‘Kötü iletişim’!..
08 mAYIS 2011
Tam da Kastamonu’da Başbakan’ı araç konvoyuna saldırının hemen ardından. BDP’den bağımsız Aday ve Demokratik Toplum Kongresi DTK Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk Hanım “Kötü şeyler olacak” diyor ve ekliyor “Devletle olmuyorsa, halkımız kendi demokrasisinin kuracak ve kendi kurduğu bu sistem içinde yaşamasını bilecek kadar örgütlüdür. Bu statüsüzlük durumu daha fazla devam edemez. Mısır gibi olur, Suriye gibi mi bilinmez.” …
Aynı gün gazetelerde, PKK internet sitesi mahreçli Abdullah Öcalan açıklamaları yer alıyor:
“15 Haziran son tarihtir. 15 Haziran'dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da büyük bir savaş başlar, kıyamet kopar. Her ikisi de çok büyük olur… Müzakere olursa büyük ve anlamlı bir müzakere olur, savaş olursa da büyük bir savaş olur. Her ikisi de büyüktür, anlamlıdır ve kutsaldır.”
BDP’nin diğer liderlerinin yoğunlaşıp odaklandıkları söylemleri tekrarlamaya gerek yok. Hepsi birbirine entegre; hepsinde aşağı yukarı iletişim terminolojisiyle aynı ses tonu (tone of voice)…
Bana daha çok Saddam Hüseyin’in Körfez savaşı sırasında başlamak üzere olan kara harekâtı öncesindeki uyarısını hatırlatıyor: “Bu, bütün savaşların anası olacak!”
Bizimkileri çıldırtmak, işi çığırığından çıkarmak için daha iyi bir iletişim çıkışı olamaz… Osmanlıdan bu yana sanki devlet, bu tür tehditlere hep boyun eymiş; süt dökmüş kedi gibi olmuş; her söyleneni yapmış gibi…
George Simenon’da, Agatha Christie’de bizim Ahmet Ümit romanlarında, Komiser Colombo tarzı dizilerde olduğu gibi tüm polisiye eserlerde, olayı araştıran kahramanın kendisine her zaman sorduğu soru aynıdır: “Bu işten kimin ne çıkarı var?”
İletişimde de durum aynıdır. İletişim hedef odaklıdır.
Siyasi iletişim siyasi iktidar için yapılır… Kürt hareketinin siyasi kanadı iktidar mücadelesinin iletişim boyutunu yönetmektedirler. O halde aynı soruyu burada da sormak gerekir. Bu ‘entegre’ iletişim atağının amacı nedir? Hangi hedefe ulaşılmak istenmektedir?.. Türkiye asla Mısır ve/veya Suriye olamayacağına göre klasik soru daha da önem kazanmaktadır. Tam da seçim döneminde bu işten kimin ne çıkarı vardır?
Yanıtlamaya çalışalım: A) BDP’li bağımsız adayların tabanlarından alacağı oyları sağlamlaştırılmasına B) BDP tehdidinden endişe duyan kesimlerin bu tehditleri ortadan kaldıracağına inandıkları partide birleşmelerine…
Sonuç: Yakın zamana kadar ülke içinde buldukları desteği hızla artırmış olan Kürt milliyetçisi siyasetçiler ya gereksiz bir panik ortamı içinde iletişimi yüzlerine gözlerine bulaştırmaya başladılar; ya seçim savaşında kaybetmemek için bir ‘iletişim oyunu’ oynuyorlar; ya da ‘savaşların anası’ yaklaşıyor… Üç şık da Kürt kökenli vatandaşlarımızın çıkarına olamaz…
İki gıcık bir sempatik…
Bir iki reklama değinmeden geçmeyeceğiz bu hafta… İki gıcık bir sempatik örnek verelim… Birincisi 11880… Bietecek sandım. Biteceği yok. Bir ayı geçti… TV’de fena durmuyor. Ayıcık kurtarıyor zevahiri. Fakat otomobilde o ses ve söze yakalandım mı; fena oluyorum: “Kopyalama geri ver! Kopyalama soru ver! Tüm Türkiye 118 80’de.. 118 80 80 80 bilmiş 80!.. vs..” Tam da YGS günlerinde. Laflara bakın!.. Her gıcık reklam iş yapmaz. 11833 yaptı diye gıcıklık yarışına girmenin âlemine…
İkinci gıcık iş, şu sigortadan yararlanan şeytan muhabbeti… Hıristiyan kültüründe şeytan büyüklerin gerilim filmlerini süslediği gibi ‘Halloween’ gibi pek çok çocuk eğlencesine bir yerlerden bulaşır; sempatik hale getirilebilir… Bizim kültürümüzde şeytan satın alma davranışı destekleyecek sempatik bir figür olarak kullanılamaz. Kullanılırsa da itici olur sempatik değil…
Bir sempatik örnek Philips’ten. Dün gazetelerde vardı. Herhalde bugün de girmişlerdir. Boyama kalemiyle son derece naif, çocuksu bir üslupla çizilmiş altı ürün: Ütü, saç düzleştirici, airfryer, epilatör, süpürge… Üstte de annesine hediye alacak küçük kız çocuğunu elinde çiçek buketi ile resmi… Çok hoş… Bu ev aletleri reklamlarını duyarlı ve duygusal hale getirmek zordur. Hele de basılı reklamlarda…
Ellerine gönlüne sağlık sevgili Özer…
Dün Özer Yelçe kardeşimin yeni kitabı geçti elime. “Yaşamdan Alıntılar”
Anlatılması zor hoşlukta bir fotoğraf kitabı. Kitaba destek vermiş olan bir başka dostumuzun Sevgili Celal Metin’in ve Özer’in önsözleri fotoğraflar kadar içten ve etkileyici… Özer Yelçe’nin ilk kitabı “Hayal Mektupları”nı biz yayınlamıştık. Yeni kitabı görünce bu yüzden bir kat daha da heyecanlandım.
Onu ilk kez Milliyet’te tanımıştım… Yıllar sonra iletişim işine yönelmeme de o ön ayak olacaktı…
Kısa kollu yazlık gömleğinin cebinden sarı basın kartının silueti görünürdü. Biz daha yeniydik 70’li yıllardı. Sarı basın kartımız yıllar sonra gelecekti… Kıskanırdık. Ayrıca giyim kuşamını da kıskanırdık… Maarif Koleji ayrıcalıklı eküridendi. Onun hep itinalı, hep duyarlı zarafeti yanında çoğumuz sokak çocuğu gibi kalırdık. Mesela ayakkabılarına hastaydım… Dexter marka Laufer (Pennyshoes) giyerdi. Dexter yıllar sonra gelecekti Türkiye…
İşte Özer Yelçe o zarafeti fotoğraflarına yansıtmış. Müthiş bir yaşam duygusu bütünlüğü yaratmış… İyi ki varsın Özerciğim…
Aynı gün gazetelerde, PKK internet sitesi mahreçli Abdullah Öcalan açıklamaları yer alıyor:
“15 Haziran son tarihtir. 15 Haziran'dan sonra ya anlamlı bir müzakere dönemi başlar ya da büyük bir savaş başlar, kıyamet kopar. Her ikisi de çok büyük olur… Müzakere olursa büyük ve anlamlı bir müzakere olur, savaş olursa da büyük bir savaş olur. Her ikisi de büyüktür, anlamlıdır ve kutsaldır.”
BDP’nin diğer liderlerinin yoğunlaşıp odaklandıkları söylemleri tekrarlamaya gerek yok. Hepsi birbirine entegre; hepsinde aşağı yukarı iletişim terminolojisiyle aynı ses tonu (tone of voice)…
Bana daha çok Saddam Hüseyin’in Körfez savaşı sırasında başlamak üzere olan kara harekâtı öncesindeki uyarısını hatırlatıyor: “Bu, bütün savaşların anası olacak!”
Bizimkileri çıldırtmak, işi çığırığından çıkarmak için daha iyi bir iletişim çıkışı olamaz… Osmanlıdan bu yana sanki devlet, bu tür tehditlere hep boyun eymiş; süt dökmüş kedi gibi olmuş; her söyleneni yapmış gibi…
George Simenon’da, Agatha Christie’de bizim Ahmet Ümit romanlarında, Komiser Colombo tarzı dizilerde olduğu gibi tüm polisiye eserlerde, olayı araştıran kahramanın kendisine her zaman sorduğu soru aynıdır: “Bu işten kimin ne çıkarı var?”
İletişimde de durum aynıdır. İletişim hedef odaklıdır.
Siyasi iletişim siyasi iktidar için yapılır… Kürt hareketinin siyasi kanadı iktidar mücadelesinin iletişim boyutunu yönetmektedirler. O halde aynı soruyu burada da sormak gerekir. Bu ‘entegre’ iletişim atağının amacı nedir? Hangi hedefe ulaşılmak istenmektedir?.. Türkiye asla Mısır ve/veya Suriye olamayacağına göre klasik soru daha da önem kazanmaktadır. Tam da seçim döneminde bu işten kimin ne çıkarı vardır?
Yanıtlamaya çalışalım: A) BDP’li bağımsız adayların tabanlarından alacağı oyları sağlamlaştırılmasına B) BDP tehdidinden endişe duyan kesimlerin bu tehditleri ortadan kaldıracağına inandıkları partide birleşmelerine…
Sonuç: Yakın zamana kadar ülke içinde buldukları desteği hızla artırmış olan Kürt milliyetçisi siyasetçiler ya gereksiz bir panik ortamı içinde iletişimi yüzlerine gözlerine bulaştırmaya başladılar; ya seçim savaşında kaybetmemek için bir ‘iletişim oyunu’ oynuyorlar; ya da ‘savaşların anası’ yaklaşıyor… Üç şık da Kürt kökenli vatandaşlarımızın çıkarına olamaz…
İki gıcık bir sempatik…
Bir iki reklama değinmeden geçmeyeceğiz bu hafta… İki gıcık bir sempatik örnek verelim… Birincisi 11880… Bietecek sandım. Biteceği yok. Bir ayı geçti… TV’de fena durmuyor. Ayıcık kurtarıyor zevahiri. Fakat otomobilde o ses ve söze yakalandım mı; fena oluyorum: “Kopyalama geri ver! Kopyalama soru ver! Tüm Türkiye 118 80’de.. 118 80 80 80 bilmiş 80!.. vs..” Tam da YGS günlerinde. Laflara bakın!.. Her gıcık reklam iş yapmaz. 11833 yaptı diye gıcıklık yarışına girmenin âlemine…
İkinci gıcık iş, şu sigortadan yararlanan şeytan muhabbeti… Hıristiyan kültüründe şeytan büyüklerin gerilim filmlerini süslediği gibi ‘Halloween’ gibi pek çok çocuk eğlencesine bir yerlerden bulaşır; sempatik hale getirilebilir… Bizim kültürümüzde şeytan satın alma davranışı destekleyecek sempatik bir figür olarak kullanılamaz. Kullanılırsa da itici olur sempatik değil…
Bir sempatik örnek Philips’ten. Dün gazetelerde vardı. Herhalde bugün de girmişlerdir. Boyama kalemiyle son derece naif, çocuksu bir üslupla çizilmiş altı ürün: Ütü, saç düzleştirici, airfryer, epilatör, süpürge… Üstte de annesine hediye alacak küçük kız çocuğunu elinde çiçek buketi ile resmi… Çok hoş… Bu ev aletleri reklamlarını duyarlı ve duygusal hale getirmek zordur. Hele de basılı reklamlarda…
Ellerine gönlüne sağlık sevgili Özer…
Dün Özer Yelçe kardeşimin yeni kitabı geçti elime. “Yaşamdan Alıntılar”
Anlatılması zor hoşlukta bir fotoğraf kitabı. Kitaba destek vermiş olan bir başka dostumuzun Sevgili Celal Metin’in ve Özer’in önsözleri fotoğraflar kadar içten ve etkileyici… Özer Yelçe’nin ilk kitabı “Hayal Mektupları”nı biz yayınlamıştık. Yeni kitabı görünce bu yüzden bir kat daha da heyecanlandım.
Onu ilk kez Milliyet’te tanımıştım… Yıllar sonra iletişim işine yönelmeme de o ön ayak olacaktı…
Kısa kollu yazlık gömleğinin cebinden sarı basın kartının silueti görünürdü. Biz daha yeniydik 70’li yıllardı. Sarı basın kartımız yıllar sonra gelecekti… Kıskanırdık. Ayrıca giyim kuşamını da kıskanırdık… Maarif Koleji ayrıcalıklı eküridendi. Onun hep itinalı, hep duyarlı zarafeti yanında çoğumuz sokak çocuğu gibi kalırdık. Mesela ayakkabılarına hastaydım… Dexter marka Laufer (Pennyshoes) giyerdi. Dexter yıllar sonra gelecekti Türkiye…
İşte Özer Yelçe o zarafeti fotoğraflarına yansıtmış. Müthiş bir yaşam duygusu bütünlüğü yaratmış… İyi ki varsın Özerciğim…