‘Kentsel Dönüşüm’ ve ‘Yüksek Şehir Kültürü’
21 MAYIS 2012
Kentsel dönüşüm trafiği karışık. Hem ‘kentsel’ kelimesi gibi ‘sel’li ‘sal’lı konulara pek aşina değilizdir, hem de ‘dönüşüm’ gibi ‘mevcudu korumanın dışına işaret eden’ kavramlara… Bizim millet, öyle ‘değişim’, ‘dönüşüm’ işlerinden pek haz etmez. “Değişimin ayrılmaz parçası değişime karşı dirençtir!” ya da“Eğer boşanmak istiyorsanız eşinizi değiştirmeye çalışın” şeklindeki özdeyişler gökten zembille inmemiştir…
Bu nedenle şu ‘Kentsel Dönüşüm’ konusunun halkımıza iyice anlatılması lazım. Belki de “Güvenli Şehir” projesi gibi bir adla değiştirilmeli…
Konu üzerinde bizim gazetenin başlattığı ‘derinlemesine’ tartışma sayesinde bir iki şey öğrenmek mümkün olabiliyor. Bütün kapsamlı tartışmalarda olduğu gibi, birbirinden farklı düşünceleri bir arada okuyup da, her söylenenin içinden size doğru geleni çekip almak ve size has bir görüş oluşturmak mümkün. Tabii öküz altında buzağı aramaya çalışmadan. Anlamak ve tartışmanın parçası olmak adına.
Örneğin TMMOB Mimarlar Odası Afet Komisyonu üyesi Mücella Yapıcı Hanım, ‘Deprem korkusunu kullanarak ülke topraklarını inşaat sermayesine açmak’tan söz etmiş. Kapitalizm ve liberalizmin koşullarında neye açık olacaktı bu iş?.. Tek parti iktidarı dönemi ve sonrasındaki gibi KİT’lere mi?.. Elbette sermayeye açık olacaktı. İnşaat sektörü içinde özel olarak ‘nemalandırılacak’ şirketlere dikkat çekmek ile devlet ve özel sektörün sinir uçlarının birbirlerine değdiği her anda bir yolsuzluk, hırsızlık, üç kâğıt arayan, yıllardır aynı saçı bitmemiş yetim kasedini çalan ‘katkısız, teflon açıklamalar’dan birini daha ‘söylemiş olmak için’ söylemek arasında herhalde bir fark olmalı.
Beykent Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi Yılmaz Kuyumcu Bey, bütün yetkilerin TOKİ’ye aktarılmasından hareketle, ‘kentsel dönüşümlerin tamamen ticari amaçlı hazırlanmasını’ eleştiriyor.
Mimar Sinan Genim de “İyi uygulama iyi sonuç getirir’ demiş. Uygulamada çıkan sıkıntıların revize edilebileceğine vurgu yapmış.
Başbakan’ın “İktidarımıza mal olsa da yıkacağız!” sözünün içeriğinin tam tersine AK Parti iktidarını sağlamlaştıracağına inanmak için falcı olmak gerekmiyor…
***
‘Kentsel dönüşüm’ üzerine sürdürülen ‘algı kaosu’ diye nitelenebilecek şu ortamda, ‘karar verici’ konumunda olanlara bizim de naçizane bir önerimiz olabilir:
Pazar akşamı Cüneyt Özdemir’e konuk olan Mehmet Şevki Eygi’nin ‘muhafazakâr sanat’ başlığı altında ‘lisan-edebiyat’ ve ‘mimarlık-şehircilik’ olarak ikiye ayırdığı kulvarlarda ikinci yola dair altını çizdiği ‘Yüksek Şehir Kültürü’nden nasiplenmiş ‘bilen’lerin önderliğinde atın atacağınız adımları… Eygi’nin şu uyarısını asla unutmadan: “Türkiye bedevi ve köylü kültürüne yuvarlanıyor!”
Bu yuvarlanışta sanayileşme süreçlerini döndüren çarkların dişlilerinde feodal zihniyetin un ufak olmasından rahatsızlık duyanlar kadar, üstadın vurguladığı ‘Las Vegas’a dönen Mekke’ örneğindeki gökdelenlerde somutlaşan, aslında bir başka ‘alçak kültür’ mantığının da rolünü görmek lazım.
***
Rotayı kimin pusulasına göre belirlemek lazım? Konu şehircilik ise ‘Yüksek şehircilik kültürü’nün pusulasına göre…
Yola kimlerle çıkmak lazım? Üstad bu sorunun da yanıtını gayet net olarak veriyordu. Türk, Kürt, alevi, sünni, laik, muhafazakar, ateist, dindar, mütedeyyin… Listeyi uzatalım ve ne kadar bakış açısı varsa hepsinin, ‘vasıflı’ insanlara ihtiyaç duyduğunu söylüyor ve diyordu ki:
“Vasıflı olurlarsa birlikte seyahat ettikleri gemiyi batırmazlar.”
Vasıflı olmak ‘vasat’ olanı dışlayabilme yeteneğini de beraberinde getirebilseydi keşke.
Başına ‘yüksek’ sıfatını getirdiğiniz her alanın ülkemizde vasıflı temsilcileri var. Marifet onları arayıp bulmakta… Vasatlar o kadar öne çıkmışlar ki, arkalarındaki zirveyi görebilecek açıları da kapatmış durumdalar. Diğer yandan ‘vasatlığı’ da azımsamamak lazım geldiğini yıllar önce Arkas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Lucien Arkas, bir dostumuza şu cümlelerle ifade etmişti ve bizler de hâlâ unutmadık:
“Vadiler olmasaydı dağların zirvesinin ne değeri kalırdı?”
O zaman ‘yüksek’in kıymetini bilelim…
Her düşüncenin bir ‘yüksek’inin olduğunu da…
Bu nedenle şu ‘Kentsel Dönüşüm’ konusunun halkımıza iyice anlatılması lazım. Belki de “Güvenli Şehir” projesi gibi bir adla değiştirilmeli…
Konu üzerinde bizim gazetenin başlattığı ‘derinlemesine’ tartışma sayesinde bir iki şey öğrenmek mümkün olabiliyor. Bütün kapsamlı tartışmalarda olduğu gibi, birbirinden farklı düşünceleri bir arada okuyup da, her söylenenin içinden size doğru geleni çekip almak ve size has bir görüş oluşturmak mümkün. Tabii öküz altında buzağı aramaya çalışmadan. Anlamak ve tartışmanın parçası olmak adına.
Örneğin TMMOB Mimarlar Odası Afet Komisyonu üyesi Mücella Yapıcı Hanım, ‘Deprem korkusunu kullanarak ülke topraklarını inşaat sermayesine açmak’tan söz etmiş. Kapitalizm ve liberalizmin koşullarında neye açık olacaktı bu iş?.. Tek parti iktidarı dönemi ve sonrasındaki gibi KİT’lere mi?.. Elbette sermayeye açık olacaktı. İnşaat sektörü içinde özel olarak ‘nemalandırılacak’ şirketlere dikkat çekmek ile devlet ve özel sektörün sinir uçlarının birbirlerine değdiği her anda bir yolsuzluk, hırsızlık, üç kâğıt arayan, yıllardır aynı saçı bitmemiş yetim kasedini çalan ‘katkısız, teflon açıklamalar’dan birini daha ‘söylemiş olmak için’ söylemek arasında herhalde bir fark olmalı.
Beykent Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi Yılmaz Kuyumcu Bey, bütün yetkilerin TOKİ’ye aktarılmasından hareketle, ‘kentsel dönüşümlerin tamamen ticari amaçlı hazırlanmasını’ eleştiriyor.
Mimar Sinan Genim de “İyi uygulama iyi sonuç getirir’ demiş. Uygulamada çıkan sıkıntıların revize edilebileceğine vurgu yapmış.
Başbakan’ın “İktidarımıza mal olsa da yıkacağız!” sözünün içeriğinin tam tersine AK Parti iktidarını sağlamlaştıracağına inanmak için falcı olmak gerekmiyor…
***
‘Kentsel dönüşüm’ üzerine sürdürülen ‘algı kaosu’ diye nitelenebilecek şu ortamda, ‘karar verici’ konumunda olanlara bizim de naçizane bir önerimiz olabilir:
Pazar akşamı Cüneyt Özdemir’e konuk olan Mehmet Şevki Eygi’nin ‘muhafazakâr sanat’ başlığı altında ‘lisan-edebiyat’ ve ‘mimarlık-şehircilik’ olarak ikiye ayırdığı kulvarlarda ikinci yola dair altını çizdiği ‘Yüksek Şehir Kültürü’nden nasiplenmiş ‘bilen’lerin önderliğinde atın atacağınız adımları… Eygi’nin şu uyarısını asla unutmadan: “Türkiye bedevi ve köylü kültürüne yuvarlanıyor!”
Bu yuvarlanışta sanayileşme süreçlerini döndüren çarkların dişlilerinde feodal zihniyetin un ufak olmasından rahatsızlık duyanlar kadar, üstadın vurguladığı ‘Las Vegas’a dönen Mekke’ örneğindeki gökdelenlerde somutlaşan, aslında bir başka ‘alçak kültür’ mantığının da rolünü görmek lazım.
***
Rotayı kimin pusulasına göre belirlemek lazım? Konu şehircilik ise ‘Yüksek şehircilik kültürü’nün pusulasına göre…
Yola kimlerle çıkmak lazım? Üstad bu sorunun da yanıtını gayet net olarak veriyordu. Türk, Kürt, alevi, sünni, laik, muhafazakar, ateist, dindar, mütedeyyin… Listeyi uzatalım ve ne kadar bakış açısı varsa hepsinin, ‘vasıflı’ insanlara ihtiyaç duyduğunu söylüyor ve diyordu ki:
“Vasıflı olurlarsa birlikte seyahat ettikleri gemiyi batırmazlar.”
Vasıflı olmak ‘vasat’ olanı dışlayabilme yeteneğini de beraberinde getirebilseydi keşke.
Başına ‘yüksek’ sıfatını getirdiğiniz her alanın ülkemizde vasıflı temsilcileri var. Marifet onları arayıp bulmakta… Vasatlar o kadar öne çıkmışlar ki, arkalarındaki zirveyi görebilecek açıları da kapatmış durumdalar. Diğer yandan ‘vasatlığı’ da azımsamamak lazım geldiğini yıllar önce Arkas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Lucien Arkas, bir dostumuza şu cümlelerle ifade etmişti ve bizler de hâlâ unutmadık:
“Vadiler olmasaydı dağların zirvesinin ne değeri kalırdı?”
O zaman ‘yüksek’in kıymetini bilelim…
Her düşüncenin bir ‘yüksek’inin olduğunu da…