‘Güldal Hanım’ı üzmeyin”...
17 ARALIK 2011
TBMM’de birbirlerini ‘şerefsizlikle’ itham eden milletvekilerinin gerginliğini Meclis Başkanvekili görevi sıfatıyla ortadan kaldırmaya çalışan Sayın Güldal Mumcu’nun yüz ifadesine hiç dikkat ettiniz mi? ‘Başkası adına utanmak’ nasıl bir duygudur sorusunun yanıtını gayet iyi bilenler Güldal Hanım’ı da çok iyi anlayacaklardır. Hem utanarak uyarıyor, hem de Meclis çatısı altında öğretmenlik yapmaktan hoşlanmadığını ses tonuyla ele veriyor.
Muhatabını ‘değersizleştirmek’ arzusuyla yanıp tutuşan ve soğukkanlılığın erdemlerini unutup intikam yemeğini sıcağı sıcağına yudumlamayı seçen ‘acul’ bazı milletvekillerimizin biraz oksijene ihtiyaçları olduğu aşikar. Çevreye yaydıkları nevrotik havadan en çok olumsuz etkilenecek kişilerin yine kendileri olduğunu onlara hatırlatmak lazım. Çünkü nerede ve nasıl incindiklerini, alınganlık hissiyle dolup taştıklarını bilemediğimiz bir ‘ilk olay’ın ardından misilleme yaptıklarını anlıyor olsak da, hiçbirimizin empati duygusu onların sinir katsayılarına eş değer olamaz. ‘Şerefsiz!’ diye bağırmaya başlayan kimi görsek, algılama sistemimiz öncelikli olarak öfkelenen kişinin negatif ruh halinden olumsuz olarak etkilenmeye ayarlı olduğu için ‘küfür eden’i baştan ‘öteki’ olarak dinlemeye ya da seyretmeye veya okumaya başlıyoruz. Kendimizi küfürlü kulvarın dışına çıkartmak için. Kısacası korunmak için...
Kim kime ‘şerefsiz!” diyorsa, aslında ‘sen görürsün gününü!’ demek istemektedir. Her ‘şerefsiz!’ ithamı bir tehdidin apaçık itirafıdır.
Ben de bazen e-posta aracılığı ile adını sanını yazmadan küfürnameler yollayanlara ‘e-şerefsiz’ diye hitap ediyorum. Kimliklerini sakladıkları için benim tehditlerim elbette adı sanı belli olan birilerini itibarsızlaştırmaya yönelik olamaz. Ancak adları sanları bilinen insanların Meclis Kürsüsü’nden ‘şerefsiz!’ diye birilerine parmak sallamalarını, ya da parmaklarıyla birilerini işaret ederek açıklamalar yapmalarının iletişim anlamında bir ‘zayıflık’ göstergesi olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Siz hiç iş dünyasında bir profesyonel yöneticinin ya da patronun böyle bir zayıflık gösterdiğine tanık oldunuz mu?
Neden iş dünyasının liderleri soğukkanlıdır?
Çünkü, her öfke belirtisi, her tehdit psikolojik anlamda ‘kendini kaybetmenin’ ilk işaretleridir de ondan. İş dünyası kaybetmeyi sevmez. Para kaybetmeyi de, itibar kaybetmeyi de...
İş dünyasının liderleri ‘Sen görürsün gününü! Sana dünyanın kaçbucak olduğunu göstereceğim!’ ya da ‘Şerefsiz!’ gibi tehdit içeren sözcükleri yalnız kaldıklarında veya çok yakınlarıyla birlikte olduklarında kullanırlar.
Hiç mi film seyretmiyorsunuz?
Lütfen, Güldal Hanım’ı üzmeyin.
Küresel kriz, çevrecilere karşı
Çarşamba günkü yazımda iklim değişikliğiyle mücadeleye dair yapılan tüm çalışmaların iletişiminin kusurlu olduğu yolunda bir tespitte bulunmuştum. Soyut konuların iletişimi zordur ama bakın iş ekonomiyle, somut paralarla ilgili oldu mu doğayı kirletme konusunda gayet net açıklamalar yapılabiliyor. Kanada, Kyoto protokolünden çekilme gerekçesini olanca açıklığıyla bakanının ağzından dünyaya ilan etmiş. Kanada Çevre Bakanı Peter Kent demiş ki: “Protokolde kalırsak milyarlarca dolar ceza ödeyebiliriz.” Ayrıca lafı, “Havayı en çok kirleten Çin ve ABD bu anlaşmalara uymuyor. Biz niye uyalım ki”, demeye getirmiş…
Neden? Çünkü 1997’de imzalanan ve 2005’de yürürlüğe giren Kyoto Protokolünün anlaşma koşullarına göre Kanada, 2012’deki karbondioksit salınımını 1990’daki seviyesine göre yüzde 6 azaltmak zorunda. Yani yetkililerinin ifade ettikleri gibi ya bütün taşıtlarını yollardan çekecek, binalarını da ısıtmayacak ya da anlaşmaya uymadığı için 16 milyar dolara yakın ceza ödeyecek.
Torunlarımız bir gün bize, “Dünyanın bir yerlerinde kuraklık kol gezerken, dünyanın bir başka yerinde ise sellerin insanları, köyleri kasabaları önüne katıp sürüklemesinin, dünyanın tahıl ambarlarının sıfırı tüketmesinin ve yer altı / yerüstü içecek sularının kimseye yetmemesinin sorumluları kimdir” diye sorduklarında ve gerçek kıyamet işaretlerini kimin tetiklediğini öğrenmek istediklerinde, ne cevap vereceğimizi biliyoruz hiç değilse…
Muhatabını ‘değersizleştirmek’ arzusuyla yanıp tutuşan ve soğukkanlılığın erdemlerini unutup intikam yemeğini sıcağı sıcağına yudumlamayı seçen ‘acul’ bazı milletvekillerimizin biraz oksijene ihtiyaçları olduğu aşikar. Çevreye yaydıkları nevrotik havadan en çok olumsuz etkilenecek kişilerin yine kendileri olduğunu onlara hatırlatmak lazım. Çünkü nerede ve nasıl incindiklerini, alınganlık hissiyle dolup taştıklarını bilemediğimiz bir ‘ilk olay’ın ardından misilleme yaptıklarını anlıyor olsak da, hiçbirimizin empati duygusu onların sinir katsayılarına eş değer olamaz. ‘Şerefsiz!’ diye bağırmaya başlayan kimi görsek, algılama sistemimiz öncelikli olarak öfkelenen kişinin negatif ruh halinden olumsuz olarak etkilenmeye ayarlı olduğu için ‘küfür eden’i baştan ‘öteki’ olarak dinlemeye ya da seyretmeye veya okumaya başlıyoruz. Kendimizi küfürlü kulvarın dışına çıkartmak için. Kısacası korunmak için...
Kim kime ‘şerefsiz!” diyorsa, aslında ‘sen görürsün gününü!’ demek istemektedir. Her ‘şerefsiz!’ ithamı bir tehdidin apaçık itirafıdır.
Ben de bazen e-posta aracılığı ile adını sanını yazmadan küfürnameler yollayanlara ‘e-şerefsiz’ diye hitap ediyorum. Kimliklerini sakladıkları için benim tehditlerim elbette adı sanı belli olan birilerini itibarsızlaştırmaya yönelik olamaz. Ancak adları sanları bilinen insanların Meclis Kürsüsü’nden ‘şerefsiz!’ diye birilerine parmak sallamalarını, ya da parmaklarıyla birilerini işaret ederek açıklamalar yapmalarının iletişim anlamında bir ‘zayıflık’ göstergesi olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Siz hiç iş dünyasında bir profesyonel yöneticinin ya da patronun böyle bir zayıflık gösterdiğine tanık oldunuz mu?
Neden iş dünyasının liderleri soğukkanlıdır?
Çünkü, her öfke belirtisi, her tehdit psikolojik anlamda ‘kendini kaybetmenin’ ilk işaretleridir de ondan. İş dünyası kaybetmeyi sevmez. Para kaybetmeyi de, itibar kaybetmeyi de...
İş dünyasının liderleri ‘Sen görürsün gününü! Sana dünyanın kaçbucak olduğunu göstereceğim!’ ya da ‘Şerefsiz!’ gibi tehdit içeren sözcükleri yalnız kaldıklarında veya çok yakınlarıyla birlikte olduklarında kullanırlar.
Hiç mi film seyretmiyorsunuz?
Lütfen, Güldal Hanım’ı üzmeyin.
Küresel kriz, çevrecilere karşı
Çarşamba günkü yazımda iklim değişikliğiyle mücadeleye dair yapılan tüm çalışmaların iletişiminin kusurlu olduğu yolunda bir tespitte bulunmuştum. Soyut konuların iletişimi zordur ama bakın iş ekonomiyle, somut paralarla ilgili oldu mu doğayı kirletme konusunda gayet net açıklamalar yapılabiliyor. Kanada, Kyoto protokolünden çekilme gerekçesini olanca açıklığıyla bakanının ağzından dünyaya ilan etmiş. Kanada Çevre Bakanı Peter Kent demiş ki: “Protokolde kalırsak milyarlarca dolar ceza ödeyebiliriz.” Ayrıca lafı, “Havayı en çok kirleten Çin ve ABD bu anlaşmalara uymuyor. Biz niye uyalım ki”, demeye getirmiş…
Neden? Çünkü 1997’de imzalanan ve 2005’de yürürlüğe giren Kyoto Protokolünün anlaşma koşullarına göre Kanada, 2012’deki karbondioksit salınımını 1990’daki seviyesine göre yüzde 6 azaltmak zorunda. Yani yetkililerinin ifade ettikleri gibi ya bütün taşıtlarını yollardan çekecek, binalarını da ısıtmayacak ya da anlaşmaya uymadığı için 16 milyar dolara yakın ceza ödeyecek.
Torunlarımız bir gün bize, “Dünyanın bir yerlerinde kuraklık kol gezerken, dünyanın bir başka yerinde ise sellerin insanları, köyleri kasabaları önüne katıp sürüklemesinin, dünyanın tahıl ambarlarının sıfırı tüketmesinin ve yer altı / yerüstü içecek sularının kimseye yetmemesinin sorumluları kimdir” diye sorduklarında ve gerçek kıyamet işaretlerini kimin tetiklediğini öğrenmek istediklerinde, ne cevap vereceğimizi biliyoruz hiç değilse…