‘Ödenekli’ tiyaronun yönetimi de ‘ödeneklidir’...
18 NİSAN 2012
Devletin kültür taşıyıcılığı meselesine vurgu yapılmasını ‘sanatın özgürlüğüne darbe’ olarak değerlendirmek için hayli ‘pragmatist’ bir bakış açısına sahip olmak lazım. Kendisine ve işine saygı duyduğum Metin Uca kardeşim twitter’e attığı bir mesajda demiş ki:
“İletişimin duayeni Ali Saydam abiyi okuyorum. Şehir tiyatrosunu kimin yöneteceği konusunda kafası karışmış, sanat kurumunu fabrika sanıyor!!”
Özellikle Amerika’yı yeniden keşfedenlerin heyecanının yatıştırılması, yeni başlayan her tartışmanın gidişatı açısından en büyük risklerden biri olagelmiştir.
Metin Uca kardeşimi tenzih ederek söylemek lazım gelir ki, örneğin ‘Sanatın ve sanatçının özgürlüğü’ konusundaki en büyük soyutlamalardan birini yapmış olan Patrick Süskind'in eseri Kontrbas’a (Der Kontrabass) hayran olup da bu kallavi eserden ‘kontrbas çalan bir adamın iç dünyasını anlatır’ diye söz edenlerin ruh hali ile bu türden deve dişi gibi konuları tartışmak kolay değildir. Kimin kimi ve nasıl tutsak aldığını pek bilemesek de, adı ‘İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’ olan bir kurumda ‘son söz’ün Belediyece söylenmesi gerektiğini anlamamak için elimizden geleni de yaparız. Onlara Shakespeare ya da Goethe’nin serüvenlerini anlatmanın bir anlamı ya da yararı yoktur.
Pazartesi günkü yazımı “Bugünlük, meselenin aslında bir ‘dünya görüşü’ ve ‘anlayış sorunu’ olduğunun; ‘şehir tiyatrolarının yönetimi sorununu’ aştığının altını çizmekle yetinelim” diye bitirmiştim. Devam edeyim:
Şöyle bir akıl yürütülebilir mi mesela: “Devlet Opera ve Balesi’ni Mustafa Erdoğan ve Anadolu Ateşi ekibinin yönetimine verelim. Çünkü çok başarılılar...”
Ya da “Devlet Tiyatrosu’nun Ankara kısmını Ankara Sanat Tiyatrosu’na, sevgili Rutkay Aziz yönetsin, İstanbul kısmını da Genco Erkal’a verelim... Hem ikisi de çok iyi oyuncular, sanattan anlarlar, hem de dünya görüşleri yerli yerindedir...” Keşke olsa... İkisi de hayranlık duyduğum sanatçılar... Ulvi Alacakaptan bizim liselidir. Çok severim. O da yönetebilir mesela... Ama olmaz... Hiçbiri olmaz... Neden olmaz...
Bu kuruluşları ‘fabrika’ gibi gördüğümden değil, eşyanın tabiatı gereği olmaz...
Adı üzerinde. Bir zamanların moda değimi ile Ödenekli Tiyatro... Ödeneği devlet veya kent verecek, yönetimini demokratik bir şekilde örneğin sanatçıların kendi aralarından seçecekleri arkadaşlara verecek. Kimin işe alınacağına, hangi oyunun oynanacağına da bu arkadaşlar verecek...
Benim ne ‘hissettiğim’ hiç önemli değil. Benim açımdan keşke Metin Uca gelse hepsinin başına. Ama ben devlet değilim. Kent yönetiminin başında değilim... Benim görevim ‘milli kültürün’ muhafaza ve müdafaa edilmesi ve asırlar boyu yaşıyacak şekilde yaşatılması değil. (Bkz. Son yazımızda Mustafa Kemal Atatürk’ten yaptığımız alıntı)...
Biz reel politikadan söz ediyoruz, temenniden, hüsnü kuruntudan, Batılı, ecnebi aydınlarımızın anlaması için İngilizcesini yazalım, ‘wishful thinking’den değil.
Ne kadar direnirseniz direnin, yıllardır böyle geldi böyle gitmeli, derseniz diyin; su akar yolunu bulur, ödenekli tiyatro ödeneği veren tarafından yönetilir... Buna karşı çıkmak akıntıya kürek çekmektir.
Ancak ödenekli tiyatroların nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda bir fikriniz varsa, gelin onu tartışın. Çünkü bu konuda hem hükümetin, hem belediyenin hem de tüm devlet kurumlarının alacakları çok uzun bir yol ve sizden öğrenecekleri çok şey var. Fıstıklıdan top atışı yapacağınıza, çıkın devletin ve yerel yönetimlerin milli kültür politikalarını nasıl oluşturacaklarını bunu sanata nasıl adapte edeceklerini, dünyadan vereceğiniz örneklerle anlatın; örnek ve önder olun...
Ben sadece bunu demek istemiştim. Anlaşılan açmam gerekmiş... Gerekirse daha da açarız...
“İletişimin duayeni Ali Saydam abiyi okuyorum. Şehir tiyatrosunu kimin yöneteceği konusunda kafası karışmış, sanat kurumunu fabrika sanıyor!!”
Özellikle Amerika’yı yeniden keşfedenlerin heyecanının yatıştırılması, yeni başlayan her tartışmanın gidişatı açısından en büyük risklerden biri olagelmiştir.
Metin Uca kardeşimi tenzih ederek söylemek lazım gelir ki, örneğin ‘Sanatın ve sanatçının özgürlüğü’ konusundaki en büyük soyutlamalardan birini yapmış olan Patrick Süskind'in eseri Kontrbas’a (Der Kontrabass) hayran olup da bu kallavi eserden ‘kontrbas çalan bir adamın iç dünyasını anlatır’ diye söz edenlerin ruh hali ile bu türden deve dişi gibi konuları tartışmak kolay değildir. Kimin kimi ve nasıl tutsak aldığını pek bilemesek de, adı ‘İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’ olan bir kurumda ‘son söz’ün Belediyece söylenmesi gerektiğini anlamamak için elimizden geleni de yaparız. Onlara Shakespeare ya da Goethe’nin serüvenlerini anlatmanın bir anlamı ya da yararı yoktur.
Pazartesi günkü yazımı “Bugünlük, meselenin aslında bir ‘dünya görüşü’ ve ‘anlayış sorunu’ olduğunun; ‘şehir tiyatrolarının yönetimi sorununu’ aştığının altını çizmekle yetinelim” diye bitirmiştim. Devam edeyim:
Şöyle bir akıl yürütülebilir mi mesela: “Devlet Opera ve Balesi’ni Mustafa Erdoğan ve Anadolu Ateşi ekibinin yönetimine verelim. Çünkü çok başarılılar...”
Ya da “Devlet Tiyatrosu’nun Ankara kısmını Ankara Sanat Tiyatrosu’na, sevgili Rutkay Aziz yönetsin, İstanbul kısmını da Genco Erkal’a verelim... Hem ikisi de çok iyi oyuncular, sanattan anlarlar, hem de dünya görüşleri yerli yerindedir...” Keşke olsa... İkisi de hayranlık duyduğum sanatçılar... Ulvi Alacakaptan bizim liselidir. Çok severim. O da yönetebilir mesela... Ama olmaz... Hiçbiri olmaz... Neden olmaz...
Bu kuruluşları ‘fabrika’ gibi gördüğümden değil, eşyanın tabiatı gereği olmaz...
Adı üzerinde. Bir zamanların moda değimi ile Ödenekli Tiyatro... Ödeneği devlet veya kent verecek, yönetimini demokratik bir şekilde örneğin sanatçıların kendi aralarından seçecekleri arkadaşlara verecek. Kimin işe alınacağına, hangi oyunun oynanacağına da bu arkadaşlar verecek...
Benim ne ‘hissettiğim’ hiç önemli değil. Benim açımdan keşke Metin Uca gelse hepsinin başına. Ama ben devlet değilim. Kent yönetiminin başında değilim... Benim görevim ‘milli kültürün’ muhafaza ve müdafaa edilmesi ve asırlar boyu yaşıyacak şekilde yaşatılması değil. (Bkz. Son yazımızda Mustafa Kemal Atatürk’ten yaptığımız alıntı)...
Biz reel politikadan söz ediyoruz, temenniden, hüsnü kuruntudan, Batılı, ecnebi aydınlarımızın anlaması için İngilizcesini yazalım, ‘wishful thinking’den değil.
Ne kadar direnirseniz direnin, yıllardır böyle geldi böyle gitmeli, derseniz diyin; su akar yolunu bulur, ödenekli tiyatro ödeneği veren tarafından yönetilir... Buna karşı çıkmak akıntıya kürek çekmektir.
Ancak ödenekli tiyatroların nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda bir fikriniz varsa, gelin onu tartışın. Çünkü bu konuda hem hükümetin, hem belediyenin hem de tüm devlet kurumlarının alacakları çok uzun bir yol ve sizden öğrenecekleri çok şey var. Fıstıklıdan top atışı yapacağınıza, çıkın devletin ve yerel yönetimlerin milli kültür politikalarını nasıl oluşturacaklarını bunu sanata nasıl adapte edeceklerini, dünyadan vereceğiniz örneklerle anlatın; örnek ve önder olun...
Ben sadece bunu demek istemiştim. Anlaşılan açmam gerekmiş... Gerekirse daha da açarız...