Markama iyi bakın lütfen!
01 Aralık 2006
Yıl 1970. İsviçre’de bitmeyen öğrencilik yıllarım sürmekte. Hem benzincide çalışıyorum. Hem bursluyum. Hem de eşimin ailesi para gönderiyor. Krallar gibiyiz anlayacağınız. Rahat bir tarafımıza batıp solculuk yapmasak Avrupa’nın altını üstünü getireceğiz... Bern yakınlarında Neuenegg’de oturuyoruz. Altımızda bir tane Vespa 120 var; bir de Mini Austin... Rolls Royce’a binsem bu kadar havamız olmayacak. Tam o sırada Michael Caine’in başrolünü oynadığı, soygundan sonra Mini’lerle kaçtıkları “The Italian Job” gişe rekorları kırmakta... Minimizle üniversitenin civarında turlarken, sanki herkes bize bakıyordu... Yani o zamanlar tipik miniciydim.
2001 yılında BMW'nin çatısı altında bağımsız bir marka olarak yeniden yaratılan, dünya çapında 60’lı yılların simgesi haline gelmiş Mini Cooper şimdilerde Türkiye’de de hayli popüler. Gördükçe içim cız ediyor. Yaş kemale ermiş. İstesek de binemiyoruz ki...
Otomotiv gibi rekabetin yoğun olduğu, Çin istilasına uğramamak için kılı kırk yaran bir sektörde kendine özgü bir tarzı, kültüründen uzak yerlere yerleştirmek bir başarıdır. BMW’yi 20 yıldır statü sembolü olarak konumlayan Borusan Otomotiv, Mini operasyonunda da sınıfı geçiyor. Çevremdeki Mini kullananların önemli kısmı, benim gibi ateşli bir marka savunucusu. Hem iş hem de özel merakım nedeniyle uzun yıllardır otomotiv sektörünü yakından takip ediyorum; Mini kadar markasını sahiplenen otomobil kullanıcılarını bir tek Alfa Romeo’da gördüm. Hatta tanımadığı halde sırf Mini Cooper kullandığı için birbirine selam veren sürücülere bile tanık oldum.
Gel gelelim Borusancıların Mini için verdikleri son gazete ilanıyla bu bağımlılığı nasıl tehlikeye attıklarını görmek için uzman olmak gerekmiyor. İlana diyecek lafım yok. Siyah zemine yerleştirilmiş havada uçuşan Mini amblemli jantlarla onca “tuzluk gibi” otomobil reklamları içinde farklıklaşmayı başarıyor. Ama dananın kuyruğu ilanın alt tarafındaki yazıları okuyunca kopuyor. “Artık geri kalanını da satın alabilirsin. Mini Cooper 88 Euro taksitle”...
Son derece basit olan bu cümlenin altında ne fırtınalar kopuyor. İlanı görüp de “Ne kadar güzel, herkes yaklaşık 140 YTL taksitle hayallerinin arabasına sahip olacak” diye düşünüyorsanız, yalnız değilsiniz. Borusancılar da böyle düşünmüş olacaklar ki, ulaşılması zor olan aracı sürüme çıkarmışlar. Ancak bu kampanya, yıllarca bin bir emek ve zahmetle kurulan Mini bağımlılığını yerle bir etmeye namzet. Mini Cooper’ın bu kadar popüler olmasının altında ona ulaşmanın kolay olmaması ve Mini kültürünü sahiplenmek yatar. Kendisinden statü ve gelir seviyesi açısından birkaç kademe daha düşük olan biriyle aynı marka otomobili hatta daha eski modelini kullanmak gerçek Minicileri markadan öyle bir soğutabilir ki, kısa sürede iş işten geçebilir. Mini ekonomik bir arabadır ama algılanması hiçbir zaman “sıradan” olmamıştır. Borusancılar aman dikkat. Markama iyi bakın lütfen...
Nissan bulmaca çözdürüyor
Bu sayıda otomotivden gidiyoruz. Görünen o ki bir yandan Autoshow rüzgarı, diğer yandan 2007 modellerin yola çıkması otomotiv firmalarının Mayıs’taki dalgalanmadan yedikleri darbeyi atlatmasına yardımcı oldu.
Satış kadar satış sonrası servisin de önemini fark eden Nissan, ağırlığını bu konuya vermeye çalışmış. İyi de yapıyor. Satın almak için showrooma bir kez giden müşteri servise en az 5 kez gider. Marka bağımlılığı da servisin kalitesi ve zamanında müdahale ile yaratılır. Nissancılar bu denklemi çözmesine çözmüşler de verdikleri basın ilanında tüketiciye bulmaca çözdürmekten kendilerini alamamışlar.
“Nissan servisleri kışa hazır” başlıklı ilan çok çarpıcı. Servis çalışanı pembe kulaklığı ve fuşya atkısı ile “hop bir dakika ne oluyor” dedirtiyor. Bir tür ‘stoper’ yani...
Altta da Nissan servisine gitmeniz halinde size sağlayacağı avantajları belirten anonslar var. Ücretsiz check-up, bakımda yüzde 20, servis işçiliğinde yüzde 30 indirim imkânı, vs.
Yarım sayfa ilanda, ömrü boyunca o renk bir nesne taşımayacağından emin olduğumuz bu çalışanın halinden çok memnun olmasını ancak ilana 12. bakışımızda anladık. Ne zaman ki ilanın sağ üst köşesinde minyatür puntolarla yazılı “Bir çok şeyi değiştirir” sloganını fark ettik o zaman ilan anlamlı hale geldi. İlana bakma süresinin en fazla 7 saniye olduğu düşünülürse, kim bir kampanya anonsunu anlamak için dakikalar ayıracak da o minik yazıyı görebilecek.
Basın ilanlarının olmazsa olmazı, tüm bilgileri yalın bir şekilde ve hedef kitlenin rahatlıkla anlayacağı şekilde vermek olmalıdır. Nissan ise bu temel kurala uymayarak adeta bulmaca çözdürüyor.
İnovasyonda altın madalya bu siteye
Şu aralar iş dünyasında moda kelime inovasyon. İnovasyonla yatılıp inovasyonla kalkılıyor. Cirosu milyonlarca dolar olan şirketlerin fark yaratmak için yaptığı yenilikçi girişimler derhal inovasyon kategorisine alınıyor ve firmaya itibar kazandırıyor. Türkçe’de buluşçuluk ya da yenilikçilik olarak kabul gören ‘inovasyona’ yapılacak en büyük haksızlık ise onu ‘yaratıcılıkla’ bir tutmaktır.
İşte size inovasyon için müthiş bir örnek. “Hayalinizdeki işi test edin” mesajı ile yola çıkan www.vocationvacations.com sitesi, üniversitede iletişim uygulamaları derslerinde okutulacak kadar başarılı bir proje. Özellikle çevremdeki beyaz yakalılardan “Üstadım malı mülkü satacağım, gideceğim güneye bir restoran açacağım”, “Ben de hep şarapçılık yapmak isterdim ama bu iş-güç varken nasıl olacak” yakınmalarını çok duyarım. Son zamanlarda gördüğüm en iyi fikirlerden biri olan bu proje sayesinde kişi hem hayalini kurduğu işi kısa süreli da olsa yapma imkânına sahip oluyor hem de asıl işinin aksamadan sürmesini sağlıyor. Böylece boş ve geçici hayallerle mi uğraşıyor yoksa talebinin temel var mı, deneyerek anlama fırsatı buluyor...
ABD’de 19 eyalette ve İngiltere’de faaliyet gösteren Vocation Vacations’ın dünyasına girmek çok kolay. Firmanın internet sitesine girip çiçekçilik, bağcılık, hayvanat bahçesinde bakıcılık, araba tamirciliği, fotoğrafçılık gibi yüzlerce meslekten kendinize uygun işi seçiyorsunuz. Çalışma süresi 2 gün ile 2 hafta arasında değişen bu işler sayesinde hem yeni bir dünya keşfediyor hem de şimdiki işinizi asıl yapmak istediğiniz işle geçici olarak değiş tokuş yapabiliyorsunuz.
Şirketin kurucusu Brian Kurth, “yetişkin stajyerler” yetiştirme fikri hakkında şunları söylüyor: “Amacımız mesleğinde belli bir yere gelmiş kişilere yeni iş alanlarında tecrübe kazandırmak. Bu paket sayesinde A’dan Z’ye pek çok iş dalında deneyim kazanmak mümkün... Film yapımcılığından animatörlüğe, peynir üreticiliğinden tekne yapımcılığına, makyözlükten köpek bakıcılığına kadar hizmet veriyoruz.”
Siteyi gören herkes aşağı yukarı aynı yorumu yapıyormuş: Tüh, benim de aklımda böyle bir şey vardı...
İşte inovasyonun, yaratıcılıktan en büyük farkı da bu. Herkesin bildiği ya da düşlediği gerçekleri birleştirip bir proje halinde sunan ve onu ilk akıl edip güncel hale getiren, rekabetin yoğun olduğu günümüz dünyasında bir adım öne çıkıyor.
Türkiye’den böyle marka çıkmaz
Türk Patent Enstitüsü çok doğru işler yapıyor. Türkiye’de fikri üretimi ve inovasyonu desteklemek adına da ödüller dağıtıyor. Diğer dallarda verdikleri ödülleri tartışmak benim haddime değil. Fakat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı, sihirbaz bir hanımın çeşitli numaralar yaptığı ödül töreninde dağıtılan Marka Ödülleri’ne takmak da benim işim...
Biz istediğimiz kadar Türkiye’de doğru dürüst marka yoktur, diye tepinelim: Türkiye’de TPE tarafından marka oldukları resmen tescillenmiş (!) ve hatta ödüllerle donatılmış olan markalar şöyle sıralanıyor: Anadolu Ajansı, Hürriyet, Sabah, NTV, Kanal 7 Haber, TRT, Vestel, Arçelik, Ülker, Gıda SA, Turkcell, KC Grup, Damat – Tween, Teskomb, Turquality... Bir tek Cem Yılmaz’da ve TÜBİTAK’a verilen Türk Patent Enstitüsü (TPE) Özel Ödülü’nde gerekçe var. Marka ödülü Cem Yılmaz’a, “Tescilli imzası ve başarılı çalışmaları ile adını markalaştırması nedeniyle” verilmiş... TPE özel ödülü ise TÜBİTAK’a, “Patent teşvikleri ile ilgili destekleri ve işbirliği” nedeniyle takdim edilmiş...
Listeye bakan ve marka konusunda bir iki bir şey okumuş herkes ilk bakışta en azından şöyle bir tespit yapacaktır: “Şu TEP’cilerin kafası iyice karışmış...” Çünkü yukarıdaki listede yer alan iyi niyetli pek çok ünlü kişi ve kurumun marka meselesi ile hiç alakası yoktur. TEP’çiler de, fikir, isim, logo, amblem tescil etmekle, ülkenin marka meselesinin paralel hareket ettiğini düşünmekten vaz geçmeliler... Kapitalizmin bu en sofitike ürününe biraz daha saygı duyarlarsa belki Türkiye’den sıkı markalar çıkacaktır... Böyle değil...
2001 yılında BMW'nin çatısı altında bağımsız bir marka olarak yeniden yaratılan, dünya çapında 60’lı yılların simgesi haline gelmiş Mini Cooper şimdilerde Türkiye’de de hayli popüler. Gördükçe içim cız ediyor. Yaş kemale ermiş. İstesek de binemiyoruz ki...
Otomotiv gibi rekabetin yoğun olduğu, Çin istilasına uğramamak için kılı kırk yaran bir sektörde kendine özgü bir tarzı, kültüründen uzak yerlere yerleştirmek bir başarıdır. BMW’yi 20 yıldır statü sembolü olarak konumlayan Borusan Otomotiv, Mini operasyonunda da sınıfı geçiyor. Çevremdeki Mini kullananların önemli kısmı, benim gibi ateşli bir marka savunucusu. Hem iş hem de özel merakım nedeniyle uzun yıllardır otomotiv sektörünü yakından takip ediyorum; Mini kadar markasını sahiplenen otomobil kullanıcılarını bir tek Alfa Romeo’da gördüm. Hatta tanımadığı halde sırf Mini Cooper kullandığı için birbirine selam veren sürücülere bile tanık oldum.
Gel gelelim Borusancıların Mini için verdikleri son gazete ilanıyla bu bağımlılığı nasıl tehlikeye attıklarını görmek için uzman olmak gerekmiyor. İlana diyecek lafım yok. Siyah zemine yerleştirilmiş havada uçuşan Mini amblemli jantlarla onca “tuzluk gibi” otomobil reklamları içinde farklıklaşmayı başarıyor. Ama dananın kuyruğu ilanın alt tarafındaki yazıları okuyunca kopuyor. “Artık geri kalanını da satın alabilirsin. Mini Cooper 88 Euro taksitle”...
Son derece basit olan bu cümlenin altında ne fırtınalar kopuyor. İlanı görüp de “Ne kadar güzel, herkes yaklaşık 140 YTL taksitle hayallerinin arabasına sahip olacak” diye düşünüyorsanız, yalnız değilsiniz. Borusancılar da böyle düşünmüş olacaklar ki, ulaşılması zor olan aracı sürüme çıkarmışlar. Ancak bu kampanya, yıllarca bin bir emek ve zahmetle kurulan Mini bağımlılığını yerle bir etmeye namzet. Mini Cooper’ın bu kadar popüler olmasının altında ona ulaşmanın kolay olmaması ve Mini kültürünü sahiplenmek yatar. Kendisinden statü ve gelir seviyesi açısından birkaç kademe daha düşük olan biriyle aynı marka otomobili hatta daha eski modelini kullanmak gerçek Minicileri markadan öyle bir soğutabilir ki, kısa sürede iş işten geçebilir. Mini ekonomik bir arabadır ama algılanması hiçbir zaman “sıradan” olmamıştır. Borusancılar aman dikkat. Markama iyi bakın lütfen...
Nissan bulmaca çözdürüyor
Bu sayıda otomotivden gidiyoruz. Görünen o ki bir yandan Autoshow rüzgarı, diğer yandan 2007 modellerin yola çıkması otomotiv firmalarının Mayıs’taki dalgalanmadan yedikleri darbeyi atlatmasına yardımcı oldu.
Satış kadar satış sonrası servisin de önemini fark eden Nissan, ağırlığını bu konuya vermeye çalışmış. İyi de yapıyor. Satın almak için showrooma bir kez giden müşteri servise en az 5 kez gider. Marka bağımlılığı da servisin kalitesi ve zamanında müdahale ile yaratılır. Nissancılar bu denklemi çözmesine çözmüşler de verdikleri basın ilanında tüketiciye bulmaca çözdürmekten kendilerini alamamışlar.
“Nissan servisleri kışa hazır” başlıklı ilan çok çarpıcı. Servis çalışanı pembe kulaklığı ve fuşya atkısı ile “hop bir dakika ne oluyor” dedirtiyor. Bir tür ‘stoper’ yani...
Altta da Nissan servisine gitmeniz halinde size sağlayacağı avantajları belirten anonslar var. Ücretsiz check-up, bakımda yüzde 20, servis işçiliğinde yüzde 30 indirim imkânı, vs.
Yarım sayfa ilanda, ömrü boyunca o renk bir nesne taşımayacağından emin olduğumuz bu çalışanın halinden çok memnun olmasını ancak ilana 12. bakışımızda anladık. Ne zaman ki ilanın sağ üst köşesinde minyatür puntolarla yazılı “Bir çok şeyi değiştirir” sloganını fark ettik o zaman ilan anlamlı hale geldi. İlana bakma süresinin en fazla 7 saniye olduğu düşünülürse, kim bir kampanya anonsunu anlamak için dakikalar ayıracak da o minik yazıyı görebilecek.
Basın ilanlarının olmazsa olmazı, tüm bilgileri yalın bir şekilde ve hedef kitlenin rahatlıkla anlayacağı şekilde vermek olmalıdır. Nissan ise bu temel kurala uymayarak adeta bulmaca çözdürüyor.
İnovasyonda altın madalya bu siteye
Şu aralar iş dünyasında moda kelime inovasyon. İnovasyonla yatılıp inovasyonla kalkılıyor. Cirosu milyonlarca dolar olan şirketlerin fark yaratmak için yaptığı yenilikçi girişimler derhal inovasyon kategorisine alınıyor ve firmaya itibar kazandırıyor. Türkçe’de buluşçuluk ya da yenilikçilik olarak kabul gören ‘inovasyona’ yapılacak en büyük haksızlık ise onu ‘yaratıcılıkla’ bir tutmaktır.
İşte size inovasyon için müthiş bir örnek. “Hayalinizdeki işi test edin” mesajı ile yola çıkan www.vocationvacations.com sitesi, üniversitede iletişim uygulamaları derslerinde okutulacak kadar başarılı bir proje. Özellikle çevremdeki beyaz yakalılardan “Üstadım malı mülkü satacağım, gideceğim güneye bir restoran açacağım”, “Ben de hep şarapçılık yapmak isterdim ama bu iş-güç varken nasıl olacak” yakınmalarını çok duyarım. Son zamanlarda gördüğüm en iyi fikirlerden biri olan bu proje sayesinde kişi hem hayalini kurduğu işi kısa süreli da olsa yapma imkânına sahip oluyor hem de asıl işinin aksamadan sürmesini sağlıyor. Böylece boş ve geçici hayallerle mi uğraşıyor yoksa talebinin temel var mı, deneyerek anlama fırsatı buluyor...
ABD’de 19 eyalette ve İngiltere’de faaliyet gösteren Vocation Vacations’ın dünyasına girmek çok kolay. Firmanın internet sitesine girip çiçekçilik, bağcılık, hayvanat bahçesinde bakıcılık, araba tamirciliği, fotoğrafçılık gibi yüzlerce meslekten kendinize uygun işi seçiyorsunuz. Çalışma süresi 2 gün ile 2 hafta arasında değişen bu işler sayesinde hem yeni bir dünya keşfediyor hem de şimdiki işinizi asıl yapmak istediğiniz işle geçici olarak değiş tokuş yapabiliyorsunuz.
Şirketin kurucusu Brian Kurth, “yetişkin stajyerler” yetiştirme fikri hakkında şunları söylüyor: “Amacımız mesleğinde belli bir yere gelmiş kişilere yeni iş alanlarında tecrübe kazandırmak. Bu paket sayesinde A’dan Z’ye pek çok iş dalında deneyim kazanmak mümkün... Film yapımcılığından animatörlüğe, peynir üreticiliğinden tekne yapımcılığına, makyözlükten köpek bakıcılığına kadar hizmet veriyoruz.”
Siteyi gören herkes aşağı yukarı aynı yorumu yapıyormuş: Tüh, benim de aklımda böyle bir şey vardı...
İşte inovasyonun, yaratıcılıktan en büyük farkı da bu. Herkesin bildiği ya da düşlediği gerçekleri birleştirip bir proje halinde sunan ve onu ilk akıl edip güncel hale getiren, rekabetin yoğun olduğu günümüz dünyasında bir adım öne çıkıyor.
Türkiye’den böyle marka çıkmaz
Türk Patent Enstitüsü çok doğru işler yapıyor. Türkiye’de fikri üretimi ve inovasyonu desteklemek adına da ödüller dağıtıyor. Diğer dallarda verdikleri ödülleri tartışmak benim haddime değil. Fakat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı, sihirbaz bir hanımın çeşitli numaralar yaptığı ödül töreninde dağıtılan Marka Ödülleri’ne takmak da benim işim...
Biz istediğimiz kadar Türkiye’de doğru dürüst marka yoktur, diye tepinelim: Türkiye’de TPE tarafından marka oldukları resmen tescillenmiş (!) ve hatta ödüllerle donatılmış olan markalar şöyle sıralanıyor: Anadolu Ajansı, Hürriyet, Sabah, NTV, Kanal 7 Haber, TRT, Vestel, Arçelik, Ülker, Gıda SA, Turkcell, KC Grup, Damat – Tween, Teskomb, Turquality... Bir tek Cem Yılmaz’da ve TÜBİTAK’a verilen Türk Patent Enstitüsü (TPE) Özel Ödülü’nde gerekçe var. Marka ödülü Cem Yılmaz’a, “Tescilli imzası ve başarılı çalışmaları ile adını markalaştırması nedeniyle” verilmiş... TPE özel ödülü ise TÜBİTAK’a, “Patent teşvikleri ile ilgili destekleri ve işbirliği” nedeniyle takdim edilmiş...
Listeye bakan ve marka konusunda bir iki bir şey okumuş herkes ilk bakışta en azından şöyle bir tespit yapacaktır: “Şu TEP’cilerin kafası iyice karışmış...” Çünkü yukarıdaki listede yer alan iyi niyetli pek çok ünlü kişi ve kurumun marka meselesi ile hiç alakası yoktur. TEP’çiler de, fikir, isim, logo, amblem tescil etmekle, ülkenin marka meselesinin paralel hareket ettiğini düşünmekten vaz geçmeliler... Kapitalizmin bu en sofitike ürününe biraz daha saygı duyarlarsa belki Türkiye’den sıkı markalar çıkacaktır... Böyle değil...