‘Okumak’ mı ‘bakmak’ mı, bütün sorun bu…
23 TEMMUZ 2011
Perşembe akşamı Prof. Dr. Yılmaz Esmer hocanın davetiyle Bahçeşehir Ünversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel Bey’in Rektörünü ve Rektör Yardımcısını yanına alarak katıldığı bir yemekli toplantıda hazır bulundum. Hoca, “2011 Türkiye Değerler Araştırması Özet Bulgular”ını sundu… Yemekte, Bahçeşehir Üniversitesi hocaları Haluk Gürgen, Canan Ergin, Taner Berksoy, Ali Atıf Bir, Seyfettin Gürsel, Çiğdem Kâğıtçıbaşı, Nilüfer Göle, Çisil Sohodol Bir, Ali Murat Vural ile köşe yazarı arkadaşlardan Osman Arolat, Gila Benmayor, Yalçın Bayer, Can Ataklı, Şeref Oğuz sonuçları ilgiyle izleyip tartıştılar…
Bence tartışmalar en az sonuçlar kadar ilginçti…
Siyasetçisinden pazarlamacısına, öğretmeninden öğrencisine, bankacısından gazetecisine, askerinden siviline, işvereninden işçisine, her meslekten istisnasız herkesin yaptığı işte “bir adım ileri” gidebilmesi, yaşadığı toplumu ne ölçüde tanıdığıyla çok yakından ilgilidir.
Birlikte yaşadığı insanların, kendilerini ve içinde yaşadıkları toplumu nasıl algıladıklarını merak etmeyen biri, içinde bulunduğu kuruluş ve/veya kendi şahsı için nasıl bir varoluş ve gelişim stratejisi belirleyebilir?..
***
Seçim öncesinde CHP’li üst derece yöneticilere bir TV programında sormuşlardı: “Araştırma yaptırıyor musunuz?” Yanıt çok netti: “Hayır, tüm araştırmaları medyadan takip ediyoruz!” Arkadaşlar büyük olasılıkla araştırma yaptırıyorlardı; ancak sonuçlar pek iç açıcı değildi herhalde…
Bunu anlamak mümkün… Anlayamadığım, İstanbul Kültür Üniversitesi’nin Y-Kuşağı yani 15 – 30 yaş grubu gençlik tutumlarını tespit etmek için BİE ve KONDA ile birlikte yürüttüğü ve hayli ses getirmiş olan araştırmanın sonuçlarıyla CHP’nin pek ilgilenmemesiydi… Onca milyon seçmenin ortak ruhi şekillenmesini verilerle değil gözleri tavana dikerek, ‘olsa olsa’ yöntemiyle saptamaya çalışmak CHP’ye değil hiçbir siyasi partiye yakışmaz… (Türkiye Gençliği Araştırması 2011’e İKÜ, BİE ve KONDA’nın web sitelerinden ulaşılabilir)….
Bilgilerimizle iddiacılığımız arasında nasıl da büyük bir uçurum vardır… Öyle ya arzularımızla gerçeklikleri buluşturmak ve sonuçta “haklı çıkmak” için her ikisinin ucundan asılarak çift taraflı çekiştirmenin ne mahzuru olabilir ki?
***
Dünyanın en uzun süreli ve en kapsamlı sosyal bilim projesi olan ve ilk araştırmasını 1981 yılında açıklayan Dünya Değerler Araştırması’na Türkiye 1990 yılında dahil olmuş. Demek ki, 20 yıllık değişimi görebileceğimiz çok değerli bir veri tabanına sahibiz artık. Türkiye insanını ‘okumak’ için mükemmel bir kaynak… Yeter ki ‘okumak’ isteyelim; kendi subjektif temenni ve hüsnü kuruntularımızla ‘bakmak’ değil…
Yılmaz Hoca, özet bulguları açıklamaya “mutluluk”tan başlıyor... Haklı… Psikologlara göre de değerlerine uygun yaşayan kişiler “mutlu” dediğimiz o şanslı azınlık içinden çıkmıyor mu? Yanılgılarımız böylece başlıyor işte... Mutlular, “şanslı azınlık” içinde değil, basbayağı “şanslı çoğunluk” içindeler...
Türk halkının genel mutluluk düzeyi 2011 ekonomik krizi ertesinde dip yapmış. Bu tarihte, mutlu olduğunu (çok mutlu+biraz mutlu) söyleyenlerin oranı sadece %59 imiş. Son araştırmada ise, ‘mutlu olanların’ oranı %77 olarak bulunmuş. Başka deyişle, 10 yıl içinde, kendisini mutlu hissedenlerin oranı 18 puan artmış.
Yılmaz Hoca’nın bunun gibi pek çok çarpıcı sonuç içeren sunumunu izleyenler kendi aralarında üçe ayrılıyorlar… 1. Araştırmanın (örneklem, soru formu, saha çalışması) “yanlış” olduğunu iddia edenler… 2. “Türklerin yalancı ve riyakâr olduğunu” savunanlar. 3. Ülke halkının değerlerini “gerçekçi” bir şekilde kabul edip, sonuçlarla didişmeyenler…
Bizim üçüncü gruba yakın olduğumuzu söylemekte bir sakınca yok sanırım… Arzularımızla gerçeklik arasındaki uçurum nihayetinde anlaşılabilir bir varoluş meselesidir. Anlaşılmaz olan, kanaatlerimiz, iddialarımız ile gerçeklik arasındaki uçurum değil midir?
(Türkiye Değerler Araştırması için bkz: www.bahcesehir.edu.tr/habergoster/index/hid/658; )
Bence tartışmalar en az sonuçlar kadar ilginçti…
Siyasetçisinden pazarlamacısına, öğretmeninden öğrencisine, bankacısından gazetecisine, askerinden siviline, işvereninden işçisine, her meslekten istisnasız herkesin yaptığı işte “bir adım ileri” gidebilmesi, yaşadığı toplumu ne ölçüde tanıdığıyla çok yakından ilgilidir.
Birlikte yaşadığı insanların, kendilerini ve içinde yaşadıkları toplumu nasıl algıladıklarını merak etmeyen biri, içinde bulunduğu kuruluş ve/veya kendi şahsı için nasıl bir varoluş ve gelişim stratejisi belirleyebilir?..
***
Seçim öncesinde CHP’li üst derece yöneticilere bir TV programında sormuşlardı: “Araştırma yaptırıyor musunuz?” Yanıt çok netti: “Hayır, tüm araştırmaları medyadan takip ediyoruz!” Arkadaşlar büyük olasılıkla araştırma yaptırıyorlardı; ancak sonuçlar pek iç açıcı değildi herhalde…
Bunu anlamak mümkün… Anlayamadığım, İstanbul Kültür Üniversitesi’nin Y-Kuşağı yani 15 – 30 yaş grubu gençlik tutumlarını tespit etmek için BİE ve KONDA ile birlikte yürüttüğü ve hayli ses getirmiş olan araştırmanın sonuçlarıyla CHP’nin pek ilgilenmemesiydi… Onca milyon seçmenin ortak ruhi şekillenmesini verilerle değil gözleri tavana dikerek, ‘olsa olsa’ yöntemiyle saptamaya çalışmak CHP’ye değil hiçbir siyasi partiye yakışmaz… (Türkiye Gençliği Araştırması 2011’e İKÜ, BİE ve KONDA’nın web sitelerinden ulaşılabilir)….
Bilgilerimizle iddiacılığımız arasında nasıl da büyük bir uçurum vardır… Öyle ya arzularımızla gerçeklikleri buluşturmak ve sonuçta “haklı çıkmak” için her ikisinin ucundan asılarak çift taraflı çekiştirmenin ne mahzuru olabilir ki?
***
Dünyanın en uzun süreli ve en kapsamlı sosyal bilim projesi olan ve ilk araştırmasını 1981 yılında açıklayan Dünya Değerler Araştırması’na Türkiye 1990 yılında dahil olmuş. Demek ki, 20 yıllık değişimi görebileceğimiz çok değerli bir veri tabanına sahibiz artık. Türkiye insanını ‘okumak’ için mükemmel bir kaynak… Yeter ki ‘okumak’ isteyelim; kendi subjektif temenni ve hüsnü kuruntularımızla ‘bakmak’ değil…
Yılmaz Hoca, özet bulguları açıklamaya “mutluluk”tan başlıyor... Haklı… Psikologlara göre de değerlerine uygun yaşayan kişiler “mutlu” dediğimiz o şanslı azınlık içinden çıkmıyor mu? Yanılgılarımız böylece başlıyor işte... Mutlular, “şanslı azınlık” içinde değil, basbayağı “şanslı çoğunluk” içindeler...
Türk halkının genel mutluluk düzeyi 2011 ekonomik krizi ertesinde dip yapmış. Bu tarihte, mutlu olduğunu (çok mutlu+biraz mutlu) söyleyenlerin oranı sadece %59 imiş. Son araştırmada ise, ‘mutlu olanların’ oranı %77 olarak bulunmuş. Başka deyişle, 10 yıl içinde, kendisini mutlu hissedenlerin oranı 18 puan artmış.
Yılmaz Hoca’nın bunun gibi pek çok çarpıcı sonuç içeren sunumunu izleyenler kendi aralarında üçe ayrılıyorlar… 1. Araştırmanın (örneklem, soru formu, saha çalışması) “yanlış” olduğunu iddia edenler… 2. “Türklerin yalancı ve riyakâr olduğunu” savunanlar. 3. Ülke halkının değerlerini “gerçekçi” bir şekilde kabul edip, sonuçlarla didişmeyenler…
Bizim üçüncü gruba yakın olduğumuzu söylemekte bir sakınca yok sanırım… Arzularımızla gerçeklik arasındaki uçurum nihayetinde anlaşılabilir bir varoluş meselesidir. Anlaşılmaz olan, kanaatlerimiz, iddialarımız ile gerçeklik arasındaki uçurum değil midir?
(Türkiye Değerler Araştırması için bkz: www.bahcesehir.edu.tr/habergoster/index/hid/658; )