‘Vaat ile gerçek’ uymadı!
27 AĞUSTOS 2007
Teaser’daki (meraklandırıcı) vaat o kadar yüksekti ki: “3. Cadde, Etiler ve Nişantaşı’dan sonra Avrupa Yakası’ndaki yeni buluşma adresiniz!” Arkasından çıkacak ‘buluşma yeri’nin özellikleri bu vaadi layıkıyla dolduramayabilirdi. O zaman da bumerang geri dönüp iddia sahibine öyle bir çarpardı ki, tamiri mümkün olmazdı...
Ben önce İstinye Park sanmıştım... Hani Maslak’tan İstinye’ye inerken yokuşun hemen başında kurulmuş ve bütün yerleri kiralanmış, rezidans kısmı da tamamen satılmış olan İstanbul’un yeni, kalburüstü Alışveriş Merkezi... Sonradan “Neden bu kadar merak uyandırmaya ihtiyaçları olsun ki” diye düşündüm.
Nişantaşı’nın ve Etiler’in pabucunu dama atacak yeni bir mekân geliyordu. Başta Avi Alkaş ve Tahsin Pamir olmak üzere perakende sektörünün ne kadar ustası varsa hepsini aradım. Abdullah Kiğılı, Ümit Zaim, Suat Soysal, Günseli Ocakoğlu... Bilmiyorlardı. “Bir araştıralım, sana döneriz!” dediler... İstinye Parkçılar da biraz alınmışlar, “Bizimki sadece İstanbul’un değil ki; dünyanın yeni buluşma yeri!” demişler...
Sadece Derimod’un Pazarlamadan sorumlu Başkan Yardımcısı Sedef Orman, cesaret ve biraz da iyi niyetle tahminini söyledi: “Bu 3. Cadde, Serdar Bilgili’nin W Hotel’i ve mağazalarıyla yeni bir konsept olarak tasarladığı Akaretler (Beşiktaş) yokuşu olmasın!”... Sedef haklıydı. Vaat o kadar kuvvetliydi ki, böyle şeyler düşündürüyordu insana...
Gerçek dün ortaya çıktı. Dağ fare doğurdu. Dünya markalarının gelip yerleştikleri Nişantaşı, Etiler, Maslak’a alternatif neresiymiş biliyor musunuz? Bahçeşehir (Şehr-i Bahçe)...
Bu gerçek, teaser’ın başarısını gölgelemez. Sadece biraz uzun sürdü bu merak uyandırma işi o kadar... Teaser insanları gıdıklamak gibi bir şeydir. Kısa sürerse sempatik olabilir. Bir de birinin mütecaviz bir şekilde sizi sürekli gıdıklayıp durduğunu düşünün. Canınız sıkılabilir... Benim sıkıldı şahsen.
Bu kadar ‘ısıtmaya’ işin ‘suyu’ kaçtı çünkü...
3. Cadde kampanyasını hazırlayan Ankaralı reklam ajansı Arka Bahçe/AdBee (AdBee Polonya ajansıymış) TOKİ müteahhitlerinden KC Group’un reklamlarını yapmış. Bir süre önce de bu grup tarafından satın alındıkları söyleniyor.
Ajansın web sitesi henüz inşaat halinde. Sadece işlerinden bir iki örnek var. Telefonlara “Arka Bahçe’yi hafta sonlarında nadasa bırakıyoruz. Pazartesi daha verimli bir günde görüşmek üzere!” türünden ‘cool’ olmasına ‘cool’ da, müşteri ilişkileri yönetimi açısından fazla cesur anonslarla yanıt veriyorlar.
Ama hakçası benim dikkatimi çektiler. Hem bazı eski işleri hem de teaser kampanyası kesinlikle çok çarpıcı. Yolları açık olsun...
Mevlana yoksa Hintli miydi?
Eşim fark etti. Gazetedeki haberi okurken kendi kendime,“Şu Atatürk filmini de Ruslar yapsın; Fatih Sultan Mehmet filmine de Suudi’ler el atabilir” diye söyleniyormuşum...
Haber şu: “Hindistan Hükümeti ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile gerçekleştirilecek ünlü Türk mutasavvıfı Mevlana’nın hayatını anlatan ’Rumi’ adlı filmin çekimleri için hazırlıklar başladı. Filmin Hindistanlı Yönetmeni Raca Seyyid Muzaffer Ali, Hindistan ve Konya’da çekilecek filmde kullanılması düşünülen alanları belirlemek üzere Konya’ya geldi. Çekimlerin Konya’daki Sille Mahallesi ile Selçuklular’dan kalan tarihi Zazadın Hanı’nda yapılması kararlaştırıldı. Film çekimleri için 120 kişilik ekibin 1 ay süreyle Konya’da kalacağı belirtildi. 2008 yılında vizyona girmesi beklenen filmin 25 milyon dolara mal olacağı bildirildi.”
Sevinelim mi? Üzülelim mi? Nihayet bir Mevlana filmi yapılıyor, sevinelim. Kendi milli ‘kıymetlerimizle’ ilgili film yapacak bizden bir yönetmen çıkmaz mıydı, üzülelim...
Sinema sanayiiniz ve vizyonunuz yetmezse, Allah’ın Hintlisi gelir sizin Mevlana’nızın filmini yapar işte... Mevlana’nın ideolojik, teolojik, kültürel, milli ve manevi değerler açısından konumlandırılmasında hatalar ortaya çıktığında, kimse söylenmesin... Değil mi ki şu sıra kimsenin sesi çıkmıyor... İş işten geçtikten sonra da çıkmasın.
İş, kas göstermekte değil!
İş Bankası’nın en sık başvurduğu iletişim yaklaşımını, son kampanyasında da gözlemlemek mümkün. ‘Kas göstermek’ iş ve iletişim yönetiminde sık sık başvurulan araçlardan biridir. Ama iki yana kesen kılıç gibi de hayli ‘risklidir’. Kas göstermek, güven ortamı yaratır; ancak her an ‘güç kirlenmesine’ neden olabilir.
Prof. Dr. Halit Pazarlı, bana Kortizon tedavisi uygulamaya karar vermeden önce çok tereddüt etmişti. İşin içinde risk olduğunu söylüyor, bu hormon tedavisi için “İki tarafı keskin kılıç” kavramını kullanıyordu. Ben de “Amma abartıyor” diye geçirmiştim içimden, “Ne olacak, alt tarafı minicik bir hap!”... Cahilliğe bakın siz... Aradan geçen zaman içinde, gözlerim tamamen iyileşmişti; ancak o genç denecek yaşta 30 kilo birden alıvermiştim. Bana uzmanlığa ve bilimsel yaklaşıma saygı duymayı öğreten kilometre taşlarından biridir o olay...
İş Bankası’nın bu duygusal TV reklamı da, gazetelerdeki bol rakamlı ilanı da şunu diyor: “17 milyon müşterimiz var; % 908 oranında büyüdük; çalışanlarımız bize % 41 oranında ortak, öz kaynaklarımız 10 milyar YTL’yi geçti, 927 adet şubemiz var. Ama iş rakamlarda değil. İş, Türkiye’nin bankası olmakta. İş 83 yaşında...”
İş Bankası, tabii ki Türkiye’nin onur duyduğu bir kuruluş. Bu çerçevede getirilecek tüm övgülere layıktır. Ancak daha yeni yapılan bir araştırma, tartışmaya hiç mahal bırakmayacak derecede açık bir şekilde ortaya koyuyor: Banka müşterisi o bankanın yerli mi yabancı mı olduğuna hiç mi hiç bakmıyor... Üzülerek söylemeliyiz ki, şube sayısı dışında diğer ‘kas’ faktörleri de hiç umurunda değil müşterinin. Banka müşterisinin satın alma davranışları bambaşka öğelerden etkileniyor...
Ne yapacağız şimdi? Bence şöyle demek işi kurtarabilir: “Bırakın o antin kuntin işleri kardeşim! Araştırmaların hepsi palavradır. Aslolan yaratıcılıktır. Nasıl reklam ama?”
Ne yazık ki doğru. Reklam gerçekten çok hoş. En azından benim ruhuma sesleniyor. Herhalde pek çok kişiyi de avcunun içine alıyordur... Tek kelimeyle şahane!..
Ee, sonra?..
Ben önce İstinye Park sanmıştım... Hani Maslak’tan İstinye’ye inerken yokuşun hemen başında kurulmuş ve bütün yerleri kiralanmış, rezidans kısmı da tamamen satılmış olan İstanbul’un yeni, kalburüstü Alışveriş Merkezi... Sonradan “Neden bu kadar merak uyandırmaya ihtiyaçları olsun ki” diye düşündüm.
Nişantaşı’nın ve Etiler’in pabucunu dama atacak yeni bir mekân geliyordu. Başta Avi Alkaş ve Tahsin Pamir olmak üzere perakende sektörünün ne kadar ustası varsa hepsini aradım. Abdullah Kiğılı, Ümit Zaim, Suat Soysal, Günseli Ocakoğlu... Bilmiyorlardı. “Bir araştıralım, sana döneriz!” dediler... İstinye Parkçılar da biraz alınmışlar, “Bizimki sadece İstanbul’un değil ki; dünyanın yeni buluşma yeri!” demişler...
Sadece Derimod’un Pazarlamadan sorumlu Başkan Yardımcısı Sedef Orman, cesaret ve biraz da iyi niyetle tahminini söyledi: “Bu 3. Cadde, Serdar Bilgili’nin W Hotel’i ve mağazalarıyla yeni bir konsept olarak tasarladığı Akaretler (Beşiktaş) yokuşu olmasın!”... Sedef haklıydı. Vaat o kadar kuvvetliydi ki, böyle şeyler düşündürüyordu insana...
Gerçek dün ortaya çıktı. Dağ fare doğurdu. Dünya markalarının gelip yerleştikleri Nişantaşı, Etiler, Maslak’a alternatif neresiymiş biliyor musunuz? Bahçeşehir (Şehr-i Bahçe)...
Bu gerçek, teaser’ın başarısını gölgelemez. Sadece biraz uzun sürdü bu merak uyandırma işi o kadar... Teaser insanları gıdıklamak gibi bir şeydir. Kısa sürerse sempatik olabilir. Bir de birinin mütecaviz bir şekilde sizi sürekli gıdıklayıp durduğunu düşünün. Canınız sıkılabilir... Benim sıkıldı şahsen.
Bu kadar ‘ısıtmaya’ işin ‘suyu’ kaçtı çünkü...
3. Cadde kampanyasını hazırlayan Ankaralı reklam ajansı Arka Bahçe/AdBee (AdBee Polonya ajansıymış) TOKİ müteahhitlerinden KC Group’un reklamlarını yapmış. Bir süre önce de bu grup tarafından satın alındıkları söyleniyor.
Ajansın web sitesi henüz inşaat halinde. Sadece işlerinden bir iki örnek var. Telefonlara “Arka Bahçe’yi hafta sonlarında nadasa bırakıyoruz. Pazartesi daha verimli bir günde görüşmek üzere!” türünden ‘cool’ olmasına ‘cool’ da, müşteri ilişkileri yönetimi açısından fazla cesur anonslarla yanıt veriyorlar.
Ama hakçası benim dikkatimi çektiler. Hem bazı eski işleri hem de teaser kampanyası kesinlikle çok çarpıcı. Yolları açık olsun...
Mevlana yoksa Hintli miydi?
Eşim fark etti. Gazetedeki haberi okurken kendi kendime,“Şu Atatürk filmini de Ruslar yapsın; Fatih Sultan Mehmet filmine de Suudi’ler el atabilir” diye söyleniyormuşum...
Haber şu: “Hindistan Hükümeti ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile gerçekleştirilecek ünlü Türk mutasavvıfı Mevlana’nın hayatını anlatan ’Rumi’ adlı filmin çekimleri için hazırlıklar başladı. Filmin Hindistanlı Yönetmeni Raca Seyyid Muzaffer Ali, Hindistan ve Konya’da çekilecek filmde kullanılması düşünülen alanları belirlemek üzere Konya’ya geldi. Çekimlerin Konya’daki Sille Mahallesi ile Selçuklular’dan kalan tarihi Zazadın Hanı’nda yapılması kararlaştırıldı. Film çekimleri için 120 kişilik ekibin 1 ay süreyle Konya’da kalacağı belirtildi. 2008 yılında vizyona girmesi beklenen filmin 25 milyon dolara mal olacağı bildirildi.”
Sevinelim mi? Üzülelim mi? Nihayet bir Mevlana filmi yapılıyor, sevinelim. Kendi milli ‘kıymetlerimizle’ ilgili film yapacak bizden bir yönetmen çıkmaz mıydı, üzülelim...
Sinema sanayiiniz ve vizyonunuz yetmezse, Allah’ın Hintlisi gelir sizin Mevlana’nızın filmini yapar işte... Mevlana’nın ideolojik, teolojik, kültürel, milli ve manevi değerler açısından konumlandırılmasında hatalar ortaya çıktığında, kimse söylenmesin... Değil mi ki şu sıra kimsenin sesi çıkmıyor... İş işten geçtikten sonra da çıkmasın.
İş, kas göstermekte değil!
İş Bankası’nın en sık başvurduğu iletişim yaklaşımını, son kampanyasında da gözlemlemek mümkün. ‘Kas göstermek’ iş ve iletişim yönetiminde sık sık başvurulan araçlardan biridir. Ama iki yana kesen kılıç gibi de hayli ‘risklidir’. Kas göstermek, güven ortamı yaratır; ancak her an ‘güç kirlenmesine’ neden olabilir.
Prof. Dr. Halit Pazarlı, bana Kortizon tedavisi uygulamaya karar vermeden önce çok tereddüt etmişti. İşin içinde risk olduğunu söylüyor, bu hormon tedavisi için “İki tarafı keskin kılıç” kavramını kullanıyordu. Ben de “Amma abartıyor” diye geçirmiştim içimden, “Ne olacak, alt tarafı minicik bir hap!”... Cahilliğe bakın siz... Aradan geçen zaman içinde, gözlerim tamamen iyileşmişti; ancak o genç denecek yaşta 30 kilo birden alıvermiştim. Bana uzmanlığa ve bilimsel yaklaşıma saygı duymayı öğreten kilometre taşlarından biridir o olay...
İş Bankası’nın bu duygusal TV reklamı da, gazetelerdeki bol rakamlı ilanı da şunu diyor: “17 milyon müşterimiz var; % 908 oranında büyüdük; çalışanlarımız bize % 41 oranında ortak, öz kaynaklarımız 10 milyar YTL’yi geçti, 927 adet şubemiz var. Ama iş rakamlarda değil. İş, Türkiye’nin bankası olmakta. İş 83 yaşında...”
İş Bankası, tabii ki Türkiye’nin onur duyduğu bir kuruluş. Bu çerçevede getirilecek tüm övgülere layıktır. Ancak daha yeni yapılan bir araştırma, tartışmaya hiç mahal bırakmayacak derecede açık bir şekilde ortaya koyuyor: Banka müşterisi o bankanın yerli mi yabancı mı olduğuna hiç mi hiç bakmıyor... Üzülerek söylemeliyiz ki, şube sayısı dışında diğer ‘kas’ faktörleri de hiç umurunda değil müşterinin. Banka müşterisinin satın alma davranışları bambaşka öğelerden etkileniyor...
Ne yapacağız şimdi? Bence şöyle demek işi kurtarabilir: “Bırakın o antin kuntin işleri kardeşim! Araştırmaların hepsi palavradır. Aslolan yaratıcılıktır. Nasıl reklam ama?”
Ne yazık ki doğru. Reklam gerçekten çok hoş. En azından benim ruhuma sesleniyor. Herhalde pek çok kişiyi de avcunun içine alıyordur... Tek kelimeyle şahane!..
Ee, sonra?..