Medya bir kez daha sınıfta kaldı
15 EKİM 2007
“Tüm kurumlar arasında itibarı en düşük kurum neden medya?” diye şaşıp kalırlar. Diğer tüm unsurları bir kenara bıraksak ve konuya sadece iş ve iletişim yönetimi açısından baksak dahi sonuç değişmiyor. Habertürk’ün Futbol Milli Takımı ve Fatih Terim ile birlikte başlattığı ve tüm Türkiye’yi katılıma çağırdığı kampanya karşısında diğer medyanın sessiz kalması, olan biteni TV ve gazetelerinde görmezden gelmesi medyanın aleyhine çalıştı...
Peki ne yapmak gerekirdi?
Çok basit. Örneğin ortak yayına geçeceklerdi. Siyasi partiler kadar olamadılar. Yaparlar yapmazlar bilmem. Ancak siyasi partilerin hepsi, teröre karşı ortak tavır mesajları yayınladı. Bu durum, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödül dağıttığında sadece kendi elemanlarının aldıkları ödülleri haber yapmaya benzemez. Her yıl o haberlerle kendi ayaklarına ateş ettiler. Bu son tavırlarıyla ise ayaklarını mitralyözle tarıyorlar...
Sadece ortak yayın değil, ortak kampanya da yapabilirlerdi. Hatta esas o zaman bu atak, sadece Habertürk’e yazmazdı. Hepsinin itibarı haline gelebilirdi.
Ama hayır. “Bizden değilse bize düşmandır” tavrı insanı yapayalnız bırakıverir de haberiniz olmaz.
Neredeyse her meslek grubunun STK’sı şöyle ya da böyle çalışırken medya hangi örgütte kader ve meslek birliği sağlayabilmiş ki?
Bu kez bir fırsat vardı. Silahlı Kuvvetler, şehitler, gaziler... Etrafında birleşilecek kavramlar, yalnızlığı kırdıracak düzeydeydi. Olmadı. Yazık!..
Melanetin memleketi olmaz
Salı akşamları The Tudors gecesi. 21.00’de ekranlara çakılmak kaçınılmaz. VIII’inci Henry ve döneminin sergilendiği diziyi kaçırırsanız bile tamamını temin etmeye çalışın. Osmanlı’nın ne kadar geri, kalleş (pusu sever, düello değil), entrikacı olduğunu iddia edenlerin ne oranda haklı olup olmadıklarını, bizzat Batılıların bakışıyla tespit etmenizde büyük yarar var.
Diziye başlamadan önce Anne Boleyn’i, A Man for all Seasons’ı, Elizabeth’i (The Virgin Queen) ve Elizabeth I’i (Elizabeth and Essex) izlemekte yarar var. Tabii bir de işi Kraliçe Margot ile süsleyip, Fransız sarayından duruma özet bakış fırlatmak da işin tuzu biberi olabilir...
The Tudors dizisi bir kez daha gösterdi ki, nerede iktidar varsa orada her türlü melanet için mümbit topraklar bulunuyor demektir. Melanetin de ne ulusu olur, ne de memleketi...
Hem ağlarım hem giderim
Bu reklam ajanslarını anlamakta bazen zorlanırım. Her yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açtığı ihaleye girerken hem ağlarlar hem de her yıl paşa paşa koşarlar. Ağlarlar çünkü:
1. Bu kadar köklü uzun zaman dilimlerine yayılması gereken bir iletişim uygulamasında her yıl ihaleye çıkılması saçma sapan bir iştir. Bu mevzuat ne hikmetse hiç değişmez. İş 3-5 yıllığına bir ajansa verilmez...
2. Paralarını çok geç alırlar.
3. Kıran kırana geçen konkurlarda kâr marjları yerlerde sürünür...
Ajanslar sızlanmaları için ileri sürdükleri üç gerekçede de yerden göğe kadar haklıdırlar. Zannedersiniz ki, bu yıl boykot edecekler. Bakanlığı mevzuatı değiştirmek için zorlayacaklar.
Hayır!.. Bakın ne oluyor. Gazetelerden okuyalım: “Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2008 yılı yurt dışı reklam kampanyası için açtığı ihaleye geçen yıla oranla 3 kat fazla başvuru yapıldı, ihaleye 10 ülke grubunda 68 firma katılacak."
Bundan böyle ajanslar ağlanıp sızlanmasın; kimse onları ciddiye almaz...
Aman çocuklar duysun!
“Çocuklar Duymasın” dizisiyle yıldızı parlayan senaryo yazarı, yapımcı Birol Güven konuşmuş. Haber şöyle: Adı aşk skandalına karıştı diye Pınar Altuğ’u ‘Çocuklar Duymasın’ dizisinden çıkartan ve ‘Doğru yapıp yapmadığımı zaman gösterecek’ diyen yapımcı Birol Güven üç yıl sonra konuştu: “O zaman yaptığım işi çok ciddiye almışım. Yazdığım karaktere aşık olmuşum... Bugün olsa yapmazdım!”...
Bu olaya yazılarımda birkaç kez değinmiştim. Bir tanesinin de başlığı şu: Pınar Altuğ’a yazık oluyor!..
Çifte standartlı ahlak bekçiliğinin, sahteliğin, samimiyetsizliğin oluşturduğu geriye dönüşü olmayan hasarlara dikkat çekmeye çalışmışım...
Birol Güven şimdi uyanmış. İyi de yapmış. Hiç de uyanmayabilirdi.
Peki Pınar Altuğ’un o dönemde kendisine karşı medyada başlatılmış olan topyekûn savaşta yitirdiği itibar puanlarının hesabını kim verecek?
Ne yazık ki Altuğ’un böyle bir muhasebeyi yönetebilecek ne vizyonu var ne de yapılanması. Şöhretlerin itibar ve markalarını neden kapitalizmin gereği gibi yönetemediklerini merak edenler 29 Haziran 2003’te yazdığım şu yazıya bir göz atabilirler: http://arsiv.sabah.com.tr/2003/06/29/y14
Peki ne yapmak gerekirdi?
Çok basit. Örneğin ortak yayına geçeceklerdi. Siyasi partiler kadar olamadılar. Yaparlar yapmazlar bilmem. Ancak siyasi partilerin hepsi, teröre karşı ortak tavır mesajları yayınladı. Bu durum, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödül dağıttığında sadece kendi elemanlarının aldıkları ödülleri haber yapmaya benzemez. Her yıl o haberlerle kendi ayaklarına ateş ettiler. Bu son tavırlarıyla ise ayaklarını mitralyözle tarıyorlar...
Sadece ortak yayın değil, ortak kampanya da yapabilirlerdi. Hatta esas o zaman bu atak, sadece Habertürk’e yazmazdı. Hepsinin itibarı haline gelebilirdi.
Ama hayır. “Bizden değilse bize düşmandır” tavrı insanı yapayalnız bırakıverir de haberiniz olmaz.
Neredeyse her meslek grubunun STK’sı şöyle ya da böyle çalışırken medya hangi örgütte kader ve meslek birliği sağlayabilmiş ki?
Bu kez bir fırsat vardı. Silahlı Kuvvetler, şehitler, gaziler... Etrafında birleşilecek kavramlar, yalnızlığı kırdıracak düzeydeydi. Olmadı. Yazık!..
Melanetin memleketi olmaz
Salı akşamları The Tudors gecesi. 21.00’de ekranlara çakılmak kaçınılmaz. VIII’inci Henry ve döneminin sergilendiği diziyi kaçırırsanız bile tamamını temin etmeye çalışın. Osmanlı’nın ne kadar geri, kalleş (pusu sever, düello değil), entrikacı olduğunu iddia edenlerin ne oranda haklı olup olmadıklarını, bizzat Batılıların bakışıyla tespit etmenizde büyük yarar var.
Diziye başlamadan önce Anne Boleyn’i, A Man for all Seasons’ı, Elizabeth’i (The Virgin Queen) ve Elizabeth I’i (Elizabeth and Essex) izlemekte yarar var. Tabii bir de işi Kraliçe Margot ile süsleyip, Fransız sarayından duruma özet bakış fırlatmak da işin tuzu biberi olabilir...
The Tudors dizisi bir kez daha gösterdi ki, nerede iktidar varsa orada her türlü melanet için mümbit topraklar bulunuyor demektir. Melanetin de ne ulusu olur, ne de memleketi...
Hem ağlarım hem giderim
Bu reklam ajanslarını anlamakta bazen zorlanırım. Her yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açtığı ihaleye girerken hem ağlarlar hem de her yıl paşa paşa koşarlar. Ağlarlar çünkü:
1. Bu kadar köklü uzun zaman dilimlerine yayılması gereken bir iletişim uygulamasında her yıl ihaleye çıkılması saçma sapan bir iştir. Bu mevzuat ne hikmetse hiç değişmez. İş 3-5 yıllığına bir ajansa verilmez...
2. Paralarını çok geç alırlar.
3. Kıran kırana geçen konkurlarda kâr marjları yerlerde sürünür...
Ajanslar sızlanmaları için ileri sürdükleri üç gerekçede de yerden göğe kadar haklıdırlar. Zannedersiniz ki, bu yıl boykot edecekler. Bakanlığı mevzuatı değiştirmek için zorlayacaklar.
Hayır!.. Bakın ne oluyor. Gazetelerden okuyalım: “Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2008 yılı yurt dışı reklam kampanyası için açtığı ihaleye geçen yıla oranla 3 kat fazla başvuru yapıldı, ihaleye 10 ülke grubunda 68 firma katılacak."
Bundan böyle ajanslar ağlanıp sızlanmasın; kimse onları ciddiye almaz...
Aman çocuklar duysun!
“Çocuklar Duymasın” dizisiyle yıldızı parlayan senaryo yazarı, yapımcı Birol Güven konuşmuş. Haber şöyle: Adı aşk skandalına karıştı diye Pınar Altuğ’u ‘Çocuklar Duymasın’ dizisinden çıkartan ve ‘Doğru yapıp yapmadığımı zaman gösterecek’ diyen yapımcı Birol Güven üç yıl sonra konuştu: “O zaman yaptığım işi çok ciddiye almışım. Yazdığım karaktere aşık olmuşum... Bugün olsa yapmazdım!”...
Bu olaya yazılarımda birkaç kez değinmiştim. Bir tanesinin de başlığı şu: Pınar Altuğ’a yazık oluyor!..
Çifte standartlı ahlak bekçiliğinin, sahteliğin, samimiyetsizliğin oluşturduğu geriye dönüşü olmayan hasarlara dikkat çekmeye çalışmışım...
Birol Güven şimdi uyanmış. İyi de yapmış. Hiç de uyanmayabilirdi.
Peki Pınar Altuğ’un o dönemde kendisine karşı medyada başlatılmış olan topyekûn savaşta yitirdiği itibar puanlarının hesabını kim verecek?
Ne yazık ki Altuğ’un böyle bir muhasebeyi yönetebilecek ne vizyonu var ne de yapılanması. Şöhretlerin itibar ve markalarını neden kapitalizmin gereği gibi yönetemediklerini merak edenler 29 Haziran 2003’te yazdığım şu yazıya bir göz atabilirler: http://arsiv.sabah.com.tr/2003/06/29/y14