‘Kültür stratejiyi yer’…
27 HAZİRAN 2012
Bilenler vardır mutlaka. İtiraf etmeliyim ben yeni duydum. Bayıldım… Lafın aslı biraz daha uzun: “Kültür stratejiyi sabah kahvaltısında yer”… Peter Drucker’e gönderme yapılarak 2006’da Ford’un Başkanı Mark Fields tarafından popüler hale getirilmiş bir özdeyiş. Şirketler için kullanılıyor. Ancak ülkelere de cuk oturuyor. (Örneğin, Köy Enstitüleri Projesi..) İstediğin şahane stratejiyi kur. Eğer onu hayata geçirecek sistemin, yapının kültürü onu taşıyacak güç ve derinlikte değilse, nafile uğraşırsın. Sonuç hüsran…
Örneğin, tarafsızlık yaklaşımı bazı kültürlerde çalışmaz. Ya bir şeyden yanasınızdır ya da karşı. Oysa belli bir pozisyon alıp, sağlamca bir dünya görüşünden her yöne eleştirel bir yaklaşım sergilerseniz, bizdeki gibi mesela kâh ‘postal yalayıcı’ olursunuz kâh ‘AK Parti yalakası’…
Bugün bizde sıra ikincisinde…
İngiliz istihbaratının Arap Baharı’nın El Kaide’ye yaradığı yolundaki bir yorumu, hemen insanın aklına Batı’nın ve Uzak Batı’nın Ortadoğu politikasını yeniden gözden geçirmeye başlamış olabileceğini getiriyor. Böylesi bir ihtimalin Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl etkilemesi gerektiğini de kafalarda tartmaya çalışmak ‘olan biteni okumak’ adına işe yarayabilir.
Stratejinin ne kadar derinleşebileceği konusunda hem konjonktürel bilgileri hem de bu bilgilere dayanan vizyonu konusunda eline kolay kolay su dökülemeyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ve Başbakan Erdoğan’ın Batılı güçler tarafından her an yalnız bırakılabileceğimiz yolundaki ihtimali hesaplarına katmadığını düşünmek, abesle iştigal olurdu.
Her ne kadar ‘soft issues’ meselesindeki zaaflarını zaman zaman eleştirsem de (bkz. Akşam, 30 Mayıs 2012) Başbakan’ın dünkü tarihi konuşmasını benzer duygular içinde izlediğimi itiraf etmeliyim. Ses tonundaki ‘kararlılık’ ve ‘akl-ı selim’ duygusunu kendisini dinleyen herkese yansıtıp yansıtamadığını bilemem ama ortak duygularla kabullenilebilecek şu gerçeğin altını çizmekte yarar var:
Başbakan, dün sergilediği hitabet örneğiyle, eğer Ortadoğu’da başımıza çorap örme yolunda tığ ya da şiş oynatan birileri varsa, -ki hiç eksik olmazlar, Bkz. İngiliz tarihçi Toynbee- o şer güçlerle başa çıkmak için nasıl bir liderlik sergilenmesi gerektiği yolunda sağlam ipuçları vermiştir. Diğer liderlerin konuşmaları biraz da bu yüzden hayli talihsiz bir atmosferin içine düşüvermiş izlenimini verdi…
Efendim, bizim ülkemizde Suriye politikası üzerinde tüm kesimler arasında konsensus oluşturulmalıymış… Sormak gerekirmiş: Türkiye’nin Suriye politikasını Türk halkı destekliyor muymuş? Referandum yapalım diyecekler neredeyse… Hangi ülkenin siyasi iradesi, tarihi bilmesi, mevcut durumu değerlendirmesi ve geleceği öngörmesi gereken böylesi bir durumda, Batı’yı, NATO’yu, Arap kamuoyunu, dünyayı ‘bekleterek’ topyekun münazaralarla, güvercinlere niyet çektirir gibi uzlaşma arayışına çıkmıştır acaba?
Bu tür ‘aylak adam’ ruh hali içinde olanlar için dün Başbakan’ın “Kendi tarihinden ecdadından bi haber olanlar Ak Parti’nin Suriye politikasını doğru analiz edemezler” şeklindeki tespiti, kendisini hiçbir zaman AK Partili hissetmemiş olanlara da ‘Vallahi doğru!’ dedirtmiştir.
Farkında mısınız; Davutoğlu’nun TRT’deki açıklamalarından sonra uçağımızın uluslar arası hava sahasında vurulduğunun netleşmesi bile içimizdeki İrlandalılar’ı yatıştıramadı. Adımız gibi bilmiyor muyuz? Hava sahası ihlalleri hep olmaz mı? Uyarı yapılır ve uyarıyı alan da ihlale son vermez mi? Bunu en iyi Türkiye bilmez mi? Ege sahanlığı meselesindeki Yunan jetleriyle yapılan karşılıklı şovları unuttuk mu? Şimdi Suriye’nin kalkıp da ‘Uçağınızı egemenlik için vurduk’ demesine kim inanır?
‘Amerika sonrası dünya’ adlı küresel tsunamide Türkiye’nin nereye savrulacağı konusunda dümeni tutmaya niyeti olanlarla, dalgalarda sörf yapmak isteyen aylak adamları iyi sezmek gerekiyor.
Bir de strateji ile kültür arasındaki o yaman çelişkiyi göz ardı etmemek… Erdoğan ve kurmaylarının bölgedeki stratejisinin bizim kültür tarafından ‘ham edilme’ olasılığı her zaman var çünkü… O kültürü oluşturma ise, her zaman altını çizdiğimiz gibi bir ‘soft power’ (yumuşak güç) meselesidir…
Örneğin, tarafsızlık yaklaşımı bazı kültürlerde çalışmaz. Ya bir şeyden yanasınızdır ya da karşı. Oysa belli bir pozisyon alıp, sağlamca bir dünya görüşünden her yöne eleştirel bir yaklaşım sergilerseniz, bizdeki gibi mesela kâh ‘postal yalayıcı’ olursunuz kâh ‘AK Parti yalakası’…
Bugün bizde sıra ikincisinde…
İngiliz istihbaratının Arap Baharı’nın El Kaide’ye yaradığı yolundaki bir yorumu, hemen insanın aklına Batı’nın ve Uzak Batı’nın Ortadoğu politikasını yeniden gözden geçirmeye başlamış olabileceğini getiriyor. Böylesi bir ihtimalin Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl etkilemesi gerektiğini de kafalarda tartmaya çalışmak ‘olan biteni okumak’ adına işe yarayabilir.
Stratejinin ne kadar derinleşebileceği konusunda hem konjonktürel bilgileri hem de bu bilgilere dayanan vizyonu konusunda eline kolay kolay su dökülemeyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ve Başbakan Erdoğan’ın Batılı güçler tarafından her an yalnız bırakılabileceğimiz yolundaki ihtimali hesaplarına katmadığını düşünmek, abesle iştigal olurdu.
Her ne kadar ‘soft issues’ meselesindeki zaaflarını zaman zaman eleştirsem de (bkz. Akşam, 30 Mayıs 2012) Başbakan’ın dünkü tarihi konuşmasını benzer duygular içinde izlediğimi itiraf etmeliyim. Ses tonundaki ‘kararlılık’ ve ‘akl-ı selim’ duygusunu kendisini dinleyen herkese yansıtıp yansıtamadığını bilemem ama ortak duygularla kabullenilebilecek şu gerçeğin altını çizmekte yarar var:
Başbakan, dün sergilediği hitabet örneğiyle, eğer Ortadoğu’da başımıza çorap örme yolunda tığ ya da şiş oynatan birileri varsa, -ki hiç eksik olmazlar, Bkz. İngiliz tarihçi Toynbee- o şer güçlerle başa çıkmak için nasıl bir liderlik sergilenmesi gerektiği yolunda sağlam ipuçları vermiştir. Diğer liderlerin konuşmaları biraz da bu yüzden hayli talihsiz bir atmosferin içine düşüvermiş izlenimini verdi…
Efendim, bizim ülkemizde Suriye politikası üzerinde tüm kesimler arasında konsensus oluşturulmalıymış… Sormak gerekirmiş: Türkiye’nin Suriye politikasını Türk halkı destekliyor muymuş? Referandum yapalım diyecekler neredeyse… Hangi ülkenin siyasi iradesi, tarihi bilmesi, mevcut durumu değerlendirmesi ve geleceği öngörmesi gereken böylesi bir durumda, Batı’yı, NATO’yu, Arap kamuoyunu, dünyayı ‘bekleterek’ topyekun münazaralarla, güvercinlere niyet çektirir gibi uzlaşma arayışına çıkmıştır acaba?
Bu tür ‘aylak adam’ ruh hali içinde olanlar için dün Başbakan’ın “Kendi tarihinden ecdadından bi haber olanlar Ak Parti’nin Suriye politikasını doğru analiz edemezler” şeklindeki tespiti, kendisini hiçbir zaman AK Partili hissetmemiş olanlara da ‘Vallahi doğru!’ dedirtmiştir.
Farkında mısınız; Davutoğlu’nun TRT’deki açıklamalarından sonra uçağımızın uluslar arası hava sahasında vurulduğunun netleşmesi bile içimizdeki İrlandalılar’ı yatıştıramadı. Adımız gibi bilmiyor muyuz? Hava sahası ihlalleri hep olmaz mı? Uyarı yapılır ve uyarıyı alan da ihlale son vermez mi? Bunu en iyi Türkiye bilmez mi? Ege sahanlığı meselesindeki Yunan jetleriyle yapılan karşılıklı şovları unuttuk mu? Şimdi Suriye’nin kalkıp da ‘Uçağınızı egemenlik için vurduk’ demesine kim inanır?
‘Amerika sonrası dünya’ adlı küresel tsunamide Türkiye’nin nereye savrulacağı konusunda dümeni tutmaya niyeti olanlarla, dalgalarda sörf yapmak isteyen aylak adamları iyi sezmek gerekiyor.
Bir de strateji ile kültür arasındaki o yaman çelişkiyi göz ardı etmemek… Erdoğan ve kurmaylarının bölgedeki stratejisinin bizim kültür tarafından ‘ham edilme’ olasılığı her zaman var çünkü… O kültürü oluşturma ise, her zaman altını çizdiğimiz gibi bir ‘soft power’ (yumuşak güç) meselesidir…