Lütfen 'incinmeyiniz' Elif Hanım!
04 Eylül 2009 Akşam Gazetesi
Dün Elif Şafak Hanım'ın gazetedeki yazısını okudum. Çok hislendim... Elif Hanım da zaten hepimizi 'hislendirmek' istemiş. Getirilen -ona göre- 'yıkıcı' eleştirilerden ruhu 'muazzep' olmuş.
301'den yargılanması söz konusu olduğunda arkasında durmamızın yanı sıra, Elif Hanım'la 'dünyev” düzeyde' hayli olumlu görüşlerimizi üç kez dile getirmişiz: Birincisi, Özlem Gürses ile birlikte o zamanki Habertürk'te yaptığımız 'Bildiğin Gibi Değil' adlı programda konuğumuz olduğu gece; ikincisi, 04.07.09 tarihinde ve üçüncüsü de 30.08.09'da Akşam'da...
Aşk dışındaki bazı kitaplarını okumuş bir okuru olarak onun incinmesi en son istediğimiz şey... Aşk'tan tam 60-70 sayfa okumuştum ki, Yeni Şafak'ta üç gün süren yazı dizisi başladı. Orada ortaya konan tespitleri okuduktan sonra bir satır ilerleyemedim kitapta... İlginçtir, o eleştiriler açıklığa kavuşana kadar da Aşk'ı okuyabileceğimi sanmıyorum...
'İnsanın emeğinden kazanması ayıp sanki ya da sırf para kazanmak için Mevlana hakkında yazmışım gibi. Kinayeli, dikenli ithamlar... Polemik sevmiyorum... Çünkü canım yanıyor. Çünkü inciniyorum. Çünkü ağırıma gidiyor. Çünkü robot değil, insanım... Enerjim azalıyor. Moralim bozuluyor. Bazen romanlarımı yayınlamaktan vazgeçmeyi düşünüyorum. Yazmayı bırakamam ama hiç olmazsa yazdıklarımı kendime saklayayım diyorum. Ne gerek var bunca kem söz işitmeye?..'
İşi bu kadar 'kırılganlığa' dökmeye hiç gerek yok oysa... Elif Hanım, edebiyatçı kimliğiyle ilgili eleştirileri bir kenara bırakmalı. Onlara yanıt vermek istememesi son derece doğal... Ancak Yeni Şafak'taki dizide çok somut 'tahrifat' iddiaları var. Saptırma, yanıltma iddiaları... Elif Hanım işte bunlara yanıt vermemezlik edemez. Ederse, bu durum onun hanesine bir 'eksiklik' olarak yazılır; gereksiz ve olumsuz bir algı tortusu bırakır insanlarda. Elif Hanım sübjektif 'suçlamalara' belki değil ancak 'bilimsel' eleştirel saptamalara karşı mutlaka tavır almalı... 'Çok üzüldüm, incindim, kırıldım' demekle geçiştirilmeyecek bir durumdur bu... Hele de satışı yüz binlerle ifade edilen bir kitap ve en az 500 bin kişiye karşı bir sorumluluk söz konusu ise...
'Bu bizim şarkımızdır. Nasıl reklamda çalınır'!..
İŞ, ilişki ve iletişim konularında çarpıcı örnek bulmak hiç de zor değildir. Çevrenize biraz dikkatlice bakmak yeterlidir. Hele 'durduk yerde kendi ayağına ateş etme' konusunda hiç sıkıntı çekilmez.
Buyurun Zülfü Livaneli'nin 30 Ağustos tarihli Vatan'da yazdıklarına bir göz atın... Başlık şu: 'Özgürlük, reklamlarda kullanılmayacak'...
Özetle, Livaneli aslında hiç de tahmin edilmeyecek kadar düşük bir fiyata (neden bunu söylersiniz) bir GSM firmasına Özgürlük adlı parçasının reklamlarda kullanım hakkını vermiş. Kendisi bunu gayet doğal buluyormuş. Ancak bir iki hayranı (Livaneli gerçek rakamı vermiyor) 'Bu bizim şarkımızdır. Nasıl reklamda çalınır!' demişler... O da yeni çekilecek filmlerde müziğinin kullanılmasını yasaklamış. Diyor ki, 'Bunu size saygımdan yapıyorum ama bilin ki hala eski fikrimdeyim.'
Buyurun bir ticaret - sanat ikilemi daha... Bu gibi durumlarda rahatsızlık duyanlara şu reçete çok iyi geliyor:
1. Az hamilelik olmaz...
2. Şeytan'la belli bir oranda da olsa işbirliği yapmadan popüler, şöhret olunmaz.
3. Kapitalizmin oyun kuralları içinde var olmaya çalışıp kapitalizmin kurallarını tamamen reddetmek 'hüsran' yaratır... Çekilirsin 'inzivaya', dünyayla her türlü teması kesersin, o zaman belki... Bu durumda bile doğayla çelişkin seni başka 'uzlaşmalara' iter zaten...
4. Sahte uzlaşma durumlarında ise 'arkaik sol'un sığındığı tek liman 'devlet'tir... Devlet (veya belediye) memurluğu, ya da devletten iş alarak 'yol bulmaca', bazen 'Hem farkında hem Gülhane Parkı'nda' algısının yaratılmasına izin verebilir.
5. Nazım'ın 'Biz fakirlikte değil zenginlikte müsavat istiyoruz' sözünü doğru anlamakta yarar vardır... Zenginlik onu beceremeyenlerin dışında ayıp bir şey değildir...
Sevgili Zülfü Livaneli, onun bunun değil kendisinin sesini dinlemeli... Onu ilk dinlediğimiz 30 yıl öncesinden beri, kendi iç sesini dinlediği için sevdik...
Dün Elif Şafak Hanım'ın gazetedeki yazısını okudum. Çok hislendim... Elif Hanım da zaten hepimizi 'hislendirmek' istemiş. Getirilen -ona göre- 'yıkıcı' eleştirilerden ruhu 'muazzep' olmuş.
301'den yargılanması söz konusu olduğunda arkasında durmamızın yanı sıra, Elif Hanım'la 'dünyev” düzeyde' hayli olumlu görüşlerimizi üç kez dile getirmişiz: Birincisi, Özlem Gürses ile birlikte o zamanki Habertürk'te yaptığımız 'Bildiğin Gibi Değil' adlı programda konuğumuz olduğu gece; ikincisi, 04.07.09 tarihinde ve üçüncüsü de 30.08.09'da Akşam'da...
Aşk dışındaki bazı kitaplarını okumuş bir okuru olarak onun incinmesi en son istediğimiz şey... Aşk'tan tam 60-70 sayfa okumuştum ki, Yeni Şafak'ta üç gün süren yazı dizisi başladı. Orada ortaya konan tespitleri okuduktan sonra bir satır ilerleyemedim kitapta... İlginçtir, o eleştiriler açıklığa kavuşana kadar da Aşk'ı okuyabileceğimi sanmıyorum...
'İnsanın emeğinden kazanması ayıp sanki ya da sırf para kazanmak için Mevlana hakkında yazmışım gibi. Kinayeli, dikenli ithamlar... Polemik sevmiyorum... Çünkü canım yanıyor. Çünkü inciniyorum. Çünkü ağırıma gidiyor. Çünkü robot değil, insanım... Enerjim azalıyor. Moralim bozuluyor. Bazen romanlarımı yayınlamaktan vazgeçmeyi düşünüyorum. Yazmayı bırakamam ama hiç olmazsa yazdıklarımı kendime saklayayım diyorum. Ne gerek var bunca kem söz işitmeye?..'
İşi bu kadar 'kırılganlığa' dökmeye hiç gerek yok oysa... Elif Hanım, edebiyatçı kimliğiyle ilgili eleştirileri bir kenara bırakmalı. Onlara yanıt vermek istememesi son derece doğal... Ancak Yeni Şafak'taki dizide çok somut 'tahrifat' iddiaları var. Saptırma, yanıltma iddiaları... Elif Hanım işte bunlara yanıt vermemezlik edemez. Ederse, bu durum onun hanesine bir 'eksiklik' olarak yazılır; gereksiz ve olumsuz bir algı tortusu bırakır insanlarda. Elif Hanım sübjektif 'suçlamalara' belki değil ancak 'bilimsel' eleştirel saptamalara karşı mutlaka tavır almalı... 'Çok üzüldüm, incindim, kırıldım' demekle geçiştirilmeyecek bir durumdur bu... Hele de satışı yüz binlerle ifade edilen bir kitap ve en az 500 bin kişiye karşı bir sorumluluk söz konusu ise...
'Bu bizim şarkımızdır. Nasıl reklamda çalınır'!..
İŞ, ilişki ve iletişim konularında çarpıcı örnek bulmak hiç de zor değildir. Çevrenize biraz dikkatlice bakmak yeterlidir. Hele 'durduk yerde kendi ayağına ateş etme' konusunda hiç sıkıntı çekilmez.
Buyurun Zülfü Livaneli'nin 30 Ağustos tarihli Vatan'da yazdıklarına bir göz atın... Başlık şu: 'Özgürlük, reklamlarda kullanılmayacak'...
Özetle, Livaneli aslında hiç de tahmin edilmeyecek kadar düşük bir fiyata (neden bunu söylersiniz) bir GSM firmasına Özgürlük adlı parçasının reklamlarda kullanım hakkını vermiş. Kendisi bunu gayet doğal buluyormuş. Ancak bir iki hayranı (Livaneli gerçek rakamı vermiyor) 'Bu bizim şarkımızdır. Nasıl reklamda çalınır!' demişler... O da yeni çekilecek filmlerde müziğinin kullanılmasını yasaklamış. Diyor ki, 'Bunu size saygımdan yapıyorum ama bilin ki hala eski fikrimdeyim.'
Buyurun bir ticaret - sanat ikilemi daha... Bu gibi durumlarda rahatsızlık duyanlara şu reçete çok iyi geliyor:
1. Az hamilelik olmaz...
2. Şeytan'la belli bir oranda da olsa işbirliği yapmadan popüler, şöhret olunmaz.
3. Kapitalizmin oyun kuralları içinde var olmaya çalışıp kapitalizmin kurallarını tamamen reddetmek 'hüsran' yaratır... Çekilirsin 'inzivaya', dünyayla her türlü teması kesersin, o zaman belki... Bu durumda bile doğayla çelişkin seni başka 'uzlaşmalara' iter zaten...
4. Sahte uzlaşma durumlarında ise 'arkaik sol'un sığındığı tek liman 'devlet'tir... Devlet (veya belediye) memurluğu, ya da devletten iş alarak 'yol bulmaca', bazen 'Hem farkında hem Gülhane Parkı'nda' algısının yaratılmasına izin verebilir.
5. Nazım'ın 'Biz fakirlikte değil zenginlikte müsavat istiyoruz' sözünü doğru anlamakta yarar vardır... Zenginlik onu beceremeyenlerin dışında ayıp bir şey değildir...
Sevgili Zülfü Livaneli, onun bunun değil kendisinin sesini dinlemeli... Onu ilk dinlediğimiz 30 yıl öncesinden beri, kendi iç sesini dinlediği için sevdik...