‘Söylem, söylemle yıkılır’…
30 Ağustos 2022 - Yeni şafak
Bir de “Gök kubbenin altında söylenmemiş söz yoktur!” derler… Biz bunun zaman zaman tersine tanık oluruz…
Oysa, bilgelik mertebesine erişip erişmemenin göstergelerinden biridir. Şairin dediği gibi; “Eğer usta bir yazar gibi bilerek ve bir çocuk gibi şaşarak yaşamak” durumundaysanız, bilgeliğe giden yolun daha başlarındasınız demektir…
İletişim alanında bilgi ve tecrübe konusunda iddia sahibi olma iddiasına erişmeye çalışan, işin akademik ve uygulama yönlerine emek vermek için çabalayan biri olarak, Dücane Cündioğlu’nun siyasi iletişimle ilgili pek çok şeyi birkaç kelimeyle anlatan şu cümlesini duyduğumda şaşmadan edemedim: “Söylem söylemle yıkılır, kanıtla değil”…
Aynı deyişi retorik konusunda da dile getirebiliriz… Siyasi retorikle mücadele siyasi retorikle yapılabilir; bilgiye dayalı akıl, mantık, analiz kabiliyetini devreye sokarak değil…
Biz bu durumu defansif iletişim, reaktif iletişim gibi kavramlarla açıklamaya çalışıyorduk… Tabii ki bu iki tür yaklaşımın, karşıdan gelen agresif söyleme yönelik en yanlış iletişim eylemi olduğunun da altını çizerek…
Siyasi iletişim geçmişimizden gelen sedalara kulak kabartmakta yarar vardır… Çok partili dönemden ne kalmış aklımızda… Demokrat Parti’nin “Yeter söz milletin”i; Ecevit’in mavi gömleği ve “Toprak işleyenin, su kullananın”ı; Demirel’in “Yollar yürümekle aşınmaz”ı; Özal’ın dört eğilimi…
Şimdi dönüp bugüne bakalım… Kemal Kılıçdaroğlu son 3-4 aydır, deyim yerindeyse ‘ayak değiştirdi’… Sürekli söylem üretiyor… Bazılarına abuk sabuk gibi gelen, kendisinin “değildir” dediği, sivil itaatsizliğin daniskasını devreye sokuyor… Beğenin beğenmeyin, Meral Akşener’in bile “Bu kadarı da olmaz” gibilerinden karşı çıktığı, liberal ekonominin usulüne de esasına da ters söylem ve vaatlerle gündemi belirliyor…
Bu arada aynı Kılıçdaroğlu, ayrı ayrı her Bakanlığı, pek çok devlet kurumunu ve onların başındaki kişileri doğrudan hedef alan salvolarla söylem saldırısını sürdürüyor… Peki saldırı altındakiler, algılamayı belirlemek üzere yapılan bu salvolar karşısında ne yapıyor?
Hiçbir retorik kıymeti olmayan kanıt, analiz ve bilgilerle Kılıçdaroğlu’nun söylemlerine yanıt vermeye çalışıyor; siyasi yanıt ve mücadeleyi ise Sayın Cumhurbaşkanı’na bırakıyorlar… Elbette hem Bakanlıklar hem de kurumlar açısından bazı istisnalar da var…
Yine de bu böyle olmaz… Siyasi mücadelenin demokratik ortamlarda yürütüldüğü ülkelere bir bakın… Retorik ve söylem işi sadece bir kişiye mi bırakılır, hükûmet olmanın tüm sorumluluğu sadece bir kişiye mi yüklenir; yoksa topyekûn bir siyasi söylem ve retorik stratejisi mi uygulanır… Unutulmamalıdır ki, muhalefet tarafında söylem ve retorik tek kişi tarafından yürütülmemektedir…
Cumhurbaşkanı siyasi alanda tek başına pek çok şeye muktedirdir… Ancak her şeye değil… O nedenle iktidarın da ‘ayak değiştirmesi’ elzemdir. Çıkış yolu topyekûn siyasi söylem stratejisidir… Bunu geçmişte başaran ‘AK Parti ruhu’, kadroların en büyük hazinesidir…
Bu vesileyle millî kurtuluş ve bağımsızlığımızın temel taşlarından birini oluşturan 30 Ağustos Zafer Bayramı’mızı kutluyor, Cumhuriyet’imizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, tüm gazi ve şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum…
Gözümüze takılanlar…
Oysa, bilgelik mertebesine erişip erişmemenin göstergelerinden biridir. Şairin dediği gibi; “Eğer usta bir yazar gibi bilerek ve bir çocuk gibi şaşarak yaşamak” durumundaysanız, bilgeliğe giden yolun daha başlarındasınız demektir…
İletişim alanında bilgi ve tecrübe konusunda iddia sahibi olma iddiasına erişmeye çalışan, işin akademik ve uygulama yönlerine emek vermek için çabalayan biri olarak, Dücane Cündioğlu’nun siyasi iletişimle ilgili pek çok şeyi birkaç kelimeyle anlatan şu cümlesini duyduğumda şaşmadan edemedim: “Söylem söylemle yıkılır, kanıtla değil”…
Aynı deyişi retorik konusunda da dile getirebiliriz… Siyasi retorikle mücadele siyasi retorikle yapılabilir; bilgiye dayalı akıl, mantık, analiz kabiliyetini devreye sokarak değil…
Biz bu durumu defansif iletişim, reaktif iletişim gibi kavramlarla açıklamaya çalışıyorduk… Tabii ki bu iki tür yaklaşımın, karşıdan gelen agresif söyleme yönelik en yanlış iletişim eylemi olduğunun da altını çizerek…
Siyasi iletişim geçmişimizden gelen sedalara kulak kabartmakta yarar vardır… Çok partili dönemden ne kalmış aklımızda… Demokrat Parti’nin “Yeter söz milletin”i; Ecevit’in mavi gömleği ve “Toprak işleyenin, su kullananın”ı; Demirel’in “Yollar yürümekle aşınmaz”ı; Özal’ın dört eğilimi…
Şimdi dönüp bugüne bakalım… Kemal Kılıçdaroğlu son 3-4 aydır, deyim yerindeyse ‘ayak değiştirdi’… Sürekli söylem üretiyor… Bazılarına abuk sabuk gibi gelen, kendisinin “değildir” dediği, sivil itaatsizliğin daniskasını devreye sokuyor… Beğenin beğenmeyin, Meral Akşener’in bile “Bu kadarı da olmaz” gibilerinden karşı çıktığı, liberal ekonominin usulüne de esasına da ters söylem ve vaatlerle gündemi belirliyor…
Bu arada aynı Kılıçdaroğlu, ayrı ayrı her Bakanlığı, pek çok devlet kurumunu ve onların başındaki kişileri doğrudan hedef alan salvolarla söylem saldırısını sürdürüyor… Peki saldırı altındakiler, algılamayı belirlemek üzere yapılan bu salvolar karşısında ne yapıyor?
Hiçbir retorik kıymeti olmayan kanıt, analiz ve bilgilerle Kılıçdaroğlu’nun söylemlerine yanıt vermeye çalışıyor; siyasi yanıt ve mücadeleyi ise Sayın Cumhurbaşkanı’na bırakıyorlar… Elbette hem Bakanlıklar hem de kurumlar açısından bazı istisnalar da var…
Yine de bu böyle olmaz… Siyasi mücadelenin demokratik ortamlarda yürütüldüğü ülkelere bir bakın… Retorik ve söylem işi sadece bir kişiye mi bırakılır, hükûmet olmanın tüm sorumluluğu sadece bir kişiye mi yüklenir; yoksa topyekûn bir siyasi söylem ve retorik stratejisi mi uygulanır… Unutulmamalıdır ki, muhalefet tarafında söylem ve retorik tek kişi tarafından yürütülmemektedir…
Cumhurbaşkanı siyasi alanda tek başına pek çok şeye muktedirdir… Ancak her şeye değil… O nedenle iktidarın da ‘ayak değiştirmesi’ elzemdir. Çıkış yolu topyekûn siyasi söylem stratejisidir… Bunu geçmişte başaran ‘AK Parti ruhu’, kadroların en büyük hazinesidir…
Bu vesileyle millî kurtuluş ve bağımsızlığımızın temel taşlarından birini oluşturan 30 Ağustos Zafer Bayramı’mızı kutluyor, Cumhuriyet’imizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, tüm gazi ve şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum…
Gözümüze takılanlar…
- Malumunuz bu bölümde eposta adresimize ulaşan basın bültenleri ve tanıtımlardan yararlanıyoruz. İletişim ve iş dünyası için naçizane yorum ve önerilerimizle paylaşıyoruz. Bunlardan biri “Üst Düzey Yönetici Asistanlığı” ile ilgili bir eğitim programıydı. İsmi bizde saklı firmanın hazırladığı müfredat ve seçilen eğitimci son derece etkili görünüyordu. Ancak köşemize taşımadan önce tanıtımda eksik gördüğümüz bir konuyu netleştirmek için kendilerini aradık ki “Aman Allahım!”… Bir panik ki sormayın… “Bizim size izin vermemiz gerekiyor mu?” ile başlayan anlamsız sorular, panik dozunun artmasıyla sürdü, telefon üstüne telefon aldık. Konuyu, durumu açıklamamıza rağmen “eposta adresinizi alırsak sistemden çıkaralım” ile sona erdi… Olacak iş mi? Değil… Komik mi? Asla… Açıkçası trajik bir durum… Firma eğitim işine keşke kendi personelinden başlasaymış… İlişki ve iletişim yönetimi de ilk konu olsaymış… Tabii önce hizmet verilen alanla ilgili derinlemesine bilgi de gerekli… Bu farazi eğitim programına bir içerik önerimiz de ‘basınla ilişkiler’… Aman atlanmasın! Yoksa bir çuval incir böyle berbat olur…
- Deloitte’un, “Dijital Medya Trendleri” araştırması Z Kuşağı’nın yüzde 70’inin video oyunları yoluyla iletişim kurduğunu ortaya koymuş. Ayrıca araştırma genç erkeklerin yüzde 78’inin, genç kadınların ise yüzde 73’ünün avatarlarını kendilerini ifade etmede kullandıklarını göstermiş. 14-19 yaşları arasındaki katılımcıların yer aldığı araştırmayı temel alarak çıkarımda bulunmak isteyenler olacaktır. Aman çok heyecanlanmasınlar. Çalışma, ABD, İngiltere, Almanya, Japonya ve Brezilya’daki gençlerle yapılmış… Yani bizdeki duruma dair sonuca ya da yoruma buradan ulaşmak pek mümkün değil… Başka ülkelerin kültürleri ve eğilimlerine ilişkin araştırmalarla ‘bizim buraları’ yorumlamak en büyük hatalardan biri olur… Bu tuzağa düşmesinler, bizden uyarması… (Banu Kurt, İz İletişim)
- Türkçe kullanımının doğru ve etkili olması iletişim çalışmalarının ilk kuralıdır… Çünkü firma, kurum ya da kişi ile ilgili ilk izlenim buradan edinilir… Başka bir değişle markanın algılanması ya da itibarı için çok ciddi bir belirleyicidir… Kısaca, kritik önemdedir… Mobilya firması İpek’in bu konuda çok ciddi bir problemi var… Dijital mecra için hazırladıkları ilanla “Dahi anlamındaki -de ayrı yazılır” cümlesini hayatının sloganı hâline getirenlere ciddi bir malzeme vermiş durumdalar… Kullandıkları görselin üzerinde şöyle yazıyor: “Değişime sende katıl”… İletişimi ehil ellerle yürütmek, işte bunun için çok önemli… Ancak o da yetmez… Tıpkı namus gibi itibar da kimseye emanet edilemez… Herkes kendisininkinden mesuldür…