‘Kusursuz sorumluluk’ kurban ister!
04 MART 2007
Konunun trajik tarafının üzerine medya geniş bir şekilde gidiyor. Ufacık Dilara’nın rögar çukurunda feci ölümü... Ailenin dramı... Ve taşeron firmanın sözleşmesinin iptali, İSKİ Genel Müdürü Dursun Ali Çodur’un işine son verilmesi...
Ben daha çok Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş’ın krizi nasıl yönettiğini tartışmak istiyorum. İş ve iletişim yönetimi adına çıkaracak dersler var bu olayda.
Geçen hafta Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın daveti üzerine bir konferans vermek için Ankara’ya gitmiştim. Öğlen yemeğindeki sohbet sırasında Komutan Tümamiral Can Erenoğlu ve genç bir askeri hâkim bana silahlı kuvvetlerdeki “kusursuz sorumluluk” kavramını anlattılar. Yani şahsen, doğrudan hiçbir kusurunuz olmadığı halde, kusur sizin emriniz ve sorumluluğunuz altındaki kişilerce işlenmişse, sizin de sorumluluğunuzun oluşması meselesi...
Hem Çodur’un kendisi, hem de görüşünü sorduğum pek çok dostum, Çodur’un bu durumu hak etmediğini, Topbaş’ın abartılı davrandığını söylüyor. Ben ise tam da Silahlı Kuvvetler’deki uygulama paralelinde düşünüyorum. Çodur’un taksiratı olup olmadığı hiç önemli değildir. Böyle durumlarda işte o ‘kusursuz sorumluluk’ gereği ‘kurban’ verilir. Hızlı tren kazasında TCDD Genel Müdürünü görevden almakta geç kalındığı için kriz büyümüş; hem kurum hem de siyasi otorite gereğinden fazla hasar görmüştür. Bırakın görevden almayı, Japon İSKİ müdürü (!) şimdiye kadar çoktan harakiri yapmıştı...
Topbaş hem hız açısından, hem de uygulama açısından son derece doğru davranmıştır. Şimdi, işi daha da ileri götürmesi gerekir. Hiçbir zaman acılarını dindiremez; ama aileyle çok daha yakından ilgilenebilir. Hatta ömür boyu... Şahsi teminatı ile... Yani günün birinde Belediye Başkanı olmasa dahi sürecek bir teminat ile...
Dursun Ali Bey’i şahsen tanıdım. En ufak bir suçu olmadığına inanırım. Ancak, Osmanlı’nın deyişiyle “usulü veçhile amel edilmesi” gereken bir durum vardır ortada...
Carrefour mu, National Geographic mi?
Ben National Geographic’in o reklam filmini izlemedim. Ama sordum soruşturdum. Ayniyle vakiymiş... Bakın okurlarımızdan Didem Candemir nasıl bir tespit yapmış:
“Ben sadık bir National Geographic Channel izleyicisiyim. Bilmiyorum Carrefour'un yeni reklamını izlediniz mi? İki gün önce zannediyorum başladı yayınlanmaya. Alışveriş arabasıyla insanlar yollarda yürüyorlar, park ediyorlar, birbirlerine yol veriyorlar. Sonrasında da insanların alışveriş arabalarını fırçalı oto yıkamaya soktuklarını görüyoruz. Ve finalde de dış ses diyor ki; 'Dünyada otomobilden sonra en çok kullanılan dört tekerlekli araç alışveriş arabasıdır'. Ve olayı Carrefour'a bağlıyorlar.
“Ancak bu benim bildiğim kadarıyla National Geographic'te izlediğim tanıtımın tam bir kopyası. National'daki tanıtımda da, bir adam yine aynı şekilde alışveriş arabasını oto yıkamaya sokuyor ve dış ses aynı şeyi söylüyor: 'Dünyada otomobilden sonra en çok kullanılan dört tekerlekli araç, alışveriş arabasıdır'.
“Görünce gerçekten çok şaşırdım. Ve merak ettim, sonuçta ben öğrenemeyeceğim ama izin alınmış mıdır acaba böyle bir reklam için, yoksa gerçekten yaratıcılığımız bu kadar mı?”
Bu gibi, durumlar çok sık olur. Hani “Aklın yolu bir”, “Esinlenme”, ya da amiyane tabirle“Pişti oldular” falan diye açıklanır... Bu da öyle bir durumu anımsatıyor. Yazıyı kaleme almadan Carrefour’dan sevgili dostumuz Bora Tanrıkulu’yu uzun uzun aradım. Ne yazık ki ulaşamadım. Onun bu duruma mutlaka bir açıklaması vardır. Yazarsa yayınlarız...
Ne güzel Türkiye filmi o öyle...
Sayın Bakanı zaman zaman ağır şekilde eleştiririz. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı bu sefer işi başarmış. Reklam filmini Bakanlığın web sitesinden de izlemeniz mümkün. Slogan müthiş. Hem yalın, hem sıcak, hem de neredeyse her şeyi ifade ediyor. Türkiye’nin marka vaadi için de çok etkili bir önerme getiriyor:
Welcome home!..
Yani: Evinize hoş geldiniz.
Ne kadar yalın ve hoş değil mi?.. Bildiğiniz gibi Türkiye markasının pazarlanmasını yönetmek Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın birincil işi değil. Bakanlığın görevi bir tür ürün olarak turizmi pazarlamak ve turizmden elde edilecek ülke gelirini artırmak... Bu film bence haddini iyice aşmış (!).. Sanki ikisini de aynı anda yapıyor: Hem turizmi hem de ülke markasını pazarlıyor... Düşünenin aklına, uygulayanların ellerine sağlık...
Twiggy’ye kriz “Geliyorum” demiş...
Geçtiğimiz hafta PR sektöründe en çok konuşulan konulardan biri de şüphesiz Twiggy’nin “İpanema – Gisele Bündchen” kampanyasının basın toplantısında yaşananlar oldu. Kısaca söz etmek gerekirse, dünyanın en ünlü modellerinden olduğu bilinen Gisele Bündchen küresel ısınmaya ve Amazonlar’daki çevre kirliliğine karşı bir kampanyanın hayata geçmesinde gönüllü oluyor. Kampanya ilgi görüyor ve bir çok ülkeye yayılması sağlanıyor. Elde edilecek gelirlerin Xingu Nehri’nin korunmasına harcanacağı ilan ediliyor. Kampanyanın Türkiye ayağına ise Twiggy talip oluyor ve bir basın toplantısı düzenleyerek bunu duyurmak istiyor. Buraya kadar bir sorun yok.
Gazetecilere davetiyeler gidiyor. Gazetelerde ‘Gisele kampanya için Türkiye’ye geliyor’ diye haber oluyor... Oysa ki böyle bir şey yok. Twiggy ne böyle bir açıklama yapıyor, ne de Gisele’in geleceğine dair çıkan haberleri doğruluyor. Ama yalanlamıyor da (!)...
Kıyamet basın toplantısında kopuyor. Gazeteciler Gisele’i istiyor, Twiggy ‘Biz size gelecek demedik’ diyor. Al sana kriz!
Basın toplantısından bir gün önce AMPD’nin düzenlediği Perakende Zirvesi’nde Twiggy’nin Yönetim Kurulu Başkanı Sinan Öncel ile karşılaştık. “Mutlaka gelmelisin, çok ilginç ve dünya çapında bir olay bu” demişti. Bence de öyle. İyi bir sosyal sorumluluk projesi.
Görünen o ki, ciddi bir ‘yanlış anlatma’ durumu var.
Ben daha çok Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş’ın krizi nasıl yönettiğini tartışmak istiyorum. İş ve iletişim yönetimi adına çıkaracak dersler var bu olayda.
Geçen hafta Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın daveti üzerine bir konferans vermek için Ankara’ya gitmiştim. Öğlen yemeğindeki sohbet sırasında Komutan Tümamiral Can Erenoğlu ve genç bir askeri hâkim bana silahlı kuvvetlerdeki “kusursuz sorumluluk” kavramını anlattılar. Yani şahsen, doğrudan hiçbir kusurunuz olmadığı halde, kusur sizin emriniz ve sorumluluğunuz altındaki kişilerce işlenmişse, sizin de sorumluluğunuzun oluşması meselesi...
Hem Çodur’un kendisi, hem de görüşünü sorduğum pek çok dostum, Çodur’un bu durumu hak etmediğini, Topbaş’ın abartılı davrandığını söylüyor. Ben ise tam da Silahlı Kuvvetler’deki uygulama paralelinde düşünüyorum. Çodur’un taksiratı olup olmadığı hiç önemli değildir. Böyle durumlarda işte o ‘kusursuz sorumluluk’ gereği ‘kurban’ verilir. Hızlı tren kazasında TCDD Genel Müdürünü görevden almakta geç kalındığı için kriz büyümüş; hem kurum hem de siyasi otorite gereğinden fazla hasar görmüştür. Bırakın görevden almayı, Japon İSKİ müdürü (!) şimdiye kadar çoktan harakiri yapmıştı...
Topbaş hem hız açısından, hem de uygulama açısından son derece doğru davranmıştır. Şimdi, işi daha da ileri götürmesi gerekir. Hiçbir zaman acılarını dindiremez; ama aileyle çok daha yakından ilgilenebilir. Hatta ömür boyu... Şahsi teminatı ile... Yani günün birinde Belediye Başkanı olmasa dahi sürecek bir teminat ile...
Dursun Ali Bey’i şahsen tanıdım. En ufak bir suçu olmadığına inanırım. Ancak, Osmanlı’nın deyişiyle “usulü veçhile amel edilmesi” gereken bir durum vardır ortada...
Carrefour mu, National Geographic mi?
Ben National Geographic’in o reklam filmini izlemedim. Ama sordum soruşturdum. Ayniyle vakiymiş... Bakın okurlarımızdan Didem Candemir nasıl bir tespit yapmış:
“Ben sadık bir National Geographic Channel izleyicisiyim. Bilmiyorum Carrefour'un yeni reklamını izlediniz mi? İki gün önce zannediyorum başladı yayınlanmaya. Alışveriş arabasıyla insanlar yollarda yürüyorlar, park ediyorlar, birbirlerine yol veriyorlar. Sonrasında da insanların alışveriş arabalarını fırçalı oto yıkamaya soktuklarını görüyoruz. Ve finalde de dış ses diyor ki; 'Dünyada otomobilden sonra en çok kullanılan dört tekerlekli araç alışveriş arabasıdır'. Ve olayı Carrefour'a bağlıyorlar.
“Ancak bu benim bildiğim kadarıyla National Geographic'te izlediğim tanıtımın tam bir kopyası. National'daki tanıtımda da, bir adam yine aynı şekilde alışveriş arabasını oto yıkamaya sokuyor ve dış ses aynı şeyi söylüyor: 'Dünyada otomobilden sonra en çok kullanılan dört tekerlekli araç, alışveriş arabasıdır'.
“Görünce gerçekten çok şaşırdım. Ve merak ettim, sonuçta ben öğrenemeyeceğim ama izin alınmış mıdır acaba böyle bir reklam için, yoksa gerçekten yaratıcılığımız bu kadar mı?”
Bu gibi, durumlar çok sık olur. Hani “Aklın yolu bir”, “Esinlenme”, ya da amiyane tabirle“Pişti oldular” falan diye açıklanır... Bu da öyle bir durumu anımsatıyor. Yazıyı kaleme almadan Carrefour’dan sevgili dostumuz Bora Tanrıkulu’yu uzun uzun aradım. Ne yazık ki ulaşamadım. Onun bu duruma mutlaka bir açıklaması vardır. Yazarsa yayınlarız...
Ne güzel Türkiye filmi o öyle...
Sayın Bakanı zaman zaman ağır şekilde eleştiririz. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı bu sefer işi başarmış. Reklam filmini Bakanlığın web sitesinden de izlemeniz mümkün. Slogan müthiş. Hem yalın, hem sıcak, hem de neredeyse her şeyi ifade ediyor. Türkiye’nin marka vaadi için de çok etkili bir önerme getiriyor:
Welcome home!..
Yani: Evinize hoş geldiniz.
Ne kadar yalın ve hoş değil mi?.. Bildiğiniz gibi Türkiye markasının pazarlanmasını yönetmek Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın birincil işi değil. Bakanlığın görevi bir tür ürün olarak turizmi pazarlamak ve turizmden elde edilecek ülke gelirini artırmak... Bu film bence haddini iyice aşmış (!).. Sanki ikisini de aynı anda yapıyor: Hem turizmi hem de ülke markasını pazarlıyor... Düşünenin aklına, uygulayanların ellerine sağlık...
Twiggy’ye kriz “Geliyorum” demiş...
Geçtiğimiz hafta PR sektöründe en çok konuşulan konulardan biri de şüphesiz Twiggy’nin “İpanema – Gisele Bündchen” kampanyasının basın toplantısında yaşananlar oldu. Kısaca söz etmek gerekirse, dünyanın en ünlü modellerinden olduğu bilinen Gisele Bündchen küresel ısınmaya ve Amazonlar’daki çevre kirliliğine karşı bir kampanyanın hayata geçmesinde gönüllü oluyor. Kampanya ilgi görüyor ve bir çok ülkeye yayılması sağlanıyor. Elde edilecek gelirlerin Xingu Nehri’nin korunmasına harcanacağı ilan ediliyor. Kampanyanın Türkiye ayağına ise Twiggy talip oluyor ve bir basın toplantısı düzenleyerek bunu duyurmak istiyor. Buraya kadar bir sorun yok.
Gazetecilere davetiyeler gidiyor. Gazetelerde ‘Gisele kampanya için Türkiye’ye geliyor’ diye haber oluyor... Oysa ki böyle bir şey yok. Twiggy ne böyle bir açıklama yapıyor, ne de Gisele’in geleceğine dair çıkan haberleri doğruluyor. Ama yalanlamıyor da (!)...
Kıyamet basın toplantısında kopuyor. Gazeteciler Gisele’i istiyor, Twiggy ‘Biz size gelecek demedik’ diyor. Al sana kriz!
Basın toplantısından bir gün önce AMPD’nin düzenlediği Perakende Zirvesi’nde Twiggy’nin Yönetim Kurulu Başkanı Sinan Öncel ile karşılaştık. “Mutlaka gelmelisin, çok ilginç ve dünya çapında bir olay bu” demişti. Bence de öyle. İyi bir sosyal sorumluluk projesi.
Görünen o ki, ciddi bir ‘yanlış anlatma’ durumu var.