Marka demokrasiyle yönetilmez!
29 Kasım 2009 Akşam Gazetesi
Dün Güneri Cıvaoğlu da yazmış: 'Sadece devlet kademesinde bile 'Türkiye Markası' için birbirinden kopuk altı kurum var'...
İletişim sektörünün içindeki, 'zaten her şeyi bildiğini düşünen' pek çok genç uyurken cıva gibi Cıvaoğlu gidip Marka Konferansı'nı izlemiş... Biraz da morali bozulmuş... Yazısına 'Türkiye marka olarak nedir; böyle bir net tanım -ne yazık ki- hâlâ yok' diye girmiş.
Konferansta bir ümit ışığı belirmiş aslında. Türkiye'de bazı vatandaşların söylediklerini bir ecnebi söylemiş neyse ki. Belki meseleyi daha çok ciddiye alan çıkar.
'Marka dâhisi' diye pazarlanan, Enlighted Tobacco Company'nin kurucusu BJ Cunningham, konuşmasında demiş ki: 'Türkiye henüz marka olarak hak ettiği yere gelmedi. Hâlâ el yapımı, ucuz işçilik ve düşük kalite algısı yaratıyor. Marka, eskinin ağırlığı altında eğilirken, yeni ile bütünleşmekte zorlanıyor. Türkiye kendisini maalesef yeterince iyi konumlandıramıyor...
Türkiye aslında camiler ile plazaların yan yana yükseldiği önemli bir demokrasi merkezi. Ancak, algılanan hâlâ bu değil. Gerçeği algılanır hale getirebilmek için hem içsel hem de dışsal çok sayıda çalışma yapılması gerekiyor. Türkiye öncelikle kendi vizyonuna odaklanmalı. Ne olmak, nasıl bir intiba bırakmak istediği konusunda daha kararlı olmalı. Yeniden konumlandırma Türkiye için çok önemli.'
Şimdi işin can alıcı noktasını vurgulayalım: Marka demokratik bir şekilde yönetilmez! Bu sözüm doğrudan Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a ve/veya Kültür ve Turizm Bakanı'na... Hangisi üstüne alınırsa ona!...
Vizyon demokratik bir şekilde konmaz. Tepeden inme konur. Türkiye Cumhuriyeti'nin vizyonu nasıl konmuştur biraz hatırlanmasında yarar vardır...
Şirketler kurulurken ne misyonları oylamayla belirlenir, ne de vizyonları...
Marka da bir vizyon meselesidir. Onun için çok sesli bir şekilde yönetilemez. En fazla Devlet Başkanı ve/veya Başbakan hükümet ve teknokratlarla 'istişare' eder, sonra da birini yetki ve sorumlulukla donatır ve sonunda hesap sorar...
Yöneticilik demokratik olmak durumundadır, ancak liderlik demokrasiyle yürümez.
Olmazsa ne olur? Olmazsa, 'Türkiye'nin yüzü Sivaslı Cindy mi olsun bir başkası mı olsun?' diye tartışır dururuz. Önce 'Bakan Sivaslı'yı onayladı!' diye yazarız. Sonra da 'Hayır Bakan onaylamamış, Cindy ajansların önerdiklerinden sadece biriymiş' diye yalanlama koyarız...
Ya da Sisi lakaplı Seyhan Soylu'nun 'Cumhuriyet Kadınları Defilesi'nin Türkiye'nin hangi marka vaadi ve değeri içinde ele alınması gerektiğini ciddi ciddi konuşuruz...
Millî Kültür Politikası ve Millî Değerler Manzumesi konusunda ulusal mutabakat sağlanmadıkça; ülkenin rekabetçi avantajını nereye odaklamamız gerektiğine karar verecek iradeyi göstermedikçe; tüm taşıyıcı, etkileyici ve üretici iletişim birimleri arasında -altını çizerek söylüyorum- 'emir komuta zinciri içinde ve emirle' koordinasyon sağlamadıkça, biz ülke markamızı ne oluşturabilir ne de yönetebiliriz. Yapacağımız tek şey vardır, diğer markaların bizi nasıl yönettiklerini seyretmek...
Dün Güneri Cıvaoğlu da yazmış: 'Sadece devlet kademesinde bile 'Türkiye Markası' için birbirinden kopuk altı kurum var'...
İletişim sektörünün içindeki, 'zaten her şeyi bildiğini düşünen' pek çok genç uyurken cıva gibi Cıvaoğlu gidip Marka Konferansı'nı izlemiş... Biraz da morali bozulmuş... Yazısına 'Türkiye marka olarak nedir; böyle bir net tanım -ne yazık ki- hâlâ yok' diye girmiş.
Konferansta bir ümit ışığı belirmiş aslında. Türkiye'de bazı vatandaşların söylediklerini bir ecnebi söylemiş neyse ki. Belki meseleyi daha çok ciddiye alan çıkar.
'Marka dâhisi' diye pazarlanan, Enlighted Tobacco Company'nin kurucusu BJ Cunningham, konuşmasında demiş ki: 'Türkiye henüz marka olarak hak ettiği yere gelmedi. Hâlâ el yapımı, ucuz işçilik ve düşük kalite algısı yaratıyor. Marka, eskinin ağırlığı altında eğilirken, yeni ile bütünleşmekte zorlanıyor. Türkiye kendisini maalesef yeterince iyi konumlandıramıyor...
Türkiye aslında camiler ile plazaların yan yana yükseldiği önemli bir demokrasi merkezi. Ancak, algılanan hâlâ bu değil. Gerçeği algılanır hale getirebilmek için hem içsel hem de dışsal çok sayıda çalışma yapılması gerekiyor. Türkiye öncelikle kendi vizyonuna odaklanmalı. Ne olmak, nasıl bir intiba bırakmak istediği konusunda daha kararlı olmalı. Yeniden konumlandırma Türkiye için çok önemli.'
Şimdi işin can alıcı noktasını vurgulayalım: Marka demokratik bir şekilde yönetilmez! Bu sözüm doğrudan Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a ve/veya Kültür ve Turizm Bakanı'na... Hangisi üstüne alınırsa ona!...
Vizyon demokratik bir şekilde konmaz. Tepeden inme konur. Türkiye Cumhuriyeti'nin vizyonu nasıl konmuştur biraz hatırlanmasında yarar vardır...
Şirketler kurulurken ne misyonları oylamayla belirlenir, ne de vizyonları...
Marka da bir vizyon meselesidir. Onun için çok sesli bir şekilde yönetilemez. En fazla Devlet Başkanı ve/veya Başbakan hükümet ve teknokratlarla 'istişare' eder, sonra da birini yetki ve sorumlulukla donatır ve sonunda hesap sorar...
Yöneticilik demokratik olmak durumundadır, ancak liderlik demokrasiyle yürümez.
Olmazsa ne olur? Olmazsa, 'Türkiye'nin yüzü Sivaslı Cindy mi olsun bir başkası mı olsun?' diye tartışır dururuz. Önce 'Bakan Sivaslı'yı onayladı!' diye yazarız. Sonra da 'Hayır Bakan onaylamamış, Cindy ajansların önerdiklerinden sadece biriymiş' diye yalanlama koyarız...
Ya da Sisi lakaplı Seyhan Soylu'nun 'Cumhuriyet Kadınları Defilesi'nin Türkiye'nin hangi marka vaadi ve değeri içinde ele alınması gerektiğini ciddi ciddi konuşuruz...
Millî Kültür Politikası ve Millî Değerler Manzumesi konusunda ulusal mutabakat sağlanmadıkça; ülkenin rekabetçi avantajını nereye odaklamamız gerektiğine karar verecek iradeyi göstermedikçe; tüm taşıyıcı, etkileyici ve üretici iletişim birimleri arasında -altını çizerek söylüyorum- 'emir komuta zinciri içinde ve emirle' koordinasyon sağlamadıkça, biz ülke markamızı ne oluşturabilir ne de yönetebiliriz. Yapacağımız tek şey vardır, diğer markaların bizi nasıl yönettiklerini seyretmek...