‘Mış gibi yapmanın’ hazin sonu...
30 KASIM 2003
Son günlerde izlediğim iki röportaj bana iki soruyu yanıtlamamda yardımcı oldu. Biri NTV’de Gani Müjde’nin Tamer Karadağlı’yı konuk ettiği söyleşi. Diğeri de dün Ayşe Arman’ın “Çocuklar Duymasın” dizisinin patronu Birol Güven ile yaptığı röportaj.
Birincisinde şu sorunun yanıtını buldum: “Dizideki erkek oyuncuları sayar mısın?” diye sorduğum herkes niye Tamer Karadağlı’yı kendi adıyla, diğerlerini ise dizideki adlarıyla, Light Selami, Çaycı Hüseyin vs. diye hatırlıyordu?
İkincisinde ise yanıtını bulduğum soru şu oldu: Son yılların en başarılı dizisi niçin krize girdi?..
Neşeli Cahiliye Devrinin ürünü olan ‘Sığ popüler kültür’ almış başını gidiyor. Sanki alternatifsiz... Birileri de bu ‘akımın’ yasalarından söz etmiyor mu, işte o zaman dayanamıyorum...
Pekiyi ‘derinliği’ olan popüler kültür yok mu? Var tabii. Can Dündar bunu yeni çıkardığı, adını da ‘Popüler kültür’ koyduğu ekte sergilemeye çalışıyor. Umarım başarılı olur.
Birol Güven röportajında en çok ilgimi çeken söz başlıktaydı: “Ben ahlak değil imaj yönetimi yapıyorum.” Batılı kaynaklara bakmaya gerek yok. Can Kozanoğlu’nun 1995’de yayınladığı kitaba şöyle bir göz atmak yeter: Kitabın adı:“Cilalı İmaj Devri”...
‘İmaj yönetimi’... Yani –mış gibi yapmanın yönetimi... İnternet öncesi, bazı şeylerin hâlâ gizlenebildiği yılların iletişim dümeni, şimdilerden tüm aklı başında iletişimcilerce tarihe gömülmüş durumda. Geçerliliğini yitirmiş. Sadece demode değil, aynı zamanda ‘imaj yapana’ zararlı. Kömürle işleyen buharlı trenden beter... İşte Michael Jackson... Popüler tarihin son ‘imajcısının’ hali ortada...
Güven, bu demode aracı yaptığı işin ana yasası imiş gibi koyuyor ortaya...
Oysa günümüzde doğru yol, imajı değil algıyı yönetmekten geçiyor... İbrahim Tatlıses, Hülya Avşar, Gülben Ergen, Tamer Karadağlı ile karşılaştırıldığında Pınar Altuğ, daha mı az masumdu? ‘Eski günahlarının gölgesi’ daha mı az uzundu?.. Hayır. Diğerleri kendileriyle ilgili algıyı doğru yönettiler ve –mış gibi yapmadılar... Bu kadar basit.
Bu röportajı iş dünyası da dikkatlice okumalı. İş adamlarımız ve yöneticiler, bir başarı öyküsünün, sözüm ona ‘imajı yöneterek’, o kanaldan o kanala koşturup, rolleri oyunculara yapıştırıp, sonrada yapışan rollere ters davranışlar sergilendiğinde oyuncuları imaj adına harcayarak, durduk yerde nasıl krize sokulduğunu anlarlarsa, bundan kendilerine pek çok ders çıkabilir...
Can sıkıcı (!) bir yarışma...
Türk Eğitim Vakfı (TEV), sessiz sedasız bir iş yapmış...
Amaç, bağışçılarının isimlerini yaşatmak ve Türk müziğine yeni isimler kazandırmakmış. Bunun için Safiye Ayla ve Zeki Müren anısına bir yarışma düzenlemişler.
Toplam 270 başvuru olmuş. Adayların gönderdikleri kaset ve CD’ler dinlenerek, yarışmacı sayısı önce 48’e daha sonra 22’ye indirilmiş. Müzik otoritelerinden oluşan ön jüri 10 finalisti belirlemiş...
Şişli Belediyesi ile ortaklaşa düzenlenen yarışmanın finali yarın Lütfi Kırdar’da gerçekleşecekmiş . Ana sponsorluğunu Müyap’ın yaptığı, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Cem Ofset ve Ayla Dümer Modaevi’nin destekleriyle, 3. Boyut Proje Üretim Merkezi’nin organizasyonunda gerçekleşen yarışmanın Final Jürisi şu 14 kişiden oluşuyormuş:
Prof. Dr. Nevzat Atlığ, Melihat Gülses, Nesrin Sipahi, Perihan Altındağ Sözeri, Serap Mutlu Akbulut, Süheyla Altmışdört, Beşir Ayvazoğlu, Doğan Hızlan, Alaaddin Pakyüz, Dr. Atınç Emnalar, Fatih Salgar, Hikmet Özkahaman, Mustafa Birim, Özgen Gürbüz...
Yarışmada toplam 23 milyar lira da para ödülü varmış...
Ne can sıkıcı haber değil mi?... Zaten, işin içinde seks, şiddet ve sansasyon olmadığı için ‘bir takım’ necip basınımızda da fazla yankı bulmadı.
Nerede Armağan Bey?... Ağlayan, ağlatılan, salya sümük adaylar nerede? Nerede tantana, şamata, gır-gır, dedikodu?..
Atatürk, 1 Kasım 1932’de Meclisin açılışında “Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyeti’nin temel direği olarak temin edeceğiz” buyurmuş. 1936’da ise yine Meclis’de“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” demiş Atatürk.
Cumhuriyetin Kurucusu hangi kültürü kastetmiş olabilir acaba...
Allah’tan böyle can sıkıcı ciddi (!) işler var... Yoksa gelecek kuşaklara bırakacak kültürel miras bulamayacağız!
Bu arada küçük bir gönderme de TEV’e ve kendilerine yakışır bir hizmete kalkışmış değerli sponsorlara... Böyle önemli bir iş yapıyorsunuz da, bunun iletişimini bu kadar beceriksiz yapmak zorunda mıydınız?
“Farklılaş Ya Da Öl!”
Bir dijital kamera almaya kalkın. Yandınız… Hangisi daha iyi, diye başınız döner. Aynı teknik özelliklere sahip hangi bilgisayar, hangi otomobil daha iyidir? Ya da deterjanlardan hangisi daha beyaz yıkar?… 5 yıldızlı otellere ne demeli? Adı üstünde hepsi ‘5 yıldızlı’, yani standart. Yani hepsinde aynı kalitede hizmet ve maddi koşullar var...
Bugünlerde tüm pazarlama ve stratejik iletişim uzmanlarının çözüm aradığı soru bu. Nasıl farklılaşacaksın ve bunu nasıl sürdüreceksin?..
Kolay iş değil. Örneğin, SABAH gazetesi üst yönetimi bu değişim süreci için hedef olarak 3 yılı seçmiş. Bunun bir yılı geride kaldı. Araştırmalar, okurların ve reklam verenlerin şimdiden somut değişikliği fark ettiklerini gösteriyor... IBM’in farklılaşma stratejisini oturtması için 5 yılın geçmesi gerekmişti.
Bu alanda dikkat çeken iki önemli etkinlik var bu ay. Management Center Türkiye (MCT), 4. Pazarlama Zirvesi’nde bu sorunun yanıtını arıyor: Sürdürülebilir Farklılaşma! Başta “Farklılaş ya da öl!” deyişiyle ünlü Jack Trout olmak üzere çok sayıda yabancı ve yerli uzmanın katılacağı etkinlik, 10-11 Aralık’da Lütfi Kırdar’da. Neredeyse hiç reklam yapmadan bir ay öncesinden salon dolmuş. Bilginin güç haline henüz tam anlamıyla gelemediği ülkemiz için iyi işaretler.
Bir başka ciddi iş de Marketing Türkiye dergisinden. Konu “Marketing Türkiye” yani Türkiye’nin pazarlanması... Örnekler, Dubai ve Mısır... Yabancı konuşmacılar bu ülkelerden. Türkiye’den Turizm ve Kültür Bakanı Erkan Mumcu ve TÜSİAD’ın eski Başkanlarından Erkut Yücaoğlu var. Bir de Panel’in yer alacağı etkinlik 11 Aralık’da Garanti Bankası Genel Müdürlük binasındaki salonda.
Media Cat ise 4-5 Aralık’daki geniş çaplı bir iletişim etkinliğini 7 tane yabancı konuşmacı Türkiye’ye gelmekten çekinince Ocak ayına ertelemiş.
‘İmaj yenileme’ taktiğinin ne kadar demode kaldığını anlamak için, iletişimle ilgilenen herkesin (kim ilgilenmiyor ki) katılamasa bile bu toplantıların özet yayınlarını ilgili kuruluşlardan edinmelerinde yarar var.
Kısa...Kısa...Kısa...
· Ben ne zaman, “Cep telefonumda arayanı belli olmayan, yani kendini gizleyen birinden bir telefon gelse açmıyorum” diye yazsam, Kemal Gençay gibi bazı okurlar itiraz ediyorlar. Ortak görüşü şu: “Her yerde dijital santral yok... Şirket veya resmi daire santrallerinden yapılan aramalarda da arayan numara gözükmüyor. Sen nasıl iletişimcisin? Bunlara da mı cevap vermeyeceksin?” Evet vermeyeceğim... Sesli mesaj diye bir şey var, değil mi? Not bıraksınlar arayalım. Ayrıca ille de cebimden mi aramaları gerek? Arasınlar iş yerimden. Ya da oraya mesaj bıraksınlar. Ayrıca basit bir uygulama ile santrallerin numaralarının da görünmesini sağlamak mümkün.
· Molped reklamlarını keyifle izliyorum. 4 genç kız ve Hülya Avşar’lı dizi film tadındaki prodüksiyonlar belli ki usta işi... Uzun süre alışveriş merkezinde geçen filmi izlemiştik. Molped’in esprinin geçtiği mekanları farklılaştırması (Kafe, Restoran, uçak) ilgiyi artırıyor. Bu arada bir konuyu ciddi olarak merak ediyorum:”Molped’in hedef kitlesi kim?” Türkiye’deki 300-500 bin kentli hali vakti yerinde kadın mı, yoksa Türkiye’nin tüm kadınları mı? İkinci ise bu filmdeki yaklaşım, anlatım onları yakalamaz gibi geldi bana... Ne dersiniz?
· Capitol Halkla İlişkiler’den bir e-posta aldım Eti’nin yeni ürünü Eti Soho’nun yeni reklam filmini tanıtıyorlar. Filmi görmedim. Capitol’cü arkadaşlar keşke filmi bilgisayarda izlenebilecek formatta (mpeg) gönderselermiş. Ama fotoğraflardan hayli iddialı oldukları belli. Filmin asıl kızı, otomobiline binmek üzereyken sileceğe sıkıştırılmış bir not buluyor: “Soho’da buluşalım”. Ve ardından onu yönlendiren Soho tabelaları ile şehirden çıkıp deniz manzaralı, hoş bir mekana geliyor. Ve orada esas oğlan, kıza Soho ikram ederek ortaya çıkıyor. Filmin çekimleri Güney Afrika’da, Cape Town şehri ve civarında yapılmış. Oyuncular da Güney Afrika’dan seçilmiş. Türkiye ayağındaki yapım şirketi Atlantik, Güney Afrikalı yapım şirketi ise Moonlighting imiş. Her ne hikmetse, bu reklam filminde de aynı sorun çıkabilir gibi geldi bana. Hedef kitle sadece ‘beyaz Türkler’ mi? İzleyelim. İnşallah yanılırız...
Birincisinde şu sorunun yanıtını buldum: “Dizideki erkek oyuncuları sayar mısın?” diye sorduğum herkes niye Tamer Karadağlı’yı kendi adıyla, diğerlerini ise dizideki adlarıyla, Light Selami, Çaycı Hüseyin vs. diye hatırlıyordu?
İkincisinde ise yanıtını bulduğum soru şu oldu: Son yılların en başarılı dizisi niçin krize girdi?..
Neşeli Cahiliye Devrinin ürünü olan ‘Sığ popüler kültür’ almış başını gidiyor. Sanki alternatifsiz... Birileri de bu ‘akımın’ yasalarından söz etmiyor mu, işte o zaman dayanamıyorum...
Pekiyi ‘derinliği’ olan popüler kültür yok mu? Var tabii. Can Dündar bunu yeni çıkardığı, adını da ‘Popüler kültür’ koyduğu ekte sergilemeye çalışıyor. Umarım başarılı olur.
Birol Güven röportajında en çok ilgimi çeken söz başlıktaydı: “Ben ahlak değil imaj yönetimi yapıyorum.” Batılı kaynaklara bakmaya gerek yok. Can Kozanoğlu’nun 1995’de yayınladığı kitaba şöyle bir göz atmak yeter: Kitabın adı:“Cilalı İmaj Devri”...
‘İmaj yönetimi’... Yani –mış gibi yapmanın yönetimi... İnternet öncesi, bazı şeylerin hâlâ gizlenebildiği yılların iletişim dümeni, şimdilerden tüm aklı başında iletişimcilerce tarihe gömülmüş durumda. Geçerliliğini yitirmiş. Sadece demode değil, aynı zamanda ‘imaj yapana’ zararlı. Kömürle işleyen buharlı trenden beter... İşte Michael Jackson... Popüler tarihin son ‘imajcısının’ hali ortada...
Güven, bu demode aracı yaptığı işin ana yasası imiş gibi koyuyor ortaya...
Oysa günümüzde doğru yol, imajı değil algıyı yönetmekten geçiyor... İbrahim Tatlıses, Hülya Avşar, Gülben Ergen, Tamer Karadağlı ile karşılaştırıldığında Pınar Altuğ, daha mı az masumdu? ‘Eski günahlarının gölgesi’ daha mı az uzundu?.. Hayır. Diğerleri kendileriyle ilgili algıyı doğru yönettiler ve –mış gibi yapmadılar... Bu kadar basit.
Bu röportajı iş dünyası da dikkatlice okumalı. İş adamlarımız ve yöneticiler, bir başarı öyküsünün, sözüm ona ‘imajı yöneterek’, o kanaldan o kanala koşturup, rolleri oyunculara yapıştırıp, sonrada yapışan rollere ters davranışlar sergilendiğinde oyuncuları imaj adına harcayarak, durduk yerde nasıl krize sokulduğunu anlarlarsa, bundan kendilerine pek çok ders çıkabilir...
Can sıkıcı (!) bir yarışma...
Türk Eğitim Vakfı (TEV), sessiz sedasız bir iş yapmış...
Amaç, bağışçılarının isimlerini yaşatmak ve Türk müziğine yeni isimler kazandırmakmış. Bunun için Safiye Ayla ve Zeki Müren anısına bir yarışma düzenlemişler.
Toplam 270 başvuru olmuş. Adayların gönderdikleri kaset ve CD’ler dinlenerek, yarışmacı sayısı önce 48’e daha sonra 22’ye indirilmiş. Müzik otoritelerinden oluşan ön jüri 10 finalisti belirlemiş...
Şişli Belediyesi ile ortaklaşa düzenlenen yarışmanın finali yarın Lütfi Kırdar’da gerçekleşecekmiş . Ana sponsorluğunu Müyap’ın yaptığı, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Cem Ofset ve Ayla Dümer Modaevi’nin destekleriyle, 3. Boyut Proje Üretim Merkezi’nin organizasyonunda gerçekleşen yarışmanın Final Jürisi şu 14 kişiden oluşuyormuş:
Prof. Dr. Nevzat Atlığ, Melihat Gülses, Nesrin Sipahi, Perihan Altındağ Sözeri, Serap Mutlu Akbulut, Süheyla Altmışdört, Beşir Ayvazoğlu, Doğan Hızlan, Alaaddin Pakyüz, Dr. Atınç Emnalar, Fatih Salgar, Hikmet Özkahaman, Mustafa Birim, Özgen Gürbüz...
Yarışmada toplam 23 milyar lira da para ödülü varmış...
Ne can sıkıcı haber değil mi?... Zaten, işin içinde seks, şiddet ve sansasyon olmadığı için ‘bir takım’ necip basınımızda da fazla yankı bulmadı.
Nerede Armağan Bey?... Ağlayan, ağlatılan, salya sümük adaylar nerede? Nerede tantana, şamata, gır-gır, dedikodu?..
Atatürk, 1 Kasım 1932’de Meclisin açılışında “Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyeti’nin temel direği olarak temin edeceğiz” buyurmuş. 1936’da ise yine Meclis’de“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” demiş Atatürk.
Cumhuriyetin Kurucusu hangi kültürü kastetmiş olabilir acaba...
Allah’tan böyle can sıkıcı ciddi (!) işler var... Yoksa gelecek kuşaklara bırakacak kültürel miras bulamayacağız!
Bu arada küçük bir gönderme de TEV’e ve kendilerine yakışır bir hizmete kalkışmış değerli sponsorlara... Böyle önemli bir iş yapıyorsunuz da, bunun iletişimini bu kadar beceriksiz yapmak zorunda mıydınız?
“Farklılaş Ya Da Öl!”
Bir dijital kamera almaya kalkın. Yandınız… Hangisi daha iyi, diye başınız döner. Aynı teknik özelliklere sahip hangi bilgisayar, hangi otomobil daha iyidir? Ya da deterjanlardan hangisi daha beyaz yıkar?… 5 yıldızlı otellere ne demeli? Adı üstünde hepsi ‘5 yıldızlı’, yani standart. Yani hepsinde aynı kalitede hizmet ve maddi koşullar var...
Bugünlerde tüm pazarlama ve stratejik iletişim uzmanlarının çözüm aradığı soru bu. Nasıl farklılaşacaksın ve bunu nasıl sürdüreceksin?..
Kolay iş değil. Örneğin, SABAH gazetesi üst yönetimi bu değişim süreci için hedef olarak 3 yılı seçmiş. Bunun bir yılı geride kaldı. Araştırmalar, okurların ve reklam verenlerin şimdiden somut değişikliği fark ettiklerini gösteriyor... IBM’in farklılaşma stratejisini oturtması için 5 yılın geçmesi gerekmişti.
Bu alanda dikkat çeken iki önemli etkinlik var bu ay. Management Center Türkiye (MCT), 4. Pazarlama Zirvesi’nde bu sorunun yanıtını arıyor: Sürdürülebilir Farklılaşma! Başta “Farklılaş ya da öl!” deyişiyle ünlü Jack Trout olmak üzere çok sayıda yabancı ve yerli uzmanın katılacağı etkinlik, 10-11 Aralık’da Lütfi Kırdar’da. Neredeyse hiç reklam yapmadan bir ay öncesinden salon dolmuş. Bilginin güç haline henüz tam anlamıyla gelemediği ülkemiz için iyi işaretler.
Bir başka ciddi iş de Marketing Türkiye dergisinden. Konu “Marketing Türkiye” yani Türkiye’nin pazarlanması... Örnekler, Dubai ve Mısır... Yabancı konuşmacılar bu ülkelerden. Türkiye’den Turizm ve Kültür Bakanı Erkan Mumcu ve TÜSİAD’ın eski Başkanlarından Erkut Yücaoğlu var. Bir de Panel’in yer alacağı etkinlik 11 Aralık’da Garanti Bankası Genel Müdürlük binasındaki salonda.
Media Cat ise 4-5 Aralık’daki geniş çaplı bir iletişim etkinliğini 7 tane yabancı konuşmacı Türkiye’ye gelmekten çekinince Ocak ayına ertelemiş.
‘İmaj yenileme’ taktiğinin ne kadar demode kaldığını anlamak için, iletişimle ilgilenen herkesin (kim ilgilenmiyor ki) katılamasa bile bu toplantıların özet yayınlarını ilgili kuruluşlardan edinmelerinde yarar var.
Kısa...Kısa...Kısa...
· Ben ne zaman, “Cep telefonumda arayanı belli olmayan, yani kendini gizleyen birinden bir telefon gelse açmıyorum” diye yazsam, Kemal Gençay gibi bazı okurlar itiraz ediyorlar. Ortak görüşü şu: “Her yerde dijital santral yok... Şirket veya resmi daire santrallerinden yapılan aramalarda da arayan numara gözükmüyor. Sen nasıl iletişimcisin? Bunlara da mı cevap vermeyeceksin?” Evet vermeyeceğim... Sesli mesaj diye bir şey var, değil mi? Not bıraksınlar arayalım. Ayrıca ille de cebimden mi aramaları gerek? Arasınlar iş yerimden. Ya da oraya mesaj bıraksınlar. Ayrıca basit bir uygulama ile santrallerin numaralarının da görünmesini sağlamak mümkün.
· Molped reklamlarını keyifle izliyorum. 4 genç kız ve Hülya Avşar’lı dizi film tadındaki prodüksiyonlar belli ki usta işi... Uzun süre alışveriş merkezinde geçen filmi izlemiştik. Molped’in esprinin geçtiği mekanları farklılaştırması (Kafe, Restoran, uçak) ilgiyi artırıyor. Bu arada bir konuyu ciddi olarak merak ediyorum:”Molped’in hedef kitlesi kim?” Türkiye’deki 300-500 bin kentli hali vakti yerinde kadın mı, yoksa Türkiye’nin tüm kadınları mı? İkinci ise bu filmdeki yaklaşım, anlatım onları yakalamaz gibi geldi bana... Ne dersiniz?
· Capitol Halkla İlişkiler’den bir e-posta aldım Eti’nin yeni ürünü Eti Soho’nun yeni reklam filmini tanıtıyorlar. Filmi görmedim. Capitol’cü arkadaşlar keşke filmi bilgisayarda izlenebilecek formatta (mpeg) gönderselermiş. Ama fotoğraflardan hayli iddialı oldukları belli. Filmin asıl kızı, otomobiline binmek üzereyken sileceğe sıkıştırılmış bir not buluyor: “Soho’da buluşalım”. Ve ardından onu yönlendiren Soho tabelaları ile şehirden çıkıp deniz manzaralı, hoş bir mekana geliyor. Ve orada esas oğlan, kıza Soho ikram ederek ortaya çıkıyor. Filmin çekimleri Güney Afrika’da, Cape Town şehri ve civarında yapılmış. Oyuncular da Güney Afrika’dan seçilmiş. Türkiye ayağındaki yapım şirketi Atlantik, Güney Afrikalı yapım şirketi ise Moonlighting imiş. Her ne hikmetse, bu reklam filminde de aynı sorun çıkabilir gibi geldi bana. Hedef kitle sadece ‘beyaz Türkler’ mi? İzleyelim. İnşallah yanılırız...