Mesleki geleceğe buradan bakmak lazım
01 Ağustos 2010 - Marketing Türkiye
Türkiye’de kurulmasına hasbelkader ön ayak olduğumuz ve sonuna kadar desteklediğimiz Kurumsal İletişim Direktörleri Derneği’nin Avrupa’daki paralel kuruluşunun adı European Association of Communication Directors (EACD). Web sitesinin adresi şu: http://www.eacd-online.eu...
Reklam ve halkla ilişkiler alanında çalışan her profesyonelin haftada en azından bir kere mutlaka girip bakması gereken kaynaklardan… Neden? Çünkü bu kuruluşlar reklamcıların ve halkla ilişkilercilerin bir numaralı hedef kitlesini içinde barındıran ve en yakın ilişki içinde izlenmesi gereken ’sosyal paydaşlarıdır’ da ondan…
Ulusal dernek de yakında sahaya çıkacaktır… Çok ciddi hazırlık yaptıklarını biliyoruz…
European Association of Communication Directors , ‘Mükemmeliyet ve Başvuru Merkezi’ olma yolunda pek çok etkinlik yapıyor… Dergisi var (Communication Director Magazine), Ödülü var, Araştırması var, bilimsel makaleleri var… Sektöre yön verme konusunda hayli aktifler…
2 – 3 Temmuz günü Brüksel’de yıllık ‘Zirveleri’ni yapmışlar… Avrupa’nın neredeyse bütün ülkelerinden 500 üst düzeyde iletişim yöneticisi katılmış… Bu yılki ödülü Fiat’ın CEO’su Sergio Marchionne’ye vermişler. Ödülün adı European Communication Award (Avrupa İletişim Ödülü)… Bu yıl dördüncü kez veriliyor... 4 yıl önce başlamışlar bu işe… Ne kadar yeni…
Kendime ve sektöre soruyorum… Biz ne kadar ilgiliyiz bu konuyla? Kaç kişi vardı bizden orada? Kurumsal iletişimcileri değil, onlara hizmet vermeye soyunanları kastediyorum… Haberdar mıyız ‘kurumsal iletişimciler dünyasında’ neler olduğundan? Bu konudaki bilgilerden çok, kulağıma Kurumsal İletişimciler Derneğinin kurulmasından duyulan rahatsızlık geliyor… İyi mi?..
Bilgi almaya devam edelim…
EACD bu yıl da geniş çaplı bir araştırma yaptırmış. Geçenlerde yayınladılar. Medyada, bu arada Marketing Türkiye’de de özet bilgileri yer aldı. 2007’den bu yana yapılan bir araştırma bu. Dördüncüsü tartışma ve değerlendirmeye sunulmuş… Adı European Communication Monitor. Şu başlıkla verilmiş: “Annual Survey on Future Trends in Communication Management and Public Relations” Türkçesi şöyle: “İletişim Yönetiminde ve Halkla İlişkilerde Gelecek Akımları Üzerine Yıllık Araştırma”…
Bu isimde bir araştırma böyle bir örgüt tarafından Avrupa’da yayınlandığında en azından ne beklersiniz? Şirketimizde ve/veya kuruluşumuzda çalışan tüm ciddi profesyonellerin bu araştırmayı inceleyip, kendi şahsî gelişimleri ve çalıştıkları şirketlerin gelecek tasarımları için somut sonuçlar ortaya koyan bir ‘değerlendirme’ yapmalarını değil mi? Ben böyle bir şey beklerdim…
Communication Director Magazine’in desteği ve Infopaq ve Grayling firmalarının sponsorluğunda, 46 ülkeden 1.955 üst düzeyde iletişim profesyonelinin katılımıyla yapılan, dünyanın tartışmasız en kapsamlı iletişim araştırması olduğu söylenen European Communication Monitor 2010’un araştırma ekibinde Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde akademisyenler var; bizden henüz kimse yok…
Araştırmanın bir de ‘Danışmanlar Heyeti’ bulunuyor. Bakın araştırma künyesine… Orada da bizden henüz kimse yok...
Bugüne kadar iki tane IPRA Başkanı çıkarmış bir ülke olarak, ulusal derneğimizin kurulmasıyla buralarda olacağızdır mutlaka… Benzer bir hedefi iletişim fakültelerimizin de koymalarında yarar olabilir… Hocalarımızın o ‘heyetlerin’ içinde bulunmamaları ne yazık olurdu…
Gelelim Araştırmanın içeriği ile ilgili ara başlıklara. İncelemek isteyenlere yardımcı olmak adına İngilizceleriyle verelim.
1. İletişim profesyonellerini bekleyen sorunlar (Challenges for communication professionals in the future)
2. Stratejik konular, disiplinlerdeki gelişmeler ve iletişim araçları (Strategic issues, development of disciplines and communication instruments)
3. Mükemmellik ve güç göstergeleri, planlama süreçleri, liderlik üslupları (Indicators of excellence and power, planning procedures, leadership style)
4. Kuruluşların hedeflerine getirilecek katkılar (Contribution to organisational objectives)
5. Sosyal Medya ile ilgili perspektifler ve sınırlar (Perspectives and limitations of social media)
6. Ücretler ve iş tatmini (Salaries and job satisfaction)
7. Kilit veriler (Key facts)
Bunları bu kadar ayrıntılı yazmamın tek nedeni var… Henüz uyanmamışlarsa, ‘gönüllü arkadaşları’ biraz uyarmak… Çünkü Kurumsal İletişim Direktörleri hizmet aldıkları iletişimcileri ‘aşmaya’ başladılar mı, her şey alt üst olabilir… Profesyonel arkadaşlarımızdan üçünü beşini tahrik etmeyi başarırsak, amacımıza ulaşmışız demektir…
Araştırmanın sonuçlarından bazıları özetle şöyle:
Katılımcıların %72’si, ekonomik durgunluk sürecinde şirket içi iletişimin önem kazandığını bildirmiş.
Avrupa’daki iletişim profesyonellerinin %69’u işlerinden memnunlarmış…
Katılımcılara göre; temel paydaşlarla iyi ilişkiler kurabilmek, insanları harekete geçirebilmek ve yönetim sürecine aktif olarak dâhil olabilmek, başarılı bir iletişim departmanı çalışanının mutlaka sahip olması gereken 3 temel unsur olarak ortaya çıkıyormuş.
Profesyoneller, pazarlama ve marka iletişiminin takip ettiği kurumsal iletişimin, hâlâ en önemli uygulama alanlarından biri olduğunu söylemişler.
Avrupalı uzmanların %45’i online toplulukların günümüzde halkla ilişkiler için çok önemli bir kanal olduğunu belirtmiş.
Bu araştırma ile birlikte ilk kez, geçmiş yıllarda yapılmış anketlerin gelecek tahminlerini bu yılın sonuçları ile karşılaştırma amaçlı analizler yapılmış. İletişim profesyonellerinin iletişim kanalları ve yöntemlerinin gelişimi konusunda abartılı tahminler yaptıkları ortaya çıkmış… Bizce bu tespit hiç şaşırtıcı değil. Burada dönüp futbol yazarlarıyla finans ve ekonomi yazarlarının tahminlerine bir baksak neler görürdük kim bilir (!)…
Medya ile ilişkilerin 2007 ve 2010 yılları arasında %9,5 azalması beklenirken, %5,2 oranında artmış. Sosyal medyanın öneminin %41,4 artması beklenirken, sadece %15,2 oranında arttığı görülmüş. Daha esnek ve interaktif olan iletişim çevrelerine talep gözle görülür derecede önem kazanmış.
En iyisi web sitesine gidin… Sizi heyecanlı bir yolculuk bekliyor. Tabii, gönlünüz varsa…
Bu deklarasyondan öte, önemli bir başlangıç
Uzun zamandır üzerine çalışılan metin nihayet yayınlandı. Deklarasyon, Türkiye Gazetecileri Cemiyeti (TGC) ve Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) tarafından hazırlanmış. Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD), İletişim Danışmanları Şirketleri Derneği (İDA), İnternet Medyası Derneği (İMD), Bilişim Muhabirleri Derneği (BMD), Magazin Gazetecileri Derneği (MGD), Eğitim ve Sağlık Muhabirler Derneği (ESAM), Radyo TV Gazetecileri Derneği (RTGD) tarafından da kabul edilmiş. Altında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Erinç ile Türkiye Halkla İlişkiler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Fügen Toksü’nün imzaları var…
Gayet iyi bir iş yapılmış… Burun kıvıranlar çıkacaktır. Şimdiden duyuyorum. “Ne var bunda?”, “Malumu ilan”, “Suya sabuna dokunulmamış”, “Yaptırım yoksa temenniden öteye gitmez”, “Gazeteciler bunun neresinde?”, “Tek yönlü bu!”… Bu işe emek veren dernek ve kuruluşlar, neyin olmaması gerektiğini çok iyi bilme refleksiyle hareket eden çevrelerin hamasî münafıklığına kesinlikle itibar etmemeliler…
“Her başlangıç zordur!”… Bakın kaç yıldır bu kuruluşlar var… İlk defa bir ortak ‘deklarasyon’ yayınlanabiliyorlar…
Şimdi buradan başlayarak dilerlerse taraflar örneğin 5 yılda bir araya gelip günün ihtiyaçlara göre bu metni geliştirebilirler…
Sektörü gelişmeyen mesleklerin şirketleri de gelişmiyor. İtibar zincirleme oluşan bir süreç. İş ülkeye kadar da gidiyor… Medya ile halkla ilişkiler sektörü arasında köklü anlaşmanın sağlanabilmesi önemli ve belirleyici. Deklarasyon bu anlamda da ciddi bir yolun etkili kilometre taşlarından biri olabilir… Ortak aklı harekete geçirebilen bütün arkadaşları kutluyorum.
İstanbul denizlerinin dibinde ne var?
Bersay İletişim Enstitüsü’nün konferans salonunda bir araya gelen iş dünyasının profesyonelleri, toplantılarını dakikalarca seyredilecek güzellikte fotoğraflardan oluşan sergiler eşliğinde yaparlar... Okan Bayülgen’in Türk tiyatrosunun ustalarına saygı niteliğini taşıyan “Pudra-Zamanın Tozu”yla başlayıp Ara Güler’in “İstanbullu”, Ali Olgun’un “Birebir İstanbul” ve “Anadolu Ajansı’nın Ödüllü Fotoğrafları” temasıyla devam eden sergilere bir yenisi daha eklendi: Sualtı Milli Takımımızın ödüllü sualtı fotoğrafçılarından Diş hekimi Yrd. Doç. Dr. Asım Dumlu’nun dünyanın çeşitli yerlerinde çektiği sualtı fotoğraflarından oluşan “Denizi Özleyenler İçin” sergisi…
Öğrenmenin sonsuzluğuna, öğrenerek tanıklık etmek, en keyifli işlerden biri... Sualtı fotoğraflarında çerçevesini zorlayacak kadar baskın ve etkileyici o müthiş renklerin dalgıçlara kendisini göstermediğini ve ilk 5 metrede kırmızı rengin kaybolduğunu, derinlik arttıkça diğer renklerin de yavaş yavaş görünmez olduğunu, 31 metreden sonra ise tüm renklerin griye dönüştüğünü bilmiyordum mesela. Sualtı fotoğrafçıları gayet iyi biliyorlar ve o güzel renkleri yakalayabilmek için güçlü flaşlar kullanıyorlar.
Bana göre “Ülkemizin en iyi redaktörü”, yazı-çizi işlerinin piri, -yıllar boyu da birlikte çalıştığımız- arkadaşımız Ercan Yaşa’nın yazı işleri müdürlüğünde yayımlanan “Memlekent” adlı dergide de birbirinden güzel sualtı fotoğraflarının bulunduğu sayfalara takıldım ve her bir fotoğrafı Yrd. Doç. Dr. Asım Dumlu’yla empati kurarak Alptekin Baloğlu’nun çalışmalarını değerlendirmeye niyetlendim.
Memlekent dergisindeki “İstanbul’un su yaşamı” başlıklı sayfalardaki şu sorular, en az fotoğrafları kadar güzel:
“İstanbul’un denizlerindeki sualtı yaşamı ne âlemde? İstanbul Boğazı hâlâ kalkandan palamuta, lüfere bir geçiş ve büyüme noktası mıdır? Deniztavşanları, süngerler, ıstakozlar, Adalar’da yaşamaya, yengeçler Haliç’te çiftleşmeye devam ediyorlar mı? Ya denizaltının denizatları ne durumda?”
“İstanbul’un sualtını mı, siyasettin derin sularını mı tercih edersin?” diye bir soru geldi hemen aklıma.
Baloğlu fotoğrafları çekmek için 15 gün İstanbul denizlerinin 20 farklı noktasında dalmış ve bir zamanlar İstanbul’un sualtı yaşamının sembolü olabilecek kadar çok görülebilen denizatlarının Boğaziçi’nde hâlâ var olabildiğine tanıklık etmiş. Kalkan, izmarit, dilbalığı, tekir, gümüş, iskorpit de hâlâ varlıklarını sürdürüyorlarmış.
Hayatın siyasetten ve gazetelerin birinci sayfalarından ibaret olmaması ne güzel… Ölümlerin acısından yorgun düşüp, hayatın sessiz tanıklarına, balıklara karışıp kaybolmayı özlemez mi insan? “Kan oluk oluk akarken sevdiğiniz operaların, cazcı ve rock’çıların isimlerini sıralamanız doğru değil” diye beni kıyasıya eleştiren bin yıllık dostum Ülkü Karaosmanoğlu’nun da, benimle empati kurup, balıkları özleyişimi anlayışla karşılayacağına inanıyorum. Sürekli acı çekmek istemeyen her insan gibi. Balıkların dünyası yeterince anlamlıdır ve sanıldığı gibi huzur da vermez. Sadece insanı bulunduğu yerden koparıp başka bir yere götürür. Tıpkı operaların, cazcıların ve dahi rockçı’ların yaptığı gibi...
Reklam ve halkla ilişkiler alanında çalışan her profesyonelin haftada en azından bir kere mutlaka girip bakması gereken kaynaklardan… Neden? Çünkü bu kuruluşlar reklamcıların ve halkla ilişkilercilerin bir numaralı hedef kitlesini içinde barındıran ve en yakın ilişki içinde izlenmesi gereken ’sosyal paydaşlarıdır’ da ondan…
Ulusal dernek de yakında sahaya çıkacaktır… Çok ciddi hazırlık yaptıklarını biliyoruz…
European Association of Communication Directors , ‘Mükemmeliyet ve Başvuru Merkezi’ olma yolunda pek çok etkinlik yapıyor… Dergisi var (Communication Director Magazine), Ödülü var, Araştırması var, bilimsel makaleleri var… Sektöre yön verme konusunda hayli aktifler…
2 – 3 Temmuz günü Brüksel’de yıllık ‘Zirveleri’ni yapmışlar… Avrupa’nın neredeyse bütün ülkelerinden 500 üst düzeyde iletişim yöneticisi katılmış… Bu yılki ödülü Fiat’ın CEO’su Sergio Marchionne’ye vermişler. Ödülün adı European Communication Award (Avrupa İletişim Ödülü)… Bu yıl dördüncü kez veriliyor... 4 yıl önce başlamışlar bu işe… Ne kadar yeni…
Kendime ve sektöre soruyorum… Biz ne kadar ilgiliyiz bu konuyla? Kaç kişi vardı bizden orada? Kurumsal iletişimcileri değil, onlara hizmet vermeye soyunanları kastediyorum… Haberdar mıyız ‘kurumsal iletişimciler dünyasında’ neler olduğundan? Bu konudaki bilgilerden çok, kulağıma Kurumsal İletişimciler Derneğinin kurulmasından duyulan rahatsızlık geliyor… İyi mi?..
Bilgi almaya devam edelim…
EACD bu yıl da geniş çaplı bir araştırma yaptırmış. Geçenlerde yayınladılar. Medyada, bu arada Marketing Türkiye’de de özet bilgileri yer aldı. 2007’den bu yana yapılan bir araştırma bu. Dördüncüsü tartışma ve değerlendirmeye sunulmuş… Adı European Communication Monitor. Şu başlıkla verilmiş: “Annual Survey on Future Trends in Communication Management and Public Relations” Türkçesi şöyle: “İletişim Yönetiminde ve Halkla İlişkilerde Gelecek Akımları Üzerine Yıllık Araştırma”…
Bu isimde bir araştırma böyle bir örgüt tarafından Avrupa’da yayınlandığında en azından ne beklersiniz? Şirketimizde ve/veya kuruluşumuzda çalışan tüm ciddi profesyonellerin bu araştırmayı inceleyip, kendi şahsî gelişimleri ve çalıştıkları şirketlerin gelecek tasarımları için somut sonuçlar ortaya koyan bir ‘değerlendirme’ yapmalarını değil mi? Ben böyle bir şey beklerdim…
Communication Director Magazine’in desteği ve Infopaq ve Grayling firmalarının sponsorluğunda, 46 ülkeden 1.955 üst düzeyde iletişim profesyonelinin katılımıyla yapılan, dünyanın tartışmasız en kapsamlı iletişim araştırması olduğu söylenen European Communication Monitor 2010’un araştırma ekibinde Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde akademisyenler var; bizden henüz kimse yok…
Araştırmanın bir de ‘Danışmanlar Heyeti’ bulunuyor. Bakın araştırma künyesine… Orada da bizden henüz kimse yok...
Bugüne kadar iki tane IPRA Başkanı çıkarmış bir ülke olarak, ulusal derneğimizin kurulmasıyla buralarda olacağızdır mutlaka… Benzer bir hedefi iletişim fakültelerimizin de koymalarında yarar olabilir… Hocalarımızın o ‘heyetlerin’ içinde bulunmamaları ne yazık olurdu…
Gelelim Araştırmanın içeriği ile ilgili ara başlıklara. İncelemek isteyenlere yardımcı olmak adına İngilizceleriyle verelim.
1. İletişim profesyonellerini bekleyen sorunlar (Challenges for communication professionals in the future)
2. Stratejik konular, disiplinlerdeki gelişmeler ve iletişim araçları (Strategic issues, development of disciplines and communication instruments)
3. Mükemmellik ve güç göstergeleri, planlama süreçleri, liderlik üslupları (Indicators of excellence and power, planning procedures, leadership style)
4. Kuruluşların hedeflerine getirilecek katkılar (Contribution to organisational objectives)
5. Sosyal Medya ile ilgili perspektifler ve sınırlar (Perspectives and limitations of social media)
6. Ücretler ve iş tatmini (Salaries and job satisfaction)
7. Kilit veriler (Key facts)
Bunları bu kadar ayrıntılı yazmamın tek nedeni var… Henüz uyanmamışlarsa, ‘gönüllü arkadaşları’ biraz uyarmak… Çünkü Kurumsal İletişim Direktörleri hizmet aldıkları iletişimcileri ‘aşmaya’ başladılar mı, her şey alt üst olabilir… Profesyonel arkadaşlarımızdan üçünü beşini tahrik etmeyi başarırsak, amacımıza ulaşmışız demektir…
Araştırmanın sonuçlarından bazıları özetle şöyle:
Katılımcıların %72’si, ekonomik durgunluk sürecinde şirket içi iletişimin önem kazandığını bildirmiş.
Avrupa’daki iletişim profesyonellerinin %69’u işlerinden memnunlarmış…
Katılımcılara göre; temel paydaşlarla iyi ilişkiler kurabilmek, insanları harekete geçirebilmek ve yönetim sürecine aktif olarak dâhil olabilmek, başarılı bir iletişim departmanı çalışanının mutlaka sahip olması gereken 3 temel unsur olarak ortaya çıkıyormuş.
Profesyoneller, pazarlama ve marka iletişiminin takip ettiği kurumsal iletişimin, hâlâ en önemli uygulama alanlarından biri olduğunu söylemişler.
Avrupalı uzmanların %45’i online toplulukların günümüzde halkla ilişkiler için çok önemli bir kanal olduğunu belirtmiş.
Bu araştırma ile birlikte ilk kez, geçmiş yıllarda yapılmış anketlerin gelecek tahminlerini bu yılın sonuçları ile karşılaştırma amaçlı analizler yapılmış. İletişim profesyonellerinin iletişim kanalları ve yöntemlerinin gelişimi konusunda abartılı tahminler yaptıkları ortaya çıkmış… Bizce bu tespit hiç şaşırtıcı değil. Burada dönüp futbol yazarlarıyla finans ve ekonomi yazarlarının tahminlerine bir baksak neler görürdük kim bilir (!)…
Medya ile ilişkilerin 2007 ve 2010 yılları arasında %9,5 azalması beklenirken, %5,2 oranında artmış. Sosyal medyanın öneminin %41,4 artması beklenirken, sadece %15,2 oranında arttığı görülmüş. Daha esnek ve interaktif olan iletişim çevrelerine talep gözle görülür derecede önem kazanmış.
En iyisi web sitesine gidin… Sizi heyecanlı bir yolculuk bekliyor. Tabii, gönlünüz varsa…
Bu deklarasyondan öte, önemli bir başlangıç
Uzun zamandır üzerine çalışılan metin nihayet yayınlandı. Deklarasyon, Türkiye Gazetecileri Cemiyeti (TGC) ve Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) tarafından hazırlanmış. Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD), İletişim Danışmanları Şirketleri Derneği (İDA), İnternet Medyası Derneği (İMD), Bilişim Muhabirleri Derneği (BMD), Magazin Gazetecileri Derneği (MGD), Eğitim ve Sağlık Muhabirler Derneği (ESAM), Radyo TV Gazetecileri Derneği (RTGD) tarafından da kabul edilmiş. Altında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Erinç ile Türkiye Halkla İlişkiler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Fügen Toksü’nün imzaları var…
Gayet iyi bir iş yapılmış… Burun kıvıranlar çıkacaktır. Şimdiden duyuyorum. “Ne var bunda?”, “Malumu ilan”, “Suya sabuna dokunulmamış”, “Yaptırım yoksa temenniden öteye gitmez”, “Gazeteciler bunun neresinde?”, “Tek yönlü bu!”… Bu işe emek veren dernek ve kuruluşlar, neyin olmaması gerektiğini çok iyi bilme refleksiyle hareket eden çevrelerin hamasî münafıklığına kesinlikle itibar etmemeliler…
“Her başlangıç zordur!”… Bakın kaç yıldır bu kuruluşlar var… İlk defa bir ortak ‘deklarasyon’ yayınlanabiliyorlar…
Şimdi buradan başlayarak dilerlerse taraflar örneğin 5 yılda bir araya gelip günün ihtiyaçlara göre bu metni geliştirebilirler…
Sektörü gelişmeyen mesleklerin şirketleri de gelişmiyor. İtibar zincirleme oluşan bir süreç. İş ülkeye kadar da gidiyor… Medya ile halkla ilişkiler sektörü arasında köklü anlaşmanın sağlanabilmesi önemli ve belirleyici. Deklarasyon bu anlamda da ciddi bir yolun etkili kilometre taşlarından biri olabilir… Ortak aklı harekete geçirebilen bütün arkadaşları kutluyorum.
İstanbul denizlerinin dibinde ne var?
Bersay İletişim Enstitüsü’nün konferans salonunda bir araya gelen iş dünyasının profesyonelleri, toplantılarını dakikalarca seyredilecek güzellikte fotoğraflardan oluşan sergiler eşliğinde yaparlar... Okan Bayülgen’in Türk tiyatrosunun ustalarına saygı niteliğini taşıyan “Pudra-Zamanın Tozu”yla başlayıp Ara Güler’in “İstanbullu”, Ali Olgun’un “Birebir İstanbul” ve “Anadolu Ajansı’nın Ödüllü Fotoğrafları” temasıyla devam eden sergilere bir yenisi daha eklendi: Sualtı Milli Takımımızın ödüllü sualtı fotoğrafçılarından Diş hekimi Yrd. Doç. Dr. Asım Dumlu’nun dünyanın çeşitli yerlerinde çektiği sualtı fotoğraflarından oluşan “Denizi Özleyenler İçin” sergisi…
Öğrenmenin sonsuzluğuna, öğrenerek tanıklık etmek, en keyifli işlerden biri... Sualtı fotoğraflarında çerçevesini zorlayacak kadar baskın ve etkileyici o müthiş renklerin dalgıçlara kendisini göstermediğini ve ilk 5 metrede kırmızı rengin kaybolduğunu, derinlik arttıkça diğer renklerin de yavaş yavaş görünmez olduğunu, 31 metreden sonra ise tüm renklerin griye dönüştüğünü bilmiyordum mesela. Sualtı fotoğrafçıları gayet iyi biliyorlar ve o güzel renkleri yakalayabilmek için güçlü flaşlar kullanıyorlar.
Bana göre “Ülkemizin en iyi redaktörü”, yazı-çizi işlerinin piri, -yıllar boyu da birlikte çalıştığımız- arkadaşımız Ercan Yaşa’nın yazı işleri müdürlüğünde yayımlanan “Memlekent” adlı dergide de birbirinden güzel sualtı fotoğraflarının bulunduğu sayfalara takıldım ve her bir fotoğrafı Yrd. Doç. Dr. Asım Dumlu’yla empati kurarak Alptekin Baloğlu’nun çalışmalarını değerlendirmeye niyetlendim.
Memlekent dergisindeki “İstanbul’un su yaşamı” başlıklı sayfalardaki şu sorular, en az fotoğrafları kadar güzel:
“İstanbul’un denizlerindeki sualtı yaşamı ne âlemde? İstanbul Boğazı hâlâ kalkandan palamuta, lüfere bir geçiş ve büyüme noktası mıdır? Deniztavşanları, süngerler, ıstakozlar, Adalar’da yaşamaya, yengeçler Haliç’te çiftleşmeye devam ediyorlar mı? Ya denizaltının denizatları ne durumda?”
“İstanbul’un sualtını mı, siyasettin derin sularını mı tercih edersin?” diye bir soru geldi hemen aklıma.
Baloğlu fotoğrafları çekmek için 15 gün İstanbul denizlerinin 20 farklı noktasında dalmış ve bir zamanlar İstanbul’un sualtı yaşamının sembolü olabilecek kadar çok görülebilen denizatlarının Boğaziçi’nde hâlâ var olabildiğine tanıklık etmiş. Kalkan, izmarit, dilbalığı, tekir, gümüş, iskorpit de hâlâ varlıklarını sürdürüyorlarmış.
Hayatın siyasetten ve gazetelerin birinci sayfalarından ibaret olmaması ne güzel… Ölümlerin acısından yorgun düşüp, hayatın sessiz tanıklarına, balıklara karışıp kaybolmayı özlemez mi insan? “Kan oluk oluk akarken sevdiğiniz operaların, cazcı ve rock’çıların isimlerini sıralamanız doğru değil” diye beni kıyasıya eleştiren bin yıllık dostum Ülkü Karaosmanoğlu’nun da, benimle empati kurup, balıkları özleyişimi anlayışla karşılayacağına inanıyorum. Sürekli acı çekmek istemeyen her insan gibi. Balıkların dünyası yeterince anlamlıdır ve sanıldığı gibi huzur da vermez. Sadece insanı bulunduğu yerden koparıp başka bir yere götürür. Tıpkı operaların, cazcıların ve dahi rockçı’ların yaptığı gibi...