en çok hayata geçtiği spor türlerinden biridir, tenis…
***
Keşke siyasi liderler biraz bu seviyede tenisi izleyip, sindirebilseler…
O zaman üsluplarını gözden geçirebilir…
Çünkü “Seçmen bu üslubu beğeniyor” demek, en azından seçmeni aşağılamak ona hakaret etmek demektir… Seçmenin Nadal’ın ortaya koyduğu tavra, sportmenliğe, ‘fair play’e saldırganlıktan çok daha fazla itibar ettiğini bilmemek ne büyük talihsizlik…
Bu seçimleri kaçırdık… İnşallah gelecek seçimlere… Ak Parti ve CHP, reklamlarda tutturdukları (özellikle de Ak Parti’nin son şarkılı türkülü filminde) duyguyu umarız o zaman meydanlara, siyasi iletişimin tüm alanlarına taşırlar…
Bunun için ne mi yapmalılar? Biraz uluslar arası tenis starlarını izlemeliler, ya da Barcelona futbol takımını…
Not: Sakınan göze çöp batarmış… Yıllarca birlikte çalışma onurunu elde ettiğim rahmetli Attilâ İlhan Üstadım, adının yazılışına çok özen gösterirdi… Ben de bu özene en büyük saygıyı göstermek için özel çaba harcar, onun adını yıllarca hatasız, onun istediği gibi yazmış olmakla gurur duyardım. Attilâ Bey sürekli uyarırdı: “t harfine vurgu yapmak için garanti olsun diye neredeyse 3 ‘t’li yazacağım…” Buna rağmen son yazımızda Attilâ Bey’in a’sının üzerindeki şapka düşmüş. Sizin için pek önemi olmayabilir ancak ben düzeltip özür dilemezsem, gözümü uyku tutmayacak… Affet üstad…