Melanet bulutları üstümüzde dolaşırken…
12 Eylül 2017 - Yeni Şafak
Bugün 12 Eylül. 37 yıl olmuş. Askerî darbe kültürünün zirvesi yaşanmıştı… Bütün darbeleri yaşamış biri olarak 12 Eylül’ü ayrı bir yere koymak gerektiğini düşünmüşümdür. 27 Mayıs falan onun yanında çocuk oyunu gibi kalır. Ha keza 27 Mayıs Anayasası’nın 12 Eylül Anayasası ile kıyaslandığında kırmızı şapkalı kız masalı olarak ele alınabileceği gibi…
12 Eylül, sonraki teşebbüsler için hep bir nirengi noktası olmuştur. 28 Şubat, e-muhtıra vs. her daim sırtını 12 Eylül’e yaslamıştır. “Yoksa başınıza 12 Eylül’deki gibi ineriz”!.. şeklindeki öcü modu her zaman devrede kalmıştır… 15 Temmuz’a burun kıvırıp “Bu ne darbe girişimi canım!” diye çemkirenlerin ‘benchmarkı’ da 12 Eylül’dür…
Sabah bir yüzbaşının gürlemesiyle uyanmıştım: “Bu seferki diğerlerine benzemez! Kapat diyorum sana!” Ulus mahallesindeki sitenin bakkal amcasına bağırıyordu. Adamcağız evinin hemen yanındaki dükkânı açmakta bir beis görmemişti. Gerçekten de bu seferki diğerlerine benzemeyecekti…
Sonradan yayınlanan bütün belgesellerde, neredeyse bütün kitaplarda açıkça ifade edildiği gibi, darbenin arkasında 15 Temmuz’dakine benzer güçler vardı… Aradaki tek fark, 12 Eylül’de millî iradeyi arkasına almış bir iktidar yoktu ortada. O nedenle sivil otorite pısıp kalmıştı…
Bu nedenledir ki bir lideri, sıradan insanlardan ve son derece ‘iyi’ olabilecek ‘Yöneticiler’den ayırt eden, olmazsa olmaz beş özelliği içinde birinci sıraya konması gereken hasleti cesaret’tir… Platon’un lafını bir kez daha hatırlayalım: Korkanlar köle olur, korkmayanlar efendi… 15 Temmuz’da bu millet, başta da lideri korkmadı… İşte o zaman da “Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraı hayatımızdaki manalı yerini derhal buluveriyor…
Türkiye Cumhuriyeti çeşitli kırılma noktalarını atlayarak bugünlere geldi. İlki tabii ki Cumhuriyet’in kurulmasıydı. İkincisi 1950’de DP’nin iktidara gelişi. Üçüncüsü 1983 Anavatan Partisi’nin iktidara gelerek uygulamaya soktuğu liberal politikalar. Dördüncü kırılma, bürokratik oligarşiye ve vesayet kültürüne en büyük darbeyi indirmek üzere yola çıkmış olan AK Parti iktidarı ve nihayet sonuncusu yani beşinci kırılma, 15 Temmuz idi. Milli iradenin vesayetten kurtuluşunun tescillendiği gün…
Arada geri düşüşler olmadı mı?.. Oldu tabii. 12 Eylül bunlardan en dramatik olanıydı. Ta ki 15 Temmuz gelene kadar…
Bugün, Türkiye’ye karşı çok daha büyük bir darbe salvosunun gelmek üzere olduğuna dair işaretler yok mu? İbrahim Karagül’ün dün bizim gazetede yayınlanan yazısına göz atmamış olanlar tarihi bir gerçekle yüzleşme fırsatını kaçırmak üzeredirler…
Tam tabiri ile 7 düvel tarafından kıskaca alınmak üzere yapılan planların ortasındayız. Görünen o ki tek çıkış yolu var: Milletimizin sağ duyusuna güvenmek ve korkmamak…
Çünkü biz kaderimiz olan bu coğrafyada dimdik durdukça, bizim boynumuzu eğmek için musallat olacak melanet odakları her zaman olacaktır. Oyunu bozmanın yolu safları sağlamlaştırıp, gerekli ilkeli ittifakları kurabilmekten geçiyor…
12 Eylül, sonraki teşebbüsler için hep bir nirengi noktası olmuştur. 28 Şubat, e-muhtıra vs. her daim sırtını 12 Eylül’e yaslamıştır. “Yoksa başınıza 12 Eylül’deki gibi ineriz”!.. şeklindeki öcü modu her zaman devrede kalmıştır… 15 Temmuz’a burun kıvırıp “Bu ne darbe girişimi canım!” diye çemkirenlerin ‘benchmarkı’ da 12 Eylül’dür…
Sabah bir yüzbaşının gürlemesiyle uyanmıştım: “Bu seferki diğerlerine benzemez! Kapat diyorum sana!” Ulus mahallesindeki sitenin bakkal amcasına bağırıyordu. Adamcağız evinin hemen yanındaki dükkânı açmakta bir beis görmemişti. Gerçekten de bu seferki diğerlerine benzemeyecekti…
Sonradan yayınlanan bütün belgesellerde, neredeyse bütün kitaplarda açıkça ifade edildiği gibi, darbenin arkasında 15 Temmuz’dakine benzer güçler vardı… Aradaki tek fark, 12 Eylül’de millî iradeyi arkasına almış bir iktidar yoktu ortada. O nedenle sivil otorite pısıp kalmıştı…
Bu nedenledir ki bir lideri, sıradan insanlardan ve son derece ‘iyi’ olabilecek ‘Yöneticiler’den ayırt eden, olmazsa olmaz beş özelliği içinde birinci sıraya konması gereken hasleti cesaret’tir… Platon’un lafını bir kez daha hatırlayalım: Korkanlar köle olur, korkmayanlar efendi… 15 Temmuz’da bu millet, başta da lideri korkmadı… İşte o zaman da “Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraı hayatımızdaki manalı yerini derhal buluveriyor…
Türkiye Cumhuriyeti çeşitli kırılma noktalarını atlayarak bugünlere geldi. İlki tabii ki Cumhuriyet’in kurulmasıydı. İkincisi 1950’de DP’nin iktidara gelişi. Üçüncüsü 1983 Anavatan Partisi’nin iktidara gelerek uygulamaya soktuğu liberal politikalar. Dördüncü kırılma, bürokratik oligarşiye ve vesayet kültürüne en büyük darbeyi indirmek üzere yola çıkmış olan AK Parti iktidarı ve nihayet sonuncusu yani beşinci kırılma, 15 Temmuz idi. Milli iradenin vesayetten kurtuluşunun tescillendiği gün…
Arada geri düşüşler olmadı mı?.. Oldu tabii. 12 Eylül bunlardan en dramatik olanıydı. Ta ki 15 Temmuz gelene kadar…
Bugün, Türkiye’ye karşı çok daha büyük bir darbe salvosunun gelmek üzere olduğuna dair işaretler yok mu? İbrahim Karagül’ün dün bizim gazetede yayınlanan yazısına göz atmamış olanlar tarihi bir gerçekle yüzleşme fırsatını kaçırmak üzeredirler…
Tam tabiri ile 7 düvel tarafından kıskaca alınmak üzere yapılan planların ortasındayız. Görünen o ki tek çıkış yolu var: Milletimizin sağ duyusuna güvenmek ve korkmamak…
Çünkü biz kaderimiz olan bu coğrafyada dimdik durdukça, bizim boynumuzu eğmek için musallat olacak melanet odakları her zaman olacaktır. Oyunu bozmanın yolu safları sağlamlaştırıp, gerekli ilkeli ittifakları kurabilmekten geçiyor…