Marifet biraz da ‘hikâye’de…
01 Nisan 2018 - Derin Ekonomi
İletişimin ve bu disiplinden de yola çıkarak ekonominin en önemli çarklarından biri olan marka yönetiminin, en kritik işlerinden biri hiç şüphesiz “hikâye” anlatmaktır… O ülke, kurum, şirket, ürün ya da hizmetin hikâyesini…
İnsanlar marka satın alırken aslında bir hikâye satın alırlar… Coca-Cola mutluluk hikâyesi satar mesela. Ülker de öyle… Eczacıbaşı kültür, sanat, spordan, yaşam kalitesinden oluşan bir hikâyeyi pazarlamaktadır… Garanti Bankası, teknolojik üstünlüğü, Yapı Kredi ve Akbank mobil hizmet anlayışını, İsviçre mükemmeliyet duygusunu, İskandinav ülkeleri esenlik hikâyelerini rekabete karşı avantaj olarak konumlarlar…
Bir yandan anlatılan hikâye ile rekabetçi avantaj sağlama yoluna gidilirken, öte yandan rakip hakkında negatif ‘hikâyeler’ (gerekirse uydurarak) etrafa yaymak ve rakibin algısını, itibarını sarsacak bir iklim yaratmak, en sık başvurulan yollardan biridir. Kamu diplomasisi ve psikolojik harbin ana amacı da budur zaten. Biri olumlu hikâyeyi yaymak, diğeri ise olumsuz hikâyeyi anlatmak için çaba harcarlar.
2010’a kadar Türkiye’nin anlatacak mükemmel bir hikâyesi vardı. Avrupa Birliği ile tarihler alınmıştı. Ekonomi ve finans dünyası adeta bir tür balayı yaşıyordu. Türkiye ‘ye yatırım akıyordu. Zamanın Başbakanı Erdoğan Barış Nobeli için aday gösterilecekti neredeyse. Dünya basını Türkiye hikâyesini mükemmel bir performansla satın almıştı.
Sonrasında ne oldu?
Türkiye haddini aştı (!)… Millî Bağımsızlık ve ulusal çıkarlardan söz etmeye başladı. Mazlumların haklarını savunmaya kalktı. Dünya 5’ten büyüktür dedi… ABD’nin bölgede nasırına bastı. AB’ye teslim olmadı. Yalana dolana itibar etmedi. İki yüzlülerin iki yüzlülüklerini yüzlerine vurdu…
İşte o andan itibaren tüm dünyada yepyeni bir Türkiye hikâyesi yazmaya başladılar. Korku filmi gibi bir hikâye uydurdular… Balyoz, Ergenekon, 17-25 Aralık, 15 Temmuz, anlatılan hikâyenin önemli sahneleri olarak tezgâhlandılar; biri tutmayınca, diğeri…
Ekonomik baskı siyasi ablukayı, terörün desteklenmesi FETÖ’nün sırtının sıvazlanmasını arkalanmasını izledi… Batı basını ağız birliği etmiş gibi Sayın Cumhurbaşkanı üzerinden Türkiye’ye saldırı başlattı…
Batı basının eline istediği kozları bol bol veren ana muhalefet ise, Türkiye’nin tecrit edilmesine alkış tuttu…
Bu durum ne zamana kadar sürdü? Türkiye Rusya ve İran’la görüşmelere başlayıp tecrit zincirini kırmayı başaracak bir dış politika duyarlılığı ve iradesi sergilemeye; güney sınırını güvence altına almak üzere kimselerden korkmadan, büyük bir özveriyle gerekli stratejiyi gerçekleştirmede tutarlı bir yol izlemeye başlayıncaya kadar…
Peki şimdi ne gerekiyor?
Şimdi gereken ise, Türkiye’nin yeni hikâyesini anlatmaya başlamasıdır… Hem içeride hem dışarıda… Hem dosta hem düşmana… Türkiye’nin ekonomisini ve finansal yapısını her türden ekonomik ve finansal enstrümanlar dışında, algıları Türkiye aleyhine yöneterek bizi köşeye sıkıştırmak isteyenlere ve onların ülke içindeki ‘iş ortaklarına’ verilecek en doğru yanıt, Türkiye’nin yeni hikâyesini her platformda anlatmasıdır.
Ne yapılacağı bellidir. Ve tabii ki problem ‘nasıl yapılacağı’ndadır…
Bu sorunun pratiğe ışık tutan yanıtı da bellidir aslında… Türkiye’de içeriye ve dışarıya doğru iletişim yapan (yapması gereken) bakanlıklar ve makamlar bellidir. Yapılması gereken, bunların aynı stratejik yaklaşımı uygulama konusunda merkezi otorite çerçevesinde koordine edilmesi ve yönetilmesidir… Bu şekilde sadece ortak güç oluşturmakla kalınmayacak, aynı zamanda insan, zaman ve para kaynakları çok daha tasarruflu kullanılacaktır…
Peki bu yapılabilmekte midir?... Hayır, yapılamamaktadır… Elbette, görebildiğimiz kadarıyla, sorunların ve nedenleri devlet ricali tarafından da bilinmektei ve uygulamaya geçebilmenin gereği olan bürokratik engelleri ortadan kaldıracak yasal düzenlemelerin yapılabilmesi için 2019 beklenmektedir…
Anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye’nin hikâyesini doğru dürüst anlatabilmesinin yolu da, ülkeyi ileriye doğru taşıyacak pek çok değişim sürecinin devreye gireceği 2019 yılıyla birlikte açılacaktır.
İnsanlar marka satın alırken aslında bir hikâye satın alırlar… Coca-Cola mutluluk hikâyesi satar mesela. Ülker de öyle… Eczacıbaşı kültür, sanat, spordan, yaşam kalitesinden oluşan bir hikâyeyi pazarlamaktadır… Garanti Bankası, teknolojik üstünlüğü, Yapı Kredi ve Akbank mobil hizmet anlayışını, İsviçre mükemmeliyet duygusunu, İskandinav ülkeleri esenlik hikâyelerini rekabete karşı avantaj olarak konumlarlar…
Bir yandan anlatılan hikâye ile rekabetçi avantaj sağlama yoluna gidilirken, öte yandan rakip hakkında negatif ‘hikâyeler’ (gerekirse uydurarak) etrafa yaymak ve rakibin algısını, itibarını sarsacak bir iklim yaratmak, en sık başvurulan yollardan biridir. Kamu diplomasisi ve psikolojik harbin ana amacı da budur zaten. Biri olumlu hikâyeyi yaymak, diğeri ise olumsuz hikâyeyi anlatmak için çaba harcarlar.
2010’a kadar Türkiye’nin anlatacak mükemmel bir hikâyesi vardı. Avrupa Birliği ile tarihler alınmıştı. Ekonomi ve finans dünyası adeta bir tür balayı yaşıyordu. Türkiye ‘ye yatırım akıyordu. Zamanın Başbakanı Erdoğan Barış Nobeli için aday gösterilecekti neredeyse. Dünya basını Türkiye hikâyesini mükemmel bir performansla satın almıştı.
Sonrasında ne oldu?
Türkiye haddini aştı (!)… Millî Bağımsızlık ve ulusal çıkarlardan söz etmeye başladı. Mazlumların haklarını savunmaya kalktı. Dünya 5’ten büyüktür dedi… ABD’nin bölgede nasırına bastı. AB’ye teslim olmadı. Yalana dolana itibar etmedi. İki yüzlülerin iki yüzlülüklerini yüzlerine vurdu…
İşte o andan itibaren tüm dünyada yepyeni bir Türkiye hikâyesi yazmaya başladılar. Korku filmi gibi bir hikâye uydurdular… Balyoz, Ergenekon, 17-25 Aralık, 15 Temmuz, anlatılan hikâyenin önemli sahneleri olarak tezgâhlandılar; biri tutmayınca, diğeri…
Ekonomik baskı siyasi ablukayı, terörün desteklenmesi FETÖ’nün sırtının sıvazlanmasını arkalanmasını izledi… Batı basını ağız birliği etmiş gibi Sayın Cumhurbaşkanı üzerinden Türkiye’ye saldırı başlattı…
Batı basının eline istediği kozları bol bol veren ana muhalefet ise, Türkiye’nin tecrit edilmesine alkış tuttu…
Bu durum ne zamana kadar sürdü? Türkiye Rusya ve İran’la görüşmelere başlayıp tecrit zincirini kırmayı başaracak bir dış politika duyarlılığı ve iradesi sergilemeye; güney sınırını güvence altına almak üzere kimselerden korkmadan, büyük bir özveriyle gerekli stratejiyi gerçekleştirmede tutarlı bir yol izlemeye başlayıncaya kadar…
Peki şimdi ne gerekiyor?
Şimdi gereken ise, Türkiye’nin yeni hikâyesini anlatmaya başlamasıdır… Hem içeride hem dışarıda… Hem dosta hem düşmana… Türkiye’nin ekonomisini ve finansal yapısını her türden ekonomik ve finansal enstrümanlar dışında, algıları Türkiye aleyhine yöneterek bizi köşeye sıkıştırmak isteyenlere ve onların ülke içindeki ‘iş ortaklarına’ verilecek en doğru yanıt, Türkiye’nin yeni hikâyesini her platformda anlatmasıdır.
Ne yapılacağı bellidir. Ve tabii ki problem ‘nasıl yapılacağı’ndadır…
Bu sorunun pratiğe ışık tutan yanıtı da bellidir aslında… Türkiye’de içeriye ve dışarıya doğru iletişim yapan (yapması gereken) bakanlıklar ve makamlar bellidir. Yapılması gereken, bunların aynı stratejik yaklaşımı uygulama konusunda merkezi otorite çerçevesinde koordine edilmesi ve yönetilmesidir… Bu şekilde sadece ortak güç oluşturmakla kalınmayacak, aynı zamanda insan, zaman ve para kaynakları çok daha tasarruflu kullanılacaktır…
Peki bu yapılabilmekte midir?... Hayır, yapılamamaktadır… Elbette, görebildiğimiz kadarıyla, sorunların ve nedenleri devlet ricali tarafından da bilinmektei ve uygulamaya geçebilmenin gereği olan bürokratik engelleri ortadan kaldıracak yasal düzenlemelerin yapılabilmesi için 2019 beklenmektedir…
Anlaşıldığı kadarıyla, Türkiye’nin hikâyesini doğru dürüst anlatabilmesinin yolu da, ülkeyi ileriye doğru taşıyacak pek çok değişim sürecinin devreye gireceği 2019 yılıyla birlikte açılacaktır.