Meltem Cumbul hanımın suçu yok
03 Ekim 2017 - Yeni Şafak
Bütün kabahat, ona bu görevi verenlerde…
Meltem hanımın bu tür bir davranış sergileyeceğini önceden tahmin etmeleri gerekirdi. İnsanı tanımak demek, onu okumak demekse, Meltem Hanım’ın sadece siyasi görüşüyle mutabık olmadığı için, karşısındaki kişinin selamlaşmak üzere uzattığı eli geri çevirebileceğini, ‘Allah’ın selamını kuldan esirgeyebileceği’ni ‘okumaları’, öngörmeleri gerekirdi.
Ayrıca bu festivalden geriye filmlerin, sanatçıların performansından çok böyle bir saygısızlığın kalacağını da hesaba katmak gerekirdi. Nasıl yıllar önceki magazincilerin gecesinden akıllarda Ahmet Kaya’ya karşı yapılmış kötü tezahürat ve fırlatılan bir çatal kalmışsa, Adana Film Festivali’nden de Meltem Cumbul’un sergilediği saygısızlık kalacaktır.
Kısaca hatırlayalım: Adana Film Festivali final akşamında yapılan ödül töreniyle son buldu. Çukurova Üniversitesi Kongre Merkezi’nde düzenlenen törende sunuculuk yapan Meltem Cumbul, sahnede kendisine elini uzatan Yönetmen Semih Kaplanoğlu'na karşılık vermemiş; elini geri çekip sırtını dönmüş. Salonda bulunanlardan bazıları da ayağa kalkıp olaya tepkilerini dile getirmişler.
Bu durumdan hicap duyması gereken kişinin Meltem hanım olamayacağı, hanımefendinin açıklamasında karşılığını bulmuş. Bizce asıl hicap duyması gereken kişiler, festivalin organizatörleridir. TV’de canlı yayın sorumluluğu verilirken nasıl kılı kırk yararlarsa, böylesi bir organizasyonda da benzer bir titizlik ve duyarlılıkla hareket edilmeliydi.
Meltem Cumbul hanımın yaptığı saygısızlığın arkasında durması da beni şaşırtmadı. Yıllar öncesinden, 90’lı yıllardan, İngiltere’den Türkiye’ye ilk kez geldiği günlerden kendisini tanırım. Davranışı duruşu bellidir. Kendi içinde de tutarlıdır. Yani hani Anglosaksonların deyişiyle ‘unpredictable’ (ne yapacağı önceden kestirilemeyen, her an her şeyi yapabilen) biri değildir. Ancak ‘öteki’ anlayışını da hayatının her anında gözlemlemek mümkündür.
Yani onun bu davranışı, onu tanıyan pek çok kişi için sürpriz değildir.
Yönetmen Semih Kaplanoğlu da sosyal medyada zaten hanımefendiyi hiç muhatap almadan şu açıklamayı yapmış: "Adana Film Festivali'nde sahnede maruz kaldığım kabalığın ardından bizi yalnız bırakmayan sanatseverlere ve dostlara teşekkürler...”
Bir sunucu, bir moderatör, bir ‘MC’ (master of ceremony), kesinlikle kendi duygularını ve dünya görüşünü işin içine katamaz. Seçilmiş davranış sergilemek durumundadır. Çünkü o geceye, o etkinliğe gelenler birinci derecede onun için değil, sunduğu etkinlik ve kişiler için gelmişlerdir. Mesela benzer bağlamda futbol maçına da hakemi seyretmeye gitmeyiz.
Peki insan ne zaman bu sınırları zorlar? 1. Kendisini bizzat (biraz da haksızlığa uğramış olduğu inancıyla) büyük bir star olarak görüyorsa. 2. Büyüdükçe küçülmeyi bilmiyorsa. 3. Yaptığı işi değil daha çok kendini önemsiyorsa…
Meltem hanımın açıklaması, hiç de öyle “Şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler” türü bir konumlanma, davranış ya da dil sürçmesinden dolayı bir özür niteliğinde değil. Bakın ne demiş:
"Eşitler arası bir selamlaşma ve yakınlaşma ritüeli olan el sıkışmayı; kendinden olmayanları ötekileştirenle, fakiri zengine böldürenle, güçlüleri tutup zayıfları hor görenle yapmayı reddediyorum. Yüreğime ve sevgiye düşman olanla, gözlerim ve ellerim dost olamaz".
Buradaki soru şu: O ödül gecesinde kimlerin sahnede olabileceği, ayrıca Semih beyin şahsının adı, aylar öncesinden biliniyordu. Buna rağmen görevi neden kabul etmiş Meltem hanım acaba? Canlı yayınları, ödül gecelerini slogan atmak, ucuz protestolar sergilemek için kullanmak, son derece demode ‘toplumsal jestus’tur. Bile bile izinsiz miting yapıp durduk yerde kolluk kuvvetleriyle çatışmak gibi…
Siyasi söylemini hayata geçireceği onca yer varken, gidip bir belediyeyi zor durumda bırakacak numaralara tenezzül etmek, kendisine iş vermiş olanlara karşı vefasızlık ve vicdansızlık yapmak, hiç yakışmamış Cumbul’a.
Meltem hanımın bu tür bir davranış sergileyeceğini önceden tahmin etmeleri gerekirdi. İnsanı tanımak demek, onu okumak demekse, Meltem Hanım’ın sadece siyasi görüşüyle mutabık olmadığı için, karşısındaki kişinin selamlaşmak üzere uzattığı eli geri çevirebileceğini, ‘Allah’ın selamını kuldan esirgeyebileceği’ni ‘okumaları’, öngörmeleri gerekirdi.
Ayrıca bu festivalden geriye filmlerin, sanatçıların performansından çok böyle bir saygısızlığın kalacağını da hesaba katmak gerekirdi. Nasıl yıllar önceki magazincilerin gecesinden akıllarda Ahmet Kaya’ya karşı yapılmış kötü tezahürat ve fırlatılan bir çatal kalmışsa, Adana Film Festivali’nden de Meltem Cumbul’un sergilediği saygısızlık kalacaktır.
Kısaca hatırlayalım: Adana Film Festivali final akşamında yapılan ödül töreniyle son buldu. Çukurova Üniversitesi Kongre Merkezi’nde düzenlenen törende sunuculuk yapan Meltem Cumbul, sahnede kendisine elini uzatan Yönetmen Semih Kaplanoğlu'na karşılık vermemiş; elini geri çekip sırtını dönmüş. Salonda bulunanlardan bazıları da ayağa kalkıp olaya tepkilerini dile getirmişler.
Bu durumdan hicap duyması gereken kişinin Meltem hanım olamayacağı, hanımefendinin açıklamasında karşılığını bulmuş. Bizce asıl hicap duyması gereken kişiler, festivalin organizatörleridir. TV’de canlı yayın sorumluluğu verilirken nasıl kılı kırk yararlarsa, böylesi bir organizasyonda da benzer bir titizlik ve duyarlılıkla hareket edilmeliydi.
Meltem Cumbul hanımın yaptığı saygısızlığın arkasında durması da beni şaşırtmadı. Yıllar öncesinden, 90’lı yıllardan, İngiltere’den Türkiye’ye ilk kez geldiği günlerden kendisini tanırım. Davranışı duruşu bellidir. Kendi içinde de tutarlıdır. Yani hani Anglosaksonların deyişiyle ‘unpredictable’ (ne yapacağı önceden kestirilemeyen, her an her şeyi yapabilen) biri değildir. Ancak ‘öteki’ anlayışını da hayatının her anında gözlemlemek mümkündür.
Yani onun bu davranışı, onu tanıyan pek çok kişi için sürpriz değildir.
Yönetmen Semih Kaplanoğlu da sosyal medyada zaten hanımefendiyi hiç muhatap almadan şu açıklamayı yapmış: "Adana Film Festivali'nde sahnede maruz kaldığım kabalığın ardından bizi yalnız bırakmayan sanatseverlere ve dostlara teşekkürler...”
Bir sunucu, bir moderatör, bir ‘MC’ (master of ceremony), kesinlikle kendi duygularını ve dünya görüşünü işin içine katamaz. Seçilmiş davranış sergilemek durumundadır. Çünkü o geceye, o etkinliğe gelenler birinci derecede onun için değil, sunduğu etkinlik ve kişiler için gelmişlerdir. Mesela benzer bağlamda futbol maçına da hakemi seyretmeye gitmeyiz.
Peki insan ne zaman bu sınırları zorlar? 1. Kendisini bizzat (biraz da haksızlığa uğramış olduğu inancıyla) büyük bir star olarak görüyorsa. 2. Büyüdükçe küçülmeyi bilmiyorsa. 3. Yaptığı işi değil daha çok kendini önemsiyorsa…
Meltem hanımın açıklaması, hiç de öyle “Şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler” türü bir konumlanma, davranış ya da dil sürçmesinden dolayı bir özür niteliğinde değil. Bakın ne demiş:
"Eşitler arası bir selamlaşma ve yakınlaşma ritüeli olan el sıkışmayı; kendinden olmayanları ötekileştirenle, fakiri zengine böldürenle, güçlüleri tutup zayıfları hor görenle yapmayı reddediyorum. Yüreğime ve sevgiye düşman olanla, gözlerim ve ellerim dost olamaz".
Buradaki soru şu: O ödül gecesinde kimlerin sahnede olabileceği, ayrıca Semih beyin şahsının adı, aylar öncesinden biliniyordu. Buna rağmen görevi neden kabul etmiş Meltem hanım acaba? Canlı yayınları, ödül gecelerini slogan atmak, ucuz protestolar sergilemek için kullanmak, son derece demode ‘toplumsal jestus’tur. Bile bile izinsiz miting yapıp durduk yerde kolluk kuvvetleriyle çatışmak gibi…
Siyasi söylemini hayata geçireceği onca yer varken, gidip bir belediyeyi zor durumda bırakacak numaralara tenezzül etmek, kendisine iş vermiş olanlara karşı vefasızlık ve vicdansızlık yapmak, hiç yakışmamış Cumbul’a.