Medya, kederli insanları merak edenleri özellikle sever
Yeni Şafak - 15 Mart 2018
Çok büyük trajedi… İş dünyamızdan; çevremdeki pek çok kişinin de çeşitli vesilelerle ya ailelerini ya da doğrudan kendilerini yakından tanıma fırsatı buldukları gencecik insanlar, bir anda hayatlarını kaybediyorlar. Hem de en dramatik şekilde… Bu nedenle, olayın medyanın odağına yerleşmesi kaçınılmaz…
Her türlü soyut ve spekülatif yorumdan âzade olarak, öncesindeki çok somut gençlik duygularının sevinç ve heyecanıyla finalin dramı arasındaki çelişki, öylesine bariz ki; yaşananların her ayrıntısı bir araştırma, bir haber konusu olabilirdi. Oluyor da zaten. Nasıl oluyor? Medya bu gibi durumlarda pek çok insanî duyguyu, empatiyi hemen unutur; tatmin edilmeyi bekleyen kamuoyunun merakını gidermek için kolları sıvar. Katılmasak da, gerçek budur. Çünkü okur, böylesi trajik bir olayın ardından aç kurtlar gibi bekler; haberle, ayrıntıyla beslenmek, anladığı kadarıyla yakın çevresinde konuşmak ister. Acıları paylaşarak mı, kendi dünyasıyla kıyaslayarak mı; bilinmez. Bu durum, dayanılması zor kederler içindeki aileleri de ayrıca mutazarrır eder.
Bu türden facialar ne yazık ki yaşanıyor. 2017 Mart’ında da Eczacıbaşı Holding’in helikopteri, Büyükçekmece’de düşmüş ve bu kaza, yedi cana mal olmuştu.
Meselenin beşeri boyutunun yanı sıra, kurumlar ve aileler açısından, yaşanan dram sonucu ortaya çıkan bu devasa zor meselenin iletişiminin nasıl yürütülmesi gerektiği sorusu da kapıya dayanır. Tabii ki bu durumda ilk refleks, “Kim düşünür bu durumda holdingi moldingi ya da geride kalanları. Giden gitmiş…” hissiyatıdır. Hatta bunların düşünülmesine sinirlenen bile çıkabilir… Ancak ortada, Holding’in varislerinden rahmetli Mina Hanım’ın da büyük emekleriyle var edilmiş Gıda, Finans, Turizm, Yatçılık, Enerji, İnşaat, Havacılık ve Çimento sektörlerinde yatırım yapan bir kurum ve hayatlarını idame ettirmek durumunda olan aileler var…
Olay, bu açıdan, basit bir ‘kriz iletişiminden’ çok ötededir. Çünkü medya, doğası gereği durmayacak, biraz da iletişimin zaten yönetilmemesini de değerlendirerek, sürekli yeni faraziyeler, hikâyeler üretebilecek; bu da hem kurumun itibarına, hem de ailelerin evlat acısının üzerine tuz biber ekecek, daha büyük hasarlar söz konusu olabilecektir.
Belli ki aile reisi ve Başaran Holding’in sözcüsü olarak, Hüseyin Başaran ilk andan itibaren kazada hayatlarını kaybedenlerin yakınlarına kollarını açmış, evlerinde onlarla birlikte yakınlarından gelen taziyeleri kabul etmişler, kederlerini paylaşmışlardı. Sayın Cumhurbaşkanı da ailelere taziyelerini bildirmişti.
Ancak olay, ne kadar vahim olursa olsun, her zaman devrede olması gereken kurum sağduyusu, iletişimi yönetme işini haber duyulur duyulmaz üstlenmeli, her saat başı birinci elden kamuoyunu ve medyayı web sitelerinden bilgilendirmeliydi. Çünkü bu zorlu süreç, doğru yönetilebildiği takdirde spekülasyonların önüne geçilebilir, hem kurumun hem de ailenin, esas olarak hayatlarını kaybetmiş olan o gencecik insanların hatıralarını rencide edebilecek boş lafların üretilmesine engel olunabilirdi.
İletişimcilerin deneyimleriyle de çok iyi bildikleri, “İletişim doymak bilmez bir kanaldır. Onu siz doldurmazsanız, sizin yerinize sizin kontrolünüz dışında başkaları doldurur” diyen tespiti, asla unutmamak gerekir…
Yaşanan trajedinin hemen ardından, Başaran Yatırım Holding’in web sitesinin sadece açılış sayfasına zar zor (yurt dışından bir IP numarasıyla vb.) bağlanabilenler, ‘Basın Odası’ sekmesinin altında son girilen Holding ile ilgili haberi içeren kupür tarihinin 27.05.2017 olduğunu gördüler. (Sonradan açılış sayfasında, bir duyuru mesajıyla, acıları paylaşanlara şükran duyguları sunuldu.) Kurumun iletişim reflekslerinin, bu tür trajik bir olayı iletişim boyutunda ailelere ve kuruma minimum hasar verecek şekilde, gerçeklere ve ayrıntıya dayalı olarak yapılan sistematik bilgilendirmeyle yönetebilecek hazırlıkta olmadığına dair ilk algı, yine ve bizzat kurum tarafından verilmiş olmadı mı?
Öte yandan, iletişimin kurum tarafından lâyıkıyla yönetilmemiş olması, ‘sınırsız sorumsuz’, timsah göz yaşlarına boğulan medyamızı haklı göstermez. Ne yazık ki bu konuda bazı meslektaşlarımız ve meslek örgütlerimiz, bir otokontrol sağlayacak, hayatını kaybetmiş insanlara ve onların yakınlarına azamî saygıda kusur etmeyecek, sağduyu sahibi bir refleksten yoksun olduklarını bir kez daha gösterdiler…
Yazık…
Her türlü soyut ve spekülatif yorumdan âzade olarak, öncesindeki çok somut gençlik duygularının sevinç ve heyecanıyla finalin dramı arasındaki çelişki, öylesine bariz ki; yaşananların her ayrıntısı bir araştırma, bir haber konusu olabilirdi. Oluyor da zaten. Nasıl oluyor? Medya bu gibi durumlarda pek çok insanî duyguyu, empatiyi hemen unutur; tatmin edilmeyi bekleyen kamuoyunun merakını gidermek için kolları sıvar. Katılmasak da, gerçek budur. Çünkü okur, böylesi trajik bir olayın ardından aç kurtlar gibi bekler; haberle, ayrıntıyla beslenmek, anladığı kadarıyla yakın çevresinde konuşmak ister. Acıları paylaşarak mı, kendi dünyasıyla kıyaslayarak mı; bilinmez. Bu durum, dayanılması zor kederler içindeki aileleri de ayrıca mutazarrır eder.
Bu türden facialar ne yazık ki yaşanıyor. 2017 Mart’ında da Eczacıbaşı Holding’in helikopteri, Büyükçekmece’de düşmüş ve bu kaza, yedi cana mal olmuştu.
Meselenin beşeri boyutunun yanı sıra, kurumlar ve aileler açısından, yaşanan dram sonucu ortaya çıkan bu devasa zor meselenin iletişiminin nasıl yürütülmesi gerektiği sorusu da kapıya dayanır. Tabii ki bu durumda ilk refleks, “Kim düşünür bu durumda holdingi moldingi ya da geride kalanları. Giden gitmiş…” hissiyatıdır. Hatta bunların düşünülmesine sinirlenen bile çıkabilir… Ancak ortada, Holding’in varislerinden rahmetli Mina Hanım’ın da büyük emekleriyle var edilmiş Gıda, Finans, Turizm, Yatçılık, Enerji, İnşaat, Havacılık ve Çimento sektörlerinde yatırım yapan bir kurum ve hayatlarını idame ettirmek durumunda olan aileler var…
Olay, bu açıdan, basit bir ‘kriz iletişiminden’ çok ötededir. Çünkü medya, doğası gereği durmayacak, biraz da iletişimin zaten yönetilmemesini de değerlendirerek, sürekli yeni faraziyeler, hikâyeler üretebilecek; bu da hem kurumun itibarına, hem de ailelerin evlat acısının üzerine tuz biber ekecek, daha büyük hasarlar söz konusu olabilecektir.
Belli ki aile reisi ve Başaran Holding’in sözcüsü olarak, Hüseyin Başaran ilk andan itibaren kazada hayatlarını kaybedenlerin yakınlarına kollarını açmış, evlerinde onlarla birlikte yakınlarından gelen taziyeleri kabul etmişler, kederlerini paylaşmışlardı. Sayın Cumhurbaşkanı da ailelere taziyelerini bildirmişti.
Ancak olay, ne kadar vahim olursa olsun, her zaman devrede olması gereken kurum sağduyusu, iletişimi yönetme işini haber duyulur duyulmaz üstlenmeli, her saat başı birinci elden kamuoyunu ve medyayı web sitelerinden bilgilendirmeliydi. Çünkü bu zorlu süreç, doğru yönetilebildiği takdirde spekülasyonların önüne geçilebilir, hem kurumun hem de ailenin, esas olarak hayatlarını kaybetmiş olan o gencecik insanların hatıralarını rencide edebilecek boş lafların üretilmesine engel olunabilirdi.
İletişimcilerin deneyimleriyle de çok iyi bildikleri, “İletişim doymak bilmez bir kanaldır. Onu siz doldurmazsanız, sizin yerinize sizin kontrolünüz dışında başkaları doldurur” diyen tespiti, asla unutmamak gerekir…
Yaşanan trajedinin hemen ardından, Başaran Yatırım Holding’in web sitesinin sadece açılış sayfasına zar zor (yurt dışından bir IP numarasıyla vb.) bağlanabilenler, ‘Basın Odası’ sekmesinin altında son girilen Holding ile ilgili haberi içeren kupür tarihinin 27.05.2017 olduğunu gördüler. (Sonradan açılış sayfasında, bir duyuru mesajıyla, acıları paylaşanlara şükran duyguları sunuldu.) Kurumun iletişim reflekslerinin, bu tür trajik bir olayı iletişim boyutunda ailelere ve kuruma minimum hasar verecek şekilde, gerçeklere ve ayrıntıya dayalı olarak yapılan sistematik bilgilendirmeyle yönetebilecek hazırlıkta olmadığına dair ilk algı, yine ve bizzat kurum tarafından verilmiş olmadı mı?
Öte yandan, iletişimin kurum tarafından lâyıkıyla yönetilmemiş olması, ‘sınırsız sorumsuz’, timsah göz yaşlarına boğulan medyamızı haklı göstermez. Ne yazık ki bu konuda bazı meslektaşlarımız ve meslek örgütlerimiz, bir otokontrol sağlayacak, hayatını kaybetmiş insanlara ve onların yakınlarına azamî saygıda kusur etmeyecek, sağduyu sahibi bir refleksten yoksun olduklarını bir kez daha gösterdiler…
Yazık…