‘Ne senin, ne benim’...
20 TEMMUZ 2011
İki yıl kadar oluyor. Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan bizim İletişim Enstitüsü’nde (BİE) bir konferans vermişti. Sonradan “Dünyagörüşü” adlı kitapda da yer almış olan konferansın soru-cevap bölümünde hoca, Dağlıca Baskını’na ilişkin, medyanın verdiği bilgilerdeki “sınırsız şeffaflık”a sırtlarını yaslayıp üst üste zıpkın gibi, ama o ölçüde de zor sorular soran iletişimcilere yanıt verirken, şu cümlelerle son noktayı koymuştu:
“ABD Irak’ta 5 bin asker kaybetti altı yıl içersinde. Acaba kaybettikleri kaç askerin cenazesini gördüler basında, televizyonda? ABD Başkanı hiç programına ara vermeyi düşündü mü? Ruslar Gürcistan’a girdi; kaç asker kaybettiler? Çeçenistan’da kaç asker yitirdiler? Bir devletin her kaybının yasını medya önünde tutup da halkını sağlıklı tutmasına imkan var mı? Tam sayfa şehit cenazesiyle terörle mücadelede savaş kazanılır mı? Benim amacım bellidir: Ben toplumumun dayanışma içerisinde büyük bir aile olarak yaşamasını istiyorum. Eğer ben o bilgiyi verdiğim anda toplum birbirine düşecekse, şeffaf olmanın mutlak bir doğru olarak tanımlanmasına karşıyım. Temel etik kural insan hayatının korunmasıdır. Yalnızca insan mukaddestir bu anlamda.”
“Medyada matem” tartışmalarının ayyuka çıktığı bu günlerde Deniz Ülke Hoca’nın yanıtına tamamen katıldığımı belirtmek isterim.
“Sınırsız şeffaflık”ta ısrar eden sevgili arkadaşlarımızın 13 askerimizin hayatını kaybettiği savaş alanını daha henüz dumanlar tüterken görüntülemek için elemanlarını göndermelerini anlamak mümkün… O çekilen dramatik detay fotoğrafları yayınlamalarını da anlıyorum… Yanmış üniformaları, şapkaları, şarjörleri, sırt çantalarını... 24 saat önce cehenneme dönmüş olan o ‘sahneyi’…
Onları anlıyorum da, o alanı çevirmeyip gazetecilerin bu kadar yaklaşmasını engellemeyenleri anlamakta zorluk çekiyorum…
‘Sınırsız demokrasi’ gibi ‘sınırsız şeffaflıktan’ söz edildiğinde ağzıma pelesenk ettiğim o basit ama etkili cümleyi hatırlamadan geçemiyorum: “Söylediğin her şey doğru olsun ama her doğruyu söyleme.”
Neden mi?
Çünkü “sınırsız şeffaflık” denen kavram, derin bir “hakikat” özleminden başka bir anlam ifade etmez. Bakınız Hakkı Devrim ustamızın da salık verdiği önemli sözlüklerden biri olan Kubbealtı Sözlüğü’nde bu kelime nasıl da güzel açıklanıyor:
“Hakikat: 1) Asıl olan durum ve şekil, gerçek, asıl, künh: "Hakikati bilmek", "hakikate ermek" 2) Var olan, gerçekleşmiş bulunan, fikir, tasavvur veya hayal olmayıp fiili olarak var olan şey, vakıa. 3) Doğru olan şey, doğru 4) Vefalı olma durumu 5) Var olan şeyin niteliği, gerçek. 6) Tasavvuf'ta: Allah'a erişme yolundaki dört makamdan üçüncüsü. (Diğerleri; şeriat, tarikat, mârifet'tir.) Bu makamda kul, hakikati fail olan ve tecelli yoluyla alemlerde zuhur eden Cenab-ı hakk'ın sıfatlarını, kâinattaki tasarruf ve idaresini, gizlediği ve açıkladığı şeyleri, kaza ve kaderi müşahade eder. (Şeriatın sözleri hakikatsiz bilinmez / Hakikatin sözleri tarikâtsız bulunmaz. (Niyâzî-i Mısrî) Bu yollar arasında mutasavvıflar şöyle bir fark gösterirler: Şeriatte: Bu senindir bu benim. Tarikatte: Benimki senin, seninki benim. Hakikatte: Ne senindir ne benim. (Osman N. Ergin'den.) 7) Zf: Gerçekten, sahiden, hakikaten: "Bu fikri hakikaten çok beğendim."
Soru şu: Neyi bilmek istiyoruz? Şehitlerimizin hakikatini mi? Komutanlarının hakikatlerini mi? Peki, bilebilmemiz mümkün mü?..
O zaman “sınırsız şeffaflık”tan, “hakikat”ten değil, gerçeklikten söz ediyoruz... “Dünyagörüşleri”nin aynasında şekil değiştiren ‘gerçeklikten’...
İnsanlarımızın birbirlerine katılmasalar da, “dürüst” kalarak kendilerini birbirlerine ‘gerçeklik’ üzerinden anlatabilmeleri mümkün değil mi?..
İletişim hepimize lazım. Doğruları “dürüstçe” ifade etmek yeterlidir. Her doğruyu söylemek “hakikaten” mümkün olmadığı için...
“ABD Irak’ta 5 bin asker kaybetti altı yıl içersinde. Acaba kaybettikleri kaç askerin cenazesini gördüler basında, televizyonda? ABD Başkanı hiç programına ara vermeyi düşündü mü? Ruslar Gürcistan’a girdi; kaç asker kaybettiler? Çeçenistan’da kaç asker yitirdiler? Bir devletin her kaybının yasını medya önünde tutup da halkını sağlıklı tutmasına imkan var mı? Tam sayfa şehit cenazesiyle terörle mücadelede savaş kazanılır mı? Benim amacım bellidir: Ben toplumumun dayanışma içerisinde büyük bir aile olarak yaşamasını istiyorum. Eğer ben o bilgiyi verdiğim anda toplum birbirine düşecekse, şeffaf olmanın mutlak bir doğru olarak tanımlanmasına karşıyım. Temel etik kural insan hayatının korunmasıdır. Yalnızca insan mukaddestir bu anlamda.”
“Medyada matem” tartışmalarının ayyuka çıktığı bu günlerde Deniz Ülke Hoca’nın yanıtına tamamen katıldığımı belirtmek isterim.
“Sınırsız şeffaflık”ta ısrar eden sevgili arkadaşlarımızın 13 askerimizin hayatını kaybettiği savaş alanını daha henüz dumanlar tüterken görüntülemek için elemanlarını göndermelerini anlamak mümkün… O çekilen dramatik detay fotoğrafları yayınlamalarını da anlıyorum… Yanmış üniformaları, şapkaları, şarjörleri, sırt çantalarını... 24 saat önce cehenneme dönmüş olan o ‘sahneyi’…
Onları anlıyorum da, o alanı çevirmeyip gazetecilerin bu kadar yaklaşmasını engellemeyenleri anlamakta zorluk çekiyorum…
‘Sınırsız demokrasi’ gibi ‘sınırsız şeffaflıktan’ söz edildiğinde ağzıma pelesenk ettiğim o basit ama etkili cümleyi hatırlamadan geçemiyorum: “Söylediğin her şey doğru olsun ama her doğruyu söyleme.”
Neden mi?
Çünkü “sınırsız şeffaflık” denen kavram, derin bir “hakikat” özleminden başka bir anlam ifade etmez. Bakınız Hakkı Devrim ustamızın da salık verdiği önemli sözlüklerden biri olan Kubbealtı Sözlüğü’nde bu kelime nasıl da güzel açıklanıyor:
“Hakikat: 1) Asıl olan durum ve şekil, gerçek, asıl, künh: "Hakikati bilmek", "hakikate ermek" 2) Var olan, gerçekleşmiş bulunan, fikir, tasavvur veya hayal olmayıp fiili olarak var olan şey, vakıa. 3) Doğru olan şey, doğru 4) Vefalı olma durumu 5) Var olan şeyin niteliği, gerçek. 6) Tasavvuf'ta: Allah'a erişme yolundaki dört makamdan üçüncüsü. (Diğerleri; şeriat, tarikat, mârifet'tir.) Bu makamda kul, hakikati fail olan ve tecelli yoluyla alemlerde zuhur eden Cenab-ı hakk'ın sıfatlarını, kâinattaki tasarruf ve idaresini, gizlediği ve açıkladığı şeyleri, kaza ve kaderi müşahade eder. (Şeriatın sözleri hakikatsiz bilinmez / Hakikatin sözleri tarikâtsız bulunmaz. (Niyâzî-i Mısrî) Bu yollar arasında mutasavvıflar şöyle bir fark gösterirler: Şeriatte: Bu senindir bu benim. Tarikatte: Benimki senin, seninki benim. Hakikatte: Ne senindir ne benim. (Osman N. Ergin'den.) 7) Zf: Gerçekten, sahiden, hakikaten: "Bu fikri hakikaten çok beğendim."
Soru şu: Neyi bilmek istiyoruz? Şehitlerimizin hakikatini mi? Komutanlarının hakikatlerini mi? Peki, bilebilmemiz mümkün mü?..
O zaman “sınırsız şeffaflık”tan, “hakikat”ten değil, gerçeklikten söz ediyoruz... “Dünyagörüşleri”nin aynasında şekil değiştiren ‘gerçeklikten’...
İnsanlarımızın birbirlerine katılmasalar da, “dürüst” kalarak kendilerini birbirlerine ‘gerçeklik’ üzerinden anlatabilmeleri mümkün değil mi?..
İletişim hepimize lazım. Doğruları “dürüstçe” ifade etmek yeterlidir. Her doğruyu söylemek “hakikaten” mümkün olmadığı için...