‘Üst yapı’ gözden mi kaçtı acaba?..
09 NİSAN 2012
Bir döneme izini bırakarak geçip giden dergilerin tıpkıbasımlarını yayımlamak gerçek anlamda bir ‘kültür hizmeti’nde bulunmak demek. Star gazetesinin her Cumartesi ek olarak verdiği ‘Büyük Doğu’ dergisinin tıpkıbasımının dünkü 8 Şubat 1946 tarihli nüshasında kimler yoktu ki? Başta sahibi Necip Fazıl Kısakürek olmak üzere sanat tarihçisi Zahir Güvemli’den yazar Oktay Akbal’a, edebiyat dünyasının toplumcu gerçekçi’ akımının önde gelen ismi Fahri Erdinç’ten gazeteci ve tarihi romanlarıyla tanınan Nizameddin Nazif’e kadar pek çok kayda değer, hatırı sayılır isim…
Kapağında bir değirmen görüyoruz. Anons şöyle: ‘Anadolu’da dolabın hali’. Altta Yunus’un ünlü mısraları: “Benim adım dertli dolap, Suyum akar yalap yalap’”. Dertli dolabın çarkı üzerine yukarıdan aşağı şu sözcüklerle mesajı da vermişler:
“Gayesizim… Telkinsizim… Pilânsızım… Hesapsızım… Bilgisizim… Doktorsuzum… Aletsizim…”
Bir ‘siyasi ve edebi haftalık mecmua’ olarak yayımlanan ‘Büyük Doğu’ dergisinde, tadını çıkararak okuyabileceğiniz ‘Yine Türk İrfanı’ başlıklı yazısında Necip Fazıl Kısakürek, olağanüstü önemde bir noktaya parmağını basmış. Pek çoğumuzun göz ardı ettiğini düşündüğüm şu tespitin üzerinde hakkını vererek düşünmek gerekmez mi?
”Hiçbir inkılâp şekli tanımıyoruz ki, herhangi bir topluluğun mücerred his ve fikir kıymetlerini temsil edici irfan cevherine karşı harekete geçmiş olsun…”
Evet, hangi devrim, kendi topraklarında yüzyıllar içinde oluşan irfana karşı harekete geçmiş olabilir ki? Olsa yaşayabilir mi zaten? Necip Fazıl Kısakürek’in kaleminden devam edelim:
“Rus (kültür)ü Komünizmadan, İtalyan (kültür)ü Faşizmadan, Alman (kültür)ü Nazizmadan, Fransız (kültür)ü Büyük İhtilâl’dan başlamaz. Tamamiyle aksine bu ihtilaller, gerilerde (kültür) diyebilecekleri ne bulmuşlarsa, kadife zeminler üstünde ve altın mahfazalar içinde himaye etmişler ve yeni (kültür)lerini de ona eklemeye bakmışlardır.
Bizse köke, onun ruhuna doğru bir kanal açmak ihtiyacına düşmemiş bulunuyoruz.
Hemen beş on gerçek mütehassıs bulup eski devrenin yüksek irfan mahsullerini, bir itfaiye otomobili hızıyla bugüne taşıtmak zorundayız.”
Geçenlerde burada söz etmiştik. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen, “Muhafazakâr kesimin nasıl bir demokrasi anlayışı varsa, ‘muhafazakâr estetik’ ve ‘muhafazakâr sanat’ın normlarını ve yapısını oluşturmak gibi bir yükümlülük içindeyiz” demişti. Kelamı Anadolu Ajansından almıştık. Ben, görüşlerini önemsediğim ve yıllardır dikkatle izlediğim İsen’in Suriçi Grubu Platformu İstanbul Toplantıları’nın Mart ayı onur konuğu olarak yaptığı konuşmanın tamamının yayınlanması gerektiğini bir telefon sohbetimizde kendisine de ilettim. Ekonomik ve sosyal pek çok sorunun üzerinden gelmeye çalışan, pek çok alanda ciddi bir transformasyonu tetiklemiş olan AK Parti hükümetlerinin kültür meselesinde ciddi bir strateji ve program ortaya koyamayışının sanki altını çiziyordu.
Marksist deyişle, alt yapı kurumları ve sorunları ‘halledilirken’ sanki üst yapı (kültürel bağlamda) gözden kaçmış, ya da gereken önemli yeri hükümet vizyonunda alamamıştı.
Büyük Doğu dergisinin o sayısını biraz da bu bağlamda gözden geçirmekte yarar var.
Kapağında bir değirmen görüyoruz. Anons şöyle: ‘Anadolu’da dolabın hali’. Altta Yunus’un ünlü mısraları: “Benim adım dertli dolap, Suyum akar yalap yalap’”. Dertli dolabın çarkı üzerine yukarıdan aşağı şu sözcüklerle mesajı da vermişler:
“Gayesizim… Telkinsizim… Pilânsızım… Hesapsızım… Bilgisizim… Doktorsuzum… Aletsizim…”
Bir ‘siyasi ve edebi haftalık mecmua’ olarak yayımlanan ‘Büyük Doğu’ dergisinde, tadını çıkararak okuyabileceğiniz ‘Yine Türk İrfanı’ başlıklı yazısında Necip Fazıl Kısakürek, olağanüstü önemde bir noktaya parmağını basmış. Pek çoğumuzun göz ardı ettiğini düşündüğüm şu tespitin üzerinde hakkını vererek düşünmek gerekmez mi?
”Hiçbir inkılâp şekli tanımıyoruz ki, herhangi bir topluluğun mücerred his ve fikir kıymetlerini temsil edici irfan cevherine karşı harekete geçmiş olsun…”
Evet, hangi devrim, kendi topraklarında yüzyıllar içinde oluşan irfana karşı harekete geçmiş olabilir ki? Olsa yaşayabilir mi zaten? Necip Fazıl Kısakürek’in kaleminden devam edelim:
“Rus (kültür)ü Komünizmadan, İtalyan (kültür)ü Faşizmadan, Alman (kültür)ü Nazizmadan, Fransız (kültür)ü Büyük İhtilâl’dan başlamaz. Tamamiyle aksine bu ihtilaller, gerilerde (kültür) diyebilecekleri ne bulmuşlarsa, kadife zeminler üstünde ve altın mahfazalar içinde himaye etmişler ve yeni (kültür)lerini de ona eklemeye bakmışlardır.
Bizse köke, onun ruhuna doğru bir kanal açmak ihtiyacına düşmemiş bulunuyoruz.
Hemen beş on gerçek mütehassıs bulup eski devrenin yüksek irfan mahsullerini, bir itfaiye otomobili hızıyla bugüne taşıtmak zorundayız.”
Geçenlerde burada söz etmiştik. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen, “Muhafazakâr kesimin nasıl bir demokrasi anlayışı varsa, ‘muhafazakâr estetik’ ve ‘muhafazakâr sanat’ın normlarını ve yapısını oluşturmak gibi bir yükümlülük içindeyiz” demişti. Kelamı Anadolu Ajansından almıştık. Ben, görüşlerini önemsediğim ve yıllardır dikkatle izlediğim İsen’in Suriçi Grubu Platformu İstanbul Toplantıları’nın Mart ayı onur konuğu olarak yaptığı konuşmanın tamamının yayınlanması gerektiğini bir telefon sohbetimizde kendisine de ilettim. Ekonomik ve sosyal pek çok sorunun üzerinden gelmeye çalışan, pek çok alanda ciddi bir transformasyonu tetiklemiş olan AK Parti hükümetlerinin kültür meselesinde ciddi bir strateji ve program ortaya koyamayışının sanki altını çiziyordu.
Marksist deyişle, alt yapı kurumları ve sorunları ‘halledilirken’ sanki üst yapı (kültürel bağlamda) gözden kaçmış, ya da gereken önemli yeri hükümet vizyonunda alamamıştı.
Büyük Doğu dergisinin o sayısını biraz da bu bağlamda gözden geçirmekte yarar var.