Marksistler 11 Eylül’ü görmüştü (!)...
11 EYLÜL 2011
Bugün 11 Eylül… Amerikalılar 9/11 diyorlar diye, bizimkiler de 9/11 deyip durdular, ama nafile… Bizim millet yemedi… Biz kısaltmalarla düşünemiyoruz. TBMM’de bile zorlanmışızdır. En kısaltılmış haliyle “Meclis” deriz mesela…
Aziz Nesin’in Zübük’ünde küçük çocuğun TBMM’yi “Tıbımım” diye okumaya çalışmasını hatırladıkça, hâlâ gülerim… Toplumsal bir özelliğimizi ne kadar iyi anlatır…
İster kısa ister uzun yazın 11 Eylül’de çöken ikiz kuleler, ABD, dolayısıyla insanlık tarihinde önemli bir kırılma noktasının simgesi oldu. ABD’nin en övündüğü (Bkz. Hollywood filmlerinin %90’ı), en kuvvetli yanı olarak ortaya koyduğu güvenlik sistemi ilk defa ciddi çökme sinyali veriyordu… İlk iki işaret, Vietnam ve Afganistan’dan gelmişti…
Dev, artık kırılgan (fragile) bir hal almıştı. Çeşitli ‘Dip’lerle süren 2008 krizi ikinci kırılma noktasına işaret etti… O sağlam finans sistemi kırıldı; kırılmaya devam ediyor… ‘Guru’lar iflas etti, ABD entelijansiyası “kuyruğunu tramvay çiğnemiş aslanlara” döndü… Konuşana “Enron” dediler; “Etik kod” meraklılarına “Arthur Andersen”ı hatırlattılar; ukalalık edene “Lehman Brothers”ı anlattılar; sınırsız kapitalizmin nimetlerinden dem vuranlara “Morgage krizini” gösterdiler…
Üçüncü kırılma ise Wikileaks’le geldi… Bu kez de o sarsılmaz istihbarat sisteminin yerlerde süründüğü ortaya çıktı…
Durumu geçenlerde CNN TÜRK Ekonomi Müdürü Emin Çapa, Mesut Yar’ın programında özetledi: Batılı Beyaz Hıristiyan Adamın (dilerseniz BBHA diye kısaltabilirsiniz) 300 yıllık efsanevi iktidarı çöküyor… O çöküşün geleceğini Marksistler yıllar öncesinden görmüşlerdi… Bir farkla… Onlara göre kapitalizmin çöküşü proletaryanın elinden olacaktı; inançsızlık ve maneviyat yoksunluğu yüzünden değil…
‘Tez’ yoksa siyaset de yok, demektir
Dünya Görüşü, hayata baktığınız pencerenin size sunduğu gerçeklikleri doğru değerlendirebilme sanatıyla derinlik kazanır ve vizyonunuzun genişliği ölçüsünde sizi zamana ve mekâna karşı güçlü kılar.
Tıpkı trafik kuralları gibi uzun zamanlar içinde büyük tecrübelerle oluşturulan “kırmızı çizgilerinizle” yol alır ve zamanla bu çizgilerle de yüzleşme ihtiyacı duyup kendinize yeni “sınırlar” ve yeni “ufuklar” icat edersiniz. Liderlik, ufuklara uygun sınır ihlallerini gerekli gördüğünde konjonktür sizi ya engelleyecek ya da önünüzü açacaktır.
Ak Parti, ekonomik ve siyasi konjonktür tarafından yolların açıldığı ve dünya görüşüyle vizyonu arasındaki doğru bileşimi yakalama başarısını gösteren liderlik gücüyle geleceğe doğru yürürken, CHP ve MHP’nin hem konjonktür hem dünya görüşü hem de liderlik anlamında talihsiz bir dönemden geçtiklerini görüyoruz. Uluslar arası konjonktür açısından bakıldığında BDP’nin de bu dönemde iktidarın gölgesinde kalacağı yolunda bir tahminde bulunabiliriz.
Ülkücü gençlere sosyal yaşamlarından, siyasi davranışlarına kadar pek çok konuda “Kavgalardan uzak durun; sizin yeriniz sokaklar değil, kütüphanelerdir” diyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, bu yatıştırıcı yaklaşımının ardında neyin yattığını sormak gerek. MHP’nin, 1980 öncesindeki konjonktür gereği bir numaralı hedefi (düşmanı) olan “komünizm”le, günümüzün “PKK” hareketini eşdeğer görmediği ve bugün “hedefleri” konusunda bir netlik ayarı yapamadıklarını söylemek mümkün.
Siyasette, hedefsiz bir dünya görüşünün anlamı olabilir mi?
Ak Parti, 2023’ün Büyük Türkiyesi’ne odaklanmışken, diğer partilerin bir numaralı sorunlarının uluslar arası, yerel, ekonomik ve siyasi konjonktürü, dünya görüşlerinin ışığında yeniden ve ısrarla doğru değerlendirmeye ihtiyaçlarının olduğu apaçık bir gerçek değil mi? Sadece Ak Parti’ye anti-tez oluşturmakla bu siyaset gemisinin yürümesi mümkün müdür?
Konjonktürü idrak edemeyenin liderlik gücü yerinde sayacağı için geride kalacaktır.
Türkiye’de olup biten, konjonktürü 3D tekniğiyle takip edenlerle, yakışmıyor diye gözlük takmak istemeyen muhteris miyopların farklı dillerde konuşup anlaşamamasının hikâyesidir.
Reklamın kötüsü olmaz diyenlere…
22 Temmuz’da 77 kişiyi katleden Norveçli katil Breivik’in timsah logolu markaya olan merakı, Lacoste’u rahatsız etmiş. Firmadan, Oslo Emniyeti’ne gönderilen mektupta, “Breivik’in Lacoste markalı herhangi bir ürününü giymemesi” talep edilmiş.
“Reklamın kötüsü olmaz” diyenlerin dikkatine sunulur… Lacoste, “Kötünün yaptığı reklam”la mutabık değil… “Yeter ki amblemimiz orada burada görünsün!” dememiş… Hani “Gazetede haber olalım…”, “Bu yeterli değil daha büyük haber olalım” diye tepinenler de buradan bir ders alabilirler belki… Fazla ve büyük değil, iş hedefine uygun iletişim, meselesini tartışmak için, daha iyi bir örnek olamazdı…
Markanın vaadi ile taşıyıcının vaadi uyum içinde olmalı. Kural bu… Breivik olayında vaatler pek tutmamış galiba (!) … Yoksa Lacoste neden isyan etsin ki…
Aziz Nesin’in Zübük’ünde küçük çocuğun TBMM’yi “Tıbımım” diye okumaya çalışmasını hatırladıkça, hâlâ gülerim… Toplumsal bir özelliğimizi ne kadar iyi anlatır…
İster kısa ister uzun yazın 11 Eylül’de çöken ikiz kuleler, ABD, dolayısıyla insanlık tarihinde önemli bir kırılma noktasının simgesi oldu. ABD’nin en övündüğü (Bkz. Hollywood filmlerinin %90’ı), en kuvvetli yanı olarak ortaya koyduğu güvenlik sistemi ilk defa ciddi çökme sinyali veriyordu… İlk iki işaret, Vietnam ve Afganistan’dan gelmişti…
Dev, artık kırılgan (fragile) bir hal almıştı. Çeşitli ‘Dip’lerle süren 2008 krizi ikinci kırılma noktasına işaret etti… O sağlam finans sistemi kırıldı; kırılmaya devam ediyor… ‘Guru’lar iflas etti, ABD entelijansiyası “kuyruğunu tramvay çiğnemiş aslanlara” döndü… Konuşana “Enron” dediler; “Etik kod” meraklılarına “Arthur Andersen”ı hatırlattılar; ukalalık edene “Lehman Brothers”ı anlattılar; sınırsız kapitalizmin nimetlerinden dem vuranlara “Morgage krizini” gösterdiler…
Üçüncü kırılma ise Wikileaks’le geldi… Bu kez de o sarsılmaz istihbarat sisteminin yerlerde süründüğü ortaya çıktı…
Durumu geçenlerde CNN TÜRK Ekonomi Müdürü Emin Çapa, Mesut Yar’ın programında özetledi: Batılı Beyaz Hıristiyan Adamın (dilerseniz BBHA diye kısaltabilirsiniz) 300 yıllık efsanevi iktidarı çöküyor… O çöküşün geleceğini Marksistler yıllar öncesinden görmüşlerdi… Bir farkla… Onlara göre kapitalizmin çöküşü proletaryanın elinden olacaktı; inançsızlık ve maneviyat yoksunluğu yüzünden değil…
‘Tez’ yoksa siyaset de yok, demektir
Dünya Görüşü, hayata baktığınız pencerenin size sunduğu gerçeklikleri doğru değerlendirebilme sanatıyla derinlik kazanır ve vizyonunuzun genişliği ölçüsünde sizi zamana ve mekâna karşı güçlü kılar.
Tıpkı trafik kuralları gibi uzun zamanlar içinde büyük tecrübelerle oluşturulan “kırmızı çizgilerinizle” yol alır ve zamanla bu çizgilerle de yüzleşme ihtiyacı duyup kendinize yeni “sınırlar” ve yeni “ufuklar” icat edersiniz. Liderlik, ufuklara uygun sınır ihlallerini gerekli gördüğünde konjonktür sizi ya engelleyecek ya da önünüzü açacaktır.
Ak Parti, ekonomik ve siyasi konjonktür tarafından yolların açıldığı ve dünya görüşüyle vizyonu arasındaki doğru bileşimi yakalama başarısını gösteren liderlik gücüyle geleceğe doğru yürürken, CHP ve MHP’nin hem konjonktür hem dünya görüşü hem de liderlik anlamında talihsiz bir dönemden geçtiklerini görüyoruz. Uluslar arası konjonktür açısından bakıldığında BDP’nin de bu dönemde iktidarın gölgesinde kalacağı yolunda bir tahminde bulunabiliriz.
Ülkücü gençlere sosyal yaşamlarından, siyasi davranışlarına kadar pek çok konuda “Kavgalardan uzak durun; sizin yeriniz sokaklar değil, kütüphanelerdir” diyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, bu yatıştırıcı yaklaşımının ardında neyin yattığını sormak gerek. MHP’nin, 1980 öncesindeki konjonktür gereği bir numaralı hedefi (düşmanı) olan “komünizm”le, günümüzün “PKK” hareketini eşdeğer görmediği ve bugün “hedefleri” konusunda bir netlik ayarı yapamadıklarını söylemek mümkün.
Siyasette, hedefsiz bir dünya görüşünün anlamı olabilir mi?
Ak Parti, 2023’ün Büyük Türkiyesi’ne odaklanmışken, diğer partilerin bir numaralı sorunlarının uluslar arası, yerel, ekonomik ve siyasi konjonktürü, dünya görüşlerinin ışığında yeniden ve ısrarla doğru değerlendirmeye ihtiyaçlarının olduğu apaçık bir gerçek değil mi? Sadece Ak Parti’ye anti-tez oluşturmakla bu siyaset gemisinin yürümesi mümkün müdür?
Konjonktürü idrak edemeyenin liderlik gücü yerinde sayacağı için geride kalacaktır.
Türkiye’de olup biten, konjonktürü 3D tekniğiyle takip edenlerle, yakışmıyor diye gözlük takmak istemeyen muhteris miyopların farklı dillerde konuşup anlaşamamasının hikâyesidir.
Reklamın kötüsü olmaz diyenlere…
22 Temmuz’da 77 kişiyi katleden Norveçli katil Breivik’in timsah logolu markaya olan merakı, Lacoste’u rahatsız etmiş. Firmadan, Oslo Emniyeti’ne gönderilen mektupta, “Breivik’in Lacoste markalı herhangi bir ürününü giymemesi” talep edilmiş.
“Reklamın kötüsü olmaz” diyenlerin dikkatine sunulur… Lacoste, “Kötünün yaptığı reklam”la mutabık değil… “Yeter ki amblemimiz orada burada görünsün!” dememiş… Hani “Gazetede haber olalım…”, “Bu yeterli değil daha büyük haber olalım” diye tepinenler de buradan bir ders alabilirler belki… Fazla ve büyük değil, iş hedefine uygun iletişim, meselesini tartışmak için, daha iyi bir örnek olamazdı…
Markanın vaadi ile taşıyıcının vaadi uyum içinde olmalı. Kural bu… Breivik olayında vaatler pek tutmamış galiba (!) … Yoksa Lacoste neden isyan etsin ki…