‘Kasaba Bilgini, Yarı Feodal’ Yaşam Koçları…
01 Ocak 2011 - Marketing Türkiye
Kaç aydır ‘Yaşam Koçluğu’ konusuna değinmek istedim. Ancak şu butikçilerden kurtulamadım bir türlü… Bazıları ‘butik ajans’ fikrine karşı çıktığımı iddia ettiler. Biraz da tartışmayı oraya çekip özünden koparmak adına mı acaba? Oysa bizim itirazımız dünyadaki bütün sözlük, ansiklopedi ve uygulamalarda karşılığını bulduğu gibi ‘eşsiz’, katma değeri çok fazla, müşteriye özel, hayli yüksek rakamlara üst düzeyde hizmet üreten ve küçük kalmayı kendilerine stratejik hedef belirlemiş ajanslara değildi ki…
Biz, katma değeri son derece düşük hizmet sunmalarına, müşterinin kapısında yatıp onun her dediğini ucuza yapmalarına, stratejik hedefleri yüzünden değil, büyüyemedikleri için küçük kalmalarına kılıf olarak ‘butik’ oldukları iddiasında bulunan ‘spin doctor’lardan söz ettik… Yarası olan da gocundu zaten…
Kapitalizm, liberal ekonomilerdeki rekabet ortamı; sermayenin temerküzünü gerektirir. AR-GE’ye, insan kıymetlerine, alt ve üst yapıya, gelecek tasarımına yatırım yapmayı, işini büyütüp Global Tanıtım gibi yabancı ortaklıklar kurmayı; ya da çok yüksek ücrete çok farklı ve nitelikli hizmet sunan küçük fakat etkili ‘boutique’ anlayışıyla ‘niş’ bir alanı elinde tutmayı hedefler… Yoksa ‘yarı feodal’ zihniyetle iletişimi en ucuza ‘organze piar’a bağlayıp ‘Her haberinizi çıkartır, size iş bağlarız, Babacım’ diye müşteri dalkavukluğu yaparak kendisinin ve sektörün ayağına kurşun sıkmayı değil…
Biz böyle deyince, nasırlarına basıldığını sanan bazı arkadaşların ‘ciyaklaması’ doğaldı… Alıştık artık bunlara… Yıllarca kol kırılmış yen içinde kalmış; sektör de öylece durmuştu işte…
Bu kez de büyük olasılıkla ‘Yaşam Koçları’ ‘ciyaklayacaklar’… Çünkü orada da bir tür ‘Spin doctor’lık durumu var…
Bu konuyu yazmaya karar vermeme sürecinde bardağı taşıran son olay, iki kişiye rastlamamdı. Bunlar yol sormak için bile birkaç kez düşüneceğiniz iki genç üniversite mezunuydu. 25’lerini yeni aşmışlardı. Bir vesile ile ayrı ayrı bana “Dükkânlarını açmadan önce” danışmak istemişlerdi. Ne yapmalıydılar?
Bu gençler çevremde gördüğüm Yaşam Koç’larının ‘Beta’ hali idi. Peki çevredeki ‘Yaşam Koçları’ neyin nesiydi?..
Aslında temel eğitimleri genellikle fena olmuyordu. Yabancı dilleri de vardı. Bir ya da iki tane NLP eğitimi almış oluyorlardı. ‘Çakra’ durumlarına da en azından teorik bazda hâkimdiler. Gördükleri her ilginç ve başarılı uygulamanın ardından, “Yahu bunu ben de yaparım, ne var ki?” türünden zekâ pırıltılı görüşler serdeden, cesaretleri akıllarının önünde zekâlarının arkasında giden insan gruplarındandılar.
Şimdi, bu ‘Yaşam Koçlarına’ kimlerin kendilerini teslim etmesi gerekiyor sizce?.. Bireysel gelişime meraklı ve bu tayfaya para kaptıracak kadar parası olan bilumum ‘Geç kaldım bir an önce arayı kapatmalıyım’ telaşına kapılmış yönetici, ilim irfan sahibi entelektüel, popüler kültür üreticisi şöhret, siyasetçi, sporcu vb bir dizi iyi niyetli ‘arayan’ insan…
İnsan gelişimi konusunda onca bilgili, bilgelik noktasına gelmiş Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, Prof. Dr. Tarık Yılmaz, Prof. Dr. Acar Baltaş, Prof. Dr. Haluk Yavuzer, kendilerine ‘Yaşam Koçu’ demiyorlar. Kartvizitlerinde, çalışma ortamlarının kapısında ‘Yaşam Koçu’ falan yazmıyor.
Peki, kimde yazıyor?... Lütfen hiç üşenmeyin. Girin Google’a… “Yaşam Koçu” yazın ve ‘Giriş’ tuşuna basın. Karşınıza 69.000 ‘Page view’ çıkacak. Aralarında kendilerini ‘Yaşam Koçu’ olarak tanımlamış olanların web sitelerine bir göz atın… Yaşam Koçu yetiştiren kursların sertifika programlarına bakın… İnsanların ruh ve sosyal sağlığıyla nasıl oynandığına bir göz atın.
Ortada ciddi bir sektör var…
Yurt dışında iki kaynağa baktım. Biri, www.coachfederation.org; diğeri www.coachingnetwork.org.uk...
Birincisi ‘What is coaching?’ diye sormuş ve şöyle yanıtlamış:
1. Müşterinin ulaşmak istediği hedefi keşfetmek, netleştirmek ve bu hedefleri birbirleriyle uyumlu hale getirip ilişkilendirmek.
2. Müşterinin kendi kendini keşfetmesini teşvik etmek.
3. Müşterinin kendisinin oluşturduğu çözüm ve stratejileri tespit etmek.
4. Müşterinin sorumluluk duygusu ve hesap verebilirlik yaklaşımı içinde olmasını sağlamak…
İkinci kaynakta ise 13 maddelik bir liste verilmiş. İlkini yazayım; gerisi siz düşünün:
Karşınızdaki bireyin ihtiyaçlarını, motivasyonunu, taleplerini, becerilerini ve düşünce sistemlerini geliştirerek, onun kendini gerçekleştirmesine ve kalıcı değişimler elde etmesine yardımcı olmak…
Breh, breh, breh… Vaade bakın… Bu daha 13’te biri… Bunun gibi 12 tane daha var. Okuyun… Sonra da bizimkilere bir bakın… Bizimkiler bunların yanında TV kanallarında gece yarıları çıkan rüya tabircileri ya da sabahları kadın programlarındaki ‘kasaba bilginleri’ gibi kalıyorlar…
Manavlık yapmak için bile bir yerlerden izin almak gerekirken, ‘Ben oldum’ diyen herkesin ortalığa dökülüp ‘Yaşam Koçluğu, Mentorluk’ yapmasını zaptı rapta alamazsanız bunun birkaç dramatik sonucu olabilir.
1. Sektör PR’da olduğu gibi ‘yarı feodallerin’ mikser yaklaşımı ile gelişmez, güdük kalır.
2. Bu işi layıkıyla adam gibi yapan Yaşam Koç’ları kendilerini ifade etmekte zorlanırlar.
3. Sonunda butik sözcüğü, en azından PR sektörü için ‘boutique’ kavramından nasıl kopup gittiyse, Koçluk kavramı da ‘coaching’den kopup, Kurban Bayramlarında boynuna bıçak dayadığımız hayvanın metaforuna gerileyiverir.
Bu 3 noktaya hedef kitlenin vereceği reaksiyonu siz düşün…
Peki, ne yapmalı? Tabii ki, Koç’luğu adam gibi yapanlara önemli sorumluluklar düşüyor. Hemen bir araya gelecekler. STK’larını kuracaklar. Varsa onu adam edecekler. Mesleki standartları uluslar arası başarılı örneklerle benchmark’layarak Türkiye için geçerli ulusal mesleki standartları koyup bunların yerleşmesini sağlama mücadelesine girecekler. (Nasırlarına basılanların ciyaklamasına aldırmadan…) Ve nihayet devlet ile işbirliğine girerek, günü geldiğinde Mesleki Yeterlilik Belgesi verebilecek hale gelecekler.
Ya da körün tuttuğunu öpmesine izin verip, böyle ciddi işlere pek ‘takılmayacaklar’…
Yabancılar için ideal armağan!
TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy çok etkileyici bir armağan göndermiş. Ne armağan ama… Beni ağır masrafa soktu. Hediye etmek üzere çevrem için satın almaya başladım. Özellikle de yurt dışında yaşayan yabancı dostlarım için.
Altı tane kocaman kitaptan oluşan bir ‘Mini Türkiye Turu’ seti…
Mükemmel fotoğraflar, çok şık bir baskı, nefis kâğıt kalitesi ile göz kamaştıran kitaplar şu yöreleri kapsıyor: Şanlıurfa, İzmir, Kuzey Ege, Muğla, İstanbul, Antalya…
Fotoğrafları Rasim Konyar çekmiş. Metinleri ise Hümeyra Özalp Konyar hazırlamış. Antalya dışındaki kitapların tamamı iki dilde basılmış: Türkçe ve İngilizce. Sadece Antalya kitabını Rusça ve İngilizce olarak düzenlemişler; ya da bana gelenler öyle…
“Türkiye markası nasıl yönetilir?” diye soranlara çok güzel bir yanıt. Kitaplardaki Türkiye markası vaadi ile yabancı ülkelerde izlenen TV haberlerindeki Türkiye’nin marka vaadi birbirlerinden çok farklı… O aradaki farkı kapatma görevi de Türkiye’nin ülke markasını dışarıda yönetmekle yükümlü kuruluşlarda. Örneğin, gelişini büyük sevinçle karşıladığımız ancak sürekli ısınma halinde oldukları için bir türlü sahaya çıkamayan ‘Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nde…
Hill & Knowlton’ın Global girişimi çok önemlidir
Hangi hissenin ne kadarı, kimden kime gitti, sonunda kim nerede neyi yönetecek durumları çok net anlaşılmamış olsa da, PR ajansı Global Tanıtım’ın uluslar arası alanda attığı ticari adımlar kesinlikle hem ülkenin hem de sektörün yararınadır.
Durumu anlamak henüz pek kolay değil.
24 Ocak 2008 yılında Milliyet gazetesi Global Tanıtım’ın ilk haberini “Global Tanıtım Yunan CIVITAS ile birleşti” diye vermiş. 24 Aralık 2010 tarihinde ise medyaya şöyle bir açıklama yapılmış: “Hill & Knowlton Global’i satın aldı”…
Global tabii ki halka açık değil. Londra Dow Jones Newswire kaynaklı haberde de bu durum tespit edilmiş zaten: “Reklam ve pazarlama hizmetleri sunan WPP PLC (WPP.LN), alt birimi Hill & Knowlton’ın, Global Tanıtım Halkla İlişkiler Araştırma ve Özel Eğitim ve Danışmanlık Hizmetleri A.Ş.’nin çoğunluk hisselerini almak üzere anlaşmaya varıldığını açıkladı…” Dow Jones’un haberinde “Global’in denetlenmemiş rakamlara göre 2009 gelirinin 4,8 milyon TL iken, sabit kıymetlerinin değerinin ise aynı dönemde 2 milyon TL” olduğu belirtiliyor.
Yıllardır şeffaflıktan uzak, özellikle mali açıdan kapalı kutu gibi yaşayan PR şirketlerinin adının, rakamlar baş döndürücü olmasa da (Avrupa’da ilk 10’daki PR şirketlerinin yıllık gelirleri 100 milyonun üstündedir), bu bağlamda ciddi ekonomik mecralarda anılması önemli bir olaydır. Ayrıca Global’i satın almış olan şirket halka açık olduğu için de sektöre ilk kez mali şeffaflığın gelmesi açısından önemlidir…
Herhalde önümüzdeki günlerde Yunan şirketinin ve Global’in eski sahibesi Ceyda Hanım’ın hisse ve karar mekanizması içindeki durumları netlik kazanır. Biz Ceyda Aydede’yi sektörden çıkmayacağını umarak, bu girişimi için kutluyoruz.
Her zaman dediğimiz gibi, sermayenin temerküzü, nitelikli “know-how” ve tecrübenin PR pazarına girmesi sektörün tümüne yarar…
Biz, katma değeri son derece düşük hizmet sunmalarına, müşterinin kapısında yatıp onun her dediğini ucuza yapmalarına, stratejik hedefleri yüzünden değil, büyüyemedikleri için küçük kalmalarına kılıf olarak ‘butik’ oldukları iddiasında bulunan ‘spin doctor’lardan söz ettik… Yarası olan da gocundu zaten…
Kapitalizm, liberal ekonomilerdeki rekabet ortamı; sermayenin temerküzünü gerektirir. AR-GE’ye, insan kıymetlerine, alt ve üst yapıya, gelecek tasarımına yatırım yapmayı, işini büyütüp Global Tanıtım gibi yabancı ortaklıklar kurmayı; ya da çok yüksek ücrete çok farklı ve nitelikli hizmet sunan küçük fakat etkili ‘boutique’ anlayışıyla ‘niş’ bir alanı elinde tutmayı hedefler… Yoksa ‘yarı feodal’ zihniyetle iletişimi en ucuza ‘organze piar’a bağlayıp ‘Her haberinizi çıkartır, size iş bağlarız, Babacım’ diye müşteri dalkavukluğu yaparak kendisinin ve sektörün ayağına kurşun sıkmayı değil…
Biz böyle deyince, nasırlarına basıldığını sanan bazı arkadaşların ‘ciyaklaması’ doğaldı… Alıştık artık bunlara… Yıllarca kol kırılmış yen içinde kalmış; sektör de öylece durmuştu işte…
Bu kez de büyük olasılıkla ‘Yaşam Koçları’ ‘ciyaklayacaklar’… Çünkü orada da bir tür ‘Spin doctor’lık durumu var…
Bu konuyu yazmaya karar vermeme sürecinde bardağı taşıran son olay, iki kişiye rastlamamdı. Bunlar yol sormak için bile birkaç kez düşüneceğiniz iki genç üniversite mezunuydu. 25’lerini yeni aşmışlardı. Bir vesile ile ayrı ayrı bana “Dükkânlarını açmadan önce” danışmak istemişlerdi. Ne yapmalıydılar?
Bu gençler çevremde gördüğüm Yaşam Koç’larının ‘Beta’ hali idi. Peki çevredeki ‘Yaşam Koçları’ neyin nesiydi?..
Aslında temel eğitimleri genellikle fena olmuyordu. Yabancı dilleri de vardı. Bir ya da iki tane NLP eğitimi almış oluyorlardı. ‘Çakra’ durumlarına da en azından teorik bazda hâkimdiler. Gördükleri her ilginç ve başarılı uygulamanın ardından, “Yahu bunu ben de yaparım, ne var ki?” türünden zekâ pırıltılı görüşler serdeden, cesaretleri akıllarının önünde zekâlarının arkasında giden insan gruplarındandılar.
Şimdi, bu ‘Yaşam Koçlarına’ kimlerin kendilerini teslim etmesi gerekiyor sizce?.. Bireysel gelişime meraklı ve bu tayfaya para kaptıracak kadar parası olan bilumum ‘Geç kaldım bir an önce arayı kapatmalıyım’ telaşına kapılmış yönetici, ilim irfan sahibi entelektüel, popüler kültür üreticisi şöhret, siyasetçi, sporcu vb bir dizi iyi niyetli ‘arayan’ insan…
İnsan gelişimi konusunda onca bilgili, bilgelik noktasına gelmiş Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, Prof. Dr. Tarık Yılmaz, Prof. Dr. Acar Baltaş, Prof. Dr. Haluk Yavuzer, kendilerine ‘Yaşam Koçu’ demiyorlar. Kartvizitlerinde, çalışma ortamlarının kapısında ‘Yaşam Koçu’ falan yazmıyor.
Peki, kimde yazıyor?... Lütfen hiç üşenmeyin. Girin Google’a… “Yaşam Koçu” yazın ve ‘Giriş’ tuşuna basın. Karşınıza 69.000 ‘Page view’ çıkacak. Aralarında kendilerini ‘Yaşam Koçu’ olarak tanımlamış olanların web sitelerine bir göz atın… Yaşam Koçu yetiştiren kursların sertifika programlarına bakın… İnsanların ruh ve sosyal sağlığıyla nasıl oynandığına bir göz atın.
Ortada ciddi bir sektör var…
Yurt dışında iki kaynağa baktım. Biri, www.coachfederation.org; diğeri www.coachingnetwork.org.uk...
Birincisi ‘What is coaching?’ diye sormuş ve şöyle yanıtlamış:
1. Müşterinin ulaşmak istediği hedefi keşfetmek, netleştirmek ve bu hedefleri birbirleriyle uyumlu hale getirip ilişkilendirmek.
2. Müşterinin kendi kendini keşfetmesini teşvik etmek.
3. Müşterinin kendisinin oluşturduğu çözüm ve stratejileri tespit etmek.
4. Müşterinin sorumluluk duygusu ve hesap verebilirlik yaklaşımı içinde olmasını sağlamak…
İkinci kaynakta ise 13 maddelik bir liste verilmiş. İlkini yazayım; gerisi siz düşünün:
Karşınızdaki bireyin ihtiyaçlarını, motivasyonunu, taleplerini, becerilerini ve düşünce sistemlerini geliştirerek, onun kendini gerçekleştirmesine ve kalıcı değişimler elde etmesine yardımcı olmak…
Breh, breh, breh… Vaade bakın… Bu daha 13’te biri… Bunun gibi 12 tane daha var. Okuyun… Sonra da bizimkilere bir bakın… Bizimkiler bunların yanında TV kanallarında gece yarıları çıkan rüya tabircileri ya da sabahları kadın programlarındaki ‘kasaba bilginleri’ gibi kalıyorlar…
Manavlık yapmak için bile bir yerlerden izin almak gerekirken, ‘Ben oldum’ diyen herkesin ortalığa dökülüp ‘Yaşam Koçluğu, Mentorluk’ yapmasını zaptı rapta alamazsanız bunun birkaç dramatik sonucu olabilir.
1. Sektör PR’da olduğu gibi ‘yarı feodallerin’ mikser yaklaşımı ile gelişmez, güdük kalır.
2. Bu işi layıkıyla adam gibi yapan Yaşam Koç’ları kendilerini ifade etmekte zorlanırlar.
3. Sonunda butik sözcüğü, en azından PR sektörü için ‘boutique’ kavramından nasıl kopup gittiyse, Koçluk kavramı da ‘coaching’den kopup, Kurban Bayramlarında boynuna bıçak dayadığımız hayvanın metaforuna gerileyiverir.
Bu 3 noktaya hedef kitlenin vereceği reaksiyonu siz düşün…
Peki, ne yapmalı? Tabii ki, Koç’luğu adam gibi yapanlara önemli sorumluluklar düşüyor. Hemen bir araya gelecekler. STK’larını kuracaklar. Varsa onu adam edecekler. Mesleki standartları uluslar arası başarılı örneklerle benchmark’layarak Türkiye için geçerli ulusal mesleki standartları koyup bunların yerleşmesini sağlama mücadelesine girecekler. (Nasırlarına basılanların ciyaklamasına aldırmadan…) Ve nihayet devlet ile işbirliğine girerek, günü geldiğinde Mesleki Yeterlilik Belgesi verebilecek hale gelecekler.
Ya da körün tuttuğunu öpmesine izin verip, böyle ciddi işlere pek ‘takılmayacaklar’…
Yabancılar için ideal armağan!
TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy çok etkileyici bir armağan göndermiş. Ne armağan ama… Beni ağır masrafa soktu. Hediye etmek üzere çevrem için satın almaya başladım. Özellikle de yurt dışında yaşayan yabancı dostlarım için.
Altı tane kocaman kitaptan oluşan bir ‘Mini Türkiye Turu’ seti…
Mükemmel fotoğraflar, çok şık bir baskı, nefis kâğıt kalitesi ile göz kamaştıran kitaplar şu yöreleri kapsıyor: Şanlıurfa, İzmir, Kuzey Ege, Muğla, İstanbul, Antalya…
Fotoğrafları Rasim Konyar çekmiş. Metinleri ise Hümeyra Özalp Konyar hazırlamış. Antalya dışındaki kitapların tamamı iki dilde basılmış: Türkçe ve İngilizce. Sadece Antalya kitabını Rusça ve İngilizce olarak düzenlemişler; ya da bana gelenler öyle…
“Türkiye markası nasıl yönetilir?” diye soranlara çok güzel bir yanıt. Kitaplardaki Türkiye markası vaadi ile yabancı ülkelerde izlenen TV haberlerindeki Türkiye’nin marka vaadi birbirlerinden çok farklı… O aradaki farkı kapatma görevi de Türkiye’nin ülke markasını dışarıda yönetmekle yükümlü kuruluşlarda. Örneğin, gelişini büyük sevinçle karşıladığımız ancak sürekli ısınma halinde oldukları için bir türlü sahaya çıkamayan ‘Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nde…
Hill & Knowlton’ın Global girişimi çok önemlidir
Hangi hissenin ne kadarı, kimden kime gitti, sonunda kim nerede neyi yönetecek durumları çok net anlaşılmamış olsa da, PR ajansı Global Tanıtım’ın uluslar arası alanda attığı ticari adımlar kesinlikle hem ülkenin hem de sektörün yararınadır.
Durumu anlamak henüz pek kolay değil.
24 Ocak 2008 yılında Milliyet gazetesi Global Tanıtım’ın ilk haberini “Global Tanıtım Yunan CIVITAS ile birleşti” diye vermiş. 24 Aralık 2010 tarihinde ise medyaya şöyle bir açıklama yapılmış: “Hill & Knowlton Global’i satın aldı”…
Global tabii ki halka açık değil. Londra Dow Jones Newswire kaynaklı haberde de bu durum tespit edilmiş zaten: “Reklam ve pazarlama hizmetleri sunan WPP PLC (WPP.LN), alt birimi Hill & Knowlton’ın, Global Tanıtım Halkla İlişkiler Araştırma ve Özel Eğitim ve Danışmanlık Hizmetleri A.Ş.’nin çoğunluk hisselerini almak üzere anlaşmaya varıldığını açıkladı…” Dow Jones’un haberinde “Global’in denetlenmemiş rakamlara göre 2009 gelirinin 4,8 milyon TL iken, sabit kıymetlerinin değerinin ise aynı dönemde 2 milyon TL” olduğu belirtiliyor.
Yıllardır şeffaflıktan uzak, özellikle mali açıdan kapalı kutu gibi yaşayan PR şirketlerinin adının, rakamlar baş döndürücü olmasa da (Avrupa’da ilk 10’daki PR şirketlerinin yıllık gelirleri 100 milyonun üstündedir), bu bağlamda ciddi ekonomik mecralarda anılması önemli bir olaydır. Ayrıca Global’i satın almış olan şirket halka açık olduğu için de sektöre ilk kez mali şeffaflığın gelmesi açısından önemlidir…
Herhalde önümüzdeki günlerde Yunan şirketinin ve Global’in eski sahibesi Ceyda Hanım’ın hisse ve karar mekanizması içindeki durumları netlik kazanır. Biz Ceyda Aydede’yi sektörden çıkmayacağını umarak, bu girişimi için kutluyoruz.
Her zaman dediğimiz gibi, sermayenin temerküzü, nitelikli “know-how” ve tecrübenin PR pazarına girmesi sektörün tümüne yarar…