‘Sayfiye’
19 Temmuz 2022 - Yeni Şafak
Mizah, incelik isteyen bir anlatım tarzı… Zekâda keskinlik, akılda olgunluk, tecrübede derinlik gerektiriyor…
Kesinlikle toplumlara, onların kültürlerine özgü bir tür… Bununla da yetinmiyor aynı zamanda kişiye özgü oluşuyla da öne çıkıyor… Yani taklit de edilemiyor… Edilirse de ortaya ekşi ekşi bir şey çıkıyor…
Akıl, zekâ ve tecrübede saydığımız özelliklere haiz Bülent Korman üstadın toplumsal yaşama dair düşünceleri, kendine has anlatımıyla da birleşince ‘nokta atışı’ bir analiz hâlini alabiliyor… Başta siyaset olmak üzere her konuda anlaşmamız gerekmez. Ciddiyet, derinlik ve merak üçlemesinde yüzde 100 mutabıksak mesele yoktur…
Önceki gün bir mesaj gönderdi... Kendisinin izniyle paylaşıyoruz:
“Bütün mesele, ‘sayfiye’nin yerini ‘sahil kasabalarının’ alışıyla başladı. Sonra oralar ‘yazlık’ istilasıyla önce kasaba olmaktan çıktı. Sonra köksüzlük şehirdeki hayatını oralara taşıdı. Derken, pandemi ile birlikte yazlıklar ‘kışlık’ hâline geldi. Kültürel alt yapısızlık, yaşam gustosundan nasipsizlik, açgözlülük bütün kıyılarımızı tebaası hâline getirdi.
Oysa ‘sayfiye’, şehirlerin civarında, o şehir halkının sadece yaz günlerinde ‘kır hayatı yaşadığı yer’ demekti.
Provence halkı, orada ‘Paris’teki gibi’ yaşamaya kalkışana ‘görgüsüz’ der. Bizde ‘üst sınıf’ deniyor.
Bir Toskanalı, o kültürü onun gibi yaşamak isteyeni baş tacı eder. Bizdekiler İstanbul arsızlarına yaranmak için birbiriyle yarışıyor.”
Bu kadar geniş bir konu, ancak bu kadar kısa anlatılır… İşin özü ancak bu kadar yalın biçimde ifade edilebilir…
Çocuklar hâlâ ‘bir ümit’ giderler… Biz de 1991-2016 arasındaki 25 yıl boyunca her yazımızı Bozcaada’da geçirdik… Sonra pılımızı, pırtımızı toplayıp kaçtık oradan… “Neden?” diye soranlara “Deniz suyu çok soğuktu”, “Denize girecek tesis yoktu”, “Kıyılardaki tuvalet sayısı yetersizdi”, “Bir iki balıkçı dışında yemek yenecek doğru dürüst yer yoktu” türünden bahanelerle bir şeyler anlattık durduk…
Bundan böyle 25 yılımızı geçirdiğimiz Bozcaada’yı niçin terk ettiğimizi soranlara Korman’ın yukarıdaki yazısını yollayacağım…
Son dönem kendimizi Büyükada’ya attık… Esnafımızın velinimeti Arap turistlerin istilasının kaçınılmaz olduğu resmî tatil günleri dışında -ki o günlerde adımımızı dışarı pek atmıyoruz- Ada şimdilik ‘kurtarılmış bölge’ olma özelliğini kaybetmemiş… Kendine has kültürünü koruyor; hatta dikte ediyor…
O kültüre uyamayanların kümelendiği yerler belli… Adalar’a belli bir kontenjan konur ve böylece gelecek turist sayısı sınırlanırsa şaşmamak lazım… Kulağa sert geliyor olabilir ama turizmde sürdürülebilirliği sağlamak için bazen böyle çözümler kaçınılmaz görünüyor…
Gözümüze takılanlar…
Kesinlikle toplumlara, onların kültürlerine özgü bir tür… Bununla da yetinmiyor aynı zamanda kişiye özgü oluşuyla da öne çıkıyor… Yani taklit de edilemiyor… Edilirse de ortaya ekşi ekşi bir şey çıkıyor…
Akıl, zekâ ve tecrübede saydığımız özelliklere haiz Bülent Korman üstadın toplumsal yaşama dair düşünceleri, kendine has anlatımıyla da birleşince ‘nokta atışı’ bir analiz hâlini alabiliyor… Başta siyaset olmak üzere her konuda anlaşmamız gerekmez. Ciddiyet, derinlik ve merak üçlemesinde yüzde 100 mutabıksak mesele yoktur…
Önceki gün bir mesaj gönderdi... Kendisinin izniyle paylaşıyoruz:
“Bütün mesele, ‘sayfiye’nin yerini ‘sahil kasabalarının’ alışıyla başladı. Sonra oralar ‘yazlık’ istilasıyla önce kasaba olmaktan çıktı. Sonra köksüzlük şehirdeki hayatını oralara taşıdı. Derken, pandemi ile birlikte yazlıklar ‘kışlık’ hâline geldi. Kültürel alt yapısızlık, yaşam gustosundan nasipsizlik, açgözlülük bütün kıyılarımızı tebaası hâline getirdi.
Oysa ‘sayfiye’, şehirlerin civarında, o şehir halkının sadece yaz günlerinde ‘kır hayatı yaşadığı yer’ demekti.
Provence halkı, orada ‘Paris’teki gibi’ yaşamaya kalkışana ‘görgüsüz’ der. Bizde ‘üst sınıf’ deniyor.
Bir Toskanalı, o kültürü onun gibi yaşamak isteyeni baş tacı eder. Bizdekiler İstanbul arsızlarına yaranmak için birbiriyle yarışıyor.”
Bu kadar geniş bir konu, ancak bu kadar kısa anlatılır… İşin özü ancak bu kadar yalın biçimde ifade edilebilir…
Çocuklar hâlâ ‘bir ümit’ giderler… Biz de 1991-2016 arasındaki 25 yıl boyunca her yazımızı Bozcaada’da geçirdik… Sonra pılımızı, pırtımızı toplayıp kaçtık oradan… “Neden?” diye soranlara “Deniz suyu çok soğuktu”, “Denize girecek tesis yoktu”, “Kıyılardaki tuvalet sayısı yetersizdi”, “Bir iki balıkçı dışında yemek yenecek doğru dürüst yer yoktu” türünden bahanelerle bir şeyler anlattık durduk…
Bundan böyle 25 yılımızı geçirdiğimiz Bozcaada’yı niçin terk ettiğimizi soranlara Korman’ın yukarıdaki yazısını yollayacağım…
Son dönem kendimizi Büyükada’ya attık… Esnafımızın velinimeti Arap turistlerin istilasının kaçınılmaz olduğu resmî tatil günleri dışında -ki o günlerde adımımızı dışarı pek atmıyoruz- Ada şimdilik ‘kurtarılmış bölge’ olma özelliğini kaybetmemiş… Kendine has kültürünü koruyor; hatta dikte ediyor…
O kültüre uyamayanların kümelendiği yerler belli… Adalar’a belli bir kontenjan konur ve böylece gelecek turist sayısı sınırlanırsa şaşmamak lazım… Kulağa sert geliyor olabilir ama turizmde sürdürülebilirliği sağlamak için bazen böyle çözümler kaçınılmaz görünüyor…
Gözümüze takılanlar…
- “Bazı şeyler olmasa da olur. Ama eğitim olmazsa olmaz”… Maddi imkânları yetersiz, anne ya da babası olmayan yetenekli çocuklara eğitim imkânı sunan Darüşşafaka Cemiyeti, destek çağrısını bu ‘kilit mesaj’la yapmış. Yalın ve net… Amaca ve Cemiyet’in karakterine uygun… Ahmet Rasim’den Salih Zeki Bey’ye, Prof. Dr. Berna Moran’a kadar pek çok önemli ismin yetişmesine vesile olan 159 yıllık bu köklü Kurum’a destek olmak isteyenler darussafaka.org sayfasından bilgi alabiliyormuş. (Darüşşafaka Cemiyeti)
- “Zaman Ve Mekanda Akıl Karı Tercihler İçin Kurgulanan Proje Konseptler”… Anlayan beri gelsin… Kâr kelimesindeki a harfinin şapkasız yazılmasıyla bir doğa olayına dönüşmesinin, mekân kelimesinin doğru yazımının, başlıkta istisnasız her kelimenin büyük harfle yazılmasının ne denli doğru olduğunun lafını etmeyeceğiz bile… Fakat bu cümleyi gerçekten anlayan var mı?.. Size de işkence çektirmeyelim: Bu basın bülteni başlığı, bir mobilya firmasına ait… Basın bülteni hazırlığı pek çok yönüyle habercilikle benzeşir. Başlık; yalın, çarpıcı, bilgi verici ve içeriği okutmak üzere davetkâr olmalıdır. (Naz Çekem, Ajanda PR)
- Hazır giyim ve konfeksiyon sektörü, Haziran’da 1 milyar 972 milyon dolar, ilk 6 ayda ise geçen yıla göre yüzde 14,5 artışla 10,8 milyar dolarlık ihracat yapmış. Ayrıca kapasite kullanım oranı yine Haziran’da yüzde 84,8 ile pandemi öncesindeki düzeye ulaşmış. Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe, 24-26 Ağustos’ta düzenlenecek İstanbul Fashion Connection Hazır Giyim ve Moda Fuarı’na 100 ülkeden 15 bin ziyaretçi beklediklerini açıklamış. Gültepe, “Fuar, 40 milyar dolarlık ihracat hedefimize kaldıraç etkisi yapacak” demiş. (Yıldırım Özcan, Time İletişim)
- Çalışma sistemlerine ilişkin yüzlerce araştırma arasına bir yenisi daha eklenmiş… Cisco’nun EMEA bölgesinde 10 binden fazla profesyonelle yaptığı araştırmaya katılanların %76’sı hibrit ve uzaktan çalışmanın, yaşamlarını her anlamda iyileştirdiğini söylemiş. %69’u uzaktan çalışırken tasarruf yaptığını, %53’ü bu çalışma modelinin ruh sağlığına iyi geldiğini, %60’ı da uzaktan çalışırken daha çok egzersiz yaptığını belirtmiş… “Aman ne iyiymiş” demeden önce beklemekte bizim de yazılarımıza konu ettiğimiz diğer araştırmalara bakmakta fayda var… Zira bunların tersini söyleyenler de söz konusu. İçinden çıkabilirseniz bizi de haberdar edin lütfen… (Bülent Değerli, Hill+Knowlton Strategies)