Micheal Jackson'ı 'okumak' kolay iş değil
28 Haziran 2009 Akşam Gazetesi
Yanılmıyorsam Erich von Daeniken'in iddiasıydı. Bilim tüm alanlarıyla bakmalıydı uzak geçmişe. Yoksa gördüklerimizi, bulduklarımızı anlayamaz, yorumlayamazdık. Arkeolojik kazılarda bulunan pilleri, sentetik kumaşları, platin kopçalı kusursuz uzay giyimleri içinde garip yaratıkların resimlerini, ünlü Nazca Düzlüğü'ndeki onlarca km uzunluğunda toprağa işlenmiş hava alanlarını çağrıştıran şekilleri 'okumak' zor olurdu...
Aynı şekilde Michael Jackson'ı da 'okumak' zordur...
Adamcağız kalpten öldü. Ya da vücudunu hor kullandığı için... Ya da ruhu vücuduna sığmadığı için... Ya da bu dünyaya bir numara büyük geldiği için... Ya da sıradanlıklar imparatorluğunda sıradışı olduğu için... Ya da sadece zor (!) olduğu için...
Hayattayken ona yapılanlar, şimdi ölümünün ardından misliyle sürdürülüyor... (Ertuğrul Özkök'ün dünkü yazısı hariç)
Devrim niteliğindeki albümleri, dansları, tüm zamanların en çok işini yapmış parçaları, yaptığı hayır hasenat işleriyle ciddi bir 'fenomen' haline gelmiş, popüler kültürü çözümlemek isteyen her babayiğidin mutlaka yolunu düşürmesi gereken bir adamı hiç değilse ölümünden sonra anlamaya çalışsaydık... Ardından sadece bunlar mı konuşulmalıydı?.. Söylenmeyen kalmadı. Borç içinde yüzüyordu... Depresyondaydı... Çok ağır ilaçlar alıyordu. Teninin rengini değiştirmek için yaptığı uygulamalar sonucu deri kanseri olmuştu... Tacizciydi... Küçük çocuklara düşkündü... Karısıyla evliliği proforma idi...
Son yorum/haber de Michael Jackson'ı İstanbul'a getirmeyi başarmış organizatör, sevgili kardeşimiz, Ahmet San'dan. Açıklamasından aynen alıntılıyorum:
''Maalesef, o çok inandığı Allah onu yanına aldı. Bir kandil gününde vefat etti. Yıllardır hala dostluğumu devam ettirdiğim Müslüman olan ağabeyi Jermain Jackson'dan bir türlü Michael Jackson'ın Müslümanlığa geçtiğini doğrultamamıştım ama hiçbir zaman da 'Hayır' cevabını almadığım için Michael'ın da İslam'a sığındığına emindim...'
Bu mudur? Budur...
Bir fıkrayı getirdi aklıma bu açıklama. Iraklı ve İranlı iki bilim adamı uluslararası bir toplantıda sohbet ediyorlarmış. Iraklı demiş ki, 'Bağdat ve civarında yapılan kazılarda bakır kablolar çıktı. Demek ki, bizim medeniyetimizde binlerce yıl önce telefon kullanılıyordu...' İranlı hiç aşağı kalmamış: 'Tahran civarında yapılan kazılarda ise yıllardır araştırdık. Hiçbir şey bulamadık. Demek ki, bizimkiler binlerce yıl önce telsiz telefon kullanıyorlardı!'
İlahi Ahmet San... Sen çok yaşa e mi!.. Keşke Michael'ı okumak bu kadar kolay olsaydı...
İkoncanlar 'zır cahilleri' (!) etkiliyor
Dün bizim gazetede vardı... Gelin okuyalım: 'Şezlongcan!.. Bu da 'İkoncan' şezlongu! Eda Taşpınar tatil sezonunu Marmaris'te açınca Türkbükü'ndeki şezlongunu Deniz Berdan'a kaptırdı. İki güzel de 'İkoncan' lakabıyla tanınıyor.'
Nasıl haber ama? Hiç itirazım olmaz. Her kör satıcının bir kör alıcısı vardır... Hele kör alıcıların yoğun olduğu alanlarda... Fotoğraf da poz da son derece estetik ve hoş... Allah özenerek yaratmış. Sahibi de 'emanete' hiç ihanet etmeden özenerek bakmış...
Bakmış da bir yere kadar... Benim de itirazım zaten o 'yer'e...
Bütün hekimler, uzmanlar, 'yaşam koçları' bas bas bağırıyor: 'Güneşe çıkmayın!' Özellikle incelen atmosfer ve 'sera efekti' nedeniyle güneş ışınları süzülmeden, doğrudan ve etkili bir şekilde geliyor yeryüzüne. Kabak gibi güneş altına yatarak, başta deri kanseri, her türlü melanete çanak tutabilirsiniz...
Bu arkadaşlar ne yapıyor? 8 saat falan yağlana yağlana şiş kebap gibi oradan oraya dönerek teslim ediyorlar kendilerini güneşe. Ne adına? Publicity adına... Medyada mürekkep payı almak adına... Peki bunları örnek alan gencecik 'okumuş zır cahiller' var mı? Hem de mebzul miktarda...
Bu 'İkoncan' denen 'tür' hiç mi sorumluluk duymaz, kendilerini taklit eden 'zır cahillere' karşı?.. Bir düşünseler, kaç kişinin kanser olmasına neden oluyorlar acaba... Hiç fena olmazdı...
Yanılmıyorsam Erich von Daeniken'in iddiasıydı. Bilim tüm alanlarıyla bakmalıydı uzak geçmişe. Yoksa gördüklerimizi, bulduklarımızı anlayamaz, yorumlayamazdık. Arkeolojik kazılarda bulunan pilleri, sentetik kumaşları, platin kopçalı kusursuz uzay giyimleri içinde garip yaratıkların resimlerini, ünlü Nazca Düzlüğü'ndeki onlarca km uzunluğunda toprağa işlenmiş hava alanlarını çağrıştıran şekilleri 'okumak' zor olurdu...
Aynı şekilde Michael Jackson'ı da 'okumak' zordur...
Adamcağız kalpten öldü. Ya da vücudunu hor kullandığı için... Ya da ruhu vücuduna sığmadığı için... Ya da bu dünyaya bir numara büyük geldiği için... Ya da sıradanlıklar imparatorluğunda sıradışı olduğu için... Ya da sadece zor (!) olduğu için...
Hayattayken ona yapılanlar, şimdi ölümünün ardından misliyle sürdürülüyor... (Ertuğrul Özkök'ün dünkü yazısı hariç)
Devrim niteliğindeki albümleri, dansları, tüm zamanların en çok işini yapmış parçaları, yaptığı hayır hasenat işleriyle ciddi bir 'fenomen' haline gelmiş, popüler kültürü çözümlemek isteyen her babayiğidin mutlaka yolunu düşürmesi gereken bir adamı hiç değilse ölümünden sonra anlamaya çalışsaydık... Ardından sadece bunlar mı konuşulmalıydı?.. Söylenmeyen kalmadı. Borç içinde yüzüyordu... Depresyondaydı... Çok ağır ilaçlar alıyordu. Teninin rengini değiştirmek için yaptığı uygulamalar sonucu deri kanseri olmuştu... Tacizciydi... Küçük çocuklara düşkündü... Karısıyla evliliği proforma idi...
Son yorum/haber de Michael Jackson'ı İstanbul'a getirmeyi başarmış organizatör, sevgili kardeşimiz, Ahmet San'dan. Açıklamasından aynen alıntılıyorum:
''Maalesef, o çok inandığı Allah onu yanına aldı. Bir kandil gününde vefat etti. Yıllardır hala dostluğumu devam ettirdiğim Müslüman olan ağabeyi Jermain Jackson'dan bir türlü Michael Jackson'ın Müslümanlığa geçtiğini doğrultamamıştım ama hiçbir zaman da 'Hayır' cevabını almadığım için Michael'ın da İslam'a sığındığına emindim...'
Bu mudur? Budur...
Bir fıkrayı getirdi aklıma bu açıklama. Iraklı ve İranlı iki bilim adamı uluslararası bir toplantıda sohbet ediyorlarmış. Iraklı demiş ki, 'Bağdat ve civarında yapılan kazılarda bakır kablolar çıktı. Demek ki, bizim medeniyetimizde binlerce yıl önce telefon kullanılıyordu...' İranlı hiç aşağı kalmamış: 'Tahran civarında yapılan kazılarda ise yıllardır araştırdık. Hiçbir şey bulamadık. Demek ki, bizimkiler binlerce yıl önce telsiz telefon kullanıyorlardı!'
İlahi Ahmet San... Sen çok yaşa e mi!.. Keşke Michael'ı okumak bu kadar kolay olsaydı...
İkoncanlar 'zır cahilleri' (!) etkiliyor
Dün bizim gazetede vardı... Gelin okuyalım: 'Şezlongcan!.. Bu da 'İkoncan' şezlongu! Eda Taşpınar tatil sezonunu Marmaris'te açınca Türkbükü'ndeki şezlongunu Deniz Berdan'a kaptırdı. İki güzel de 'İkoncan' lakabıyla tanınıyor.'
Nasıl haber ama? Hiç itirazım olmaz. Her kör satıcının bir kör alıcısı vardır... Hele kör alıcıların yoğun olduğu alanlarda... Fotoğraf da poz da son derece estetik ve hoş... Allah özenerek yaratmış. Sahibi de 'emanete' hiç ihanet etmeden özenerek bakmış...
Bakmış da bir yere kadar... Benim de itirazım zaten o 'yer'e...
Bütün hekimler, uzmanlar, 'yaşam koçları' bas bas bağırıyor: 'Güneşe çıkmayın!' Özellikle incelen atmosfer ve 'sera efekti' nedeniyle güneş ışınları süzülmeden, doğrudan ve etkili bir şekilde geliyor yeryüzüne. Kabak gibi güneş altına yatarak, başta deri kanseri, her türlü melanete çanak tutabilirsiniz...
Bu arkadaşlar ne yapıyor? 8 saat falan yağlana yağlana şiş kebap gibi oradan oraya dönerek teslim ediyorlar kendilerini güneşe. Ne adına? Publicity adına... Medyada mürekkep payı almak adına... Peki bunları örnek alan gencecik 'okumuş zır cahiller' var mı? Hem de mebzul miktarda...
Bu 'İkoncan' denen 'tür' hiç mi sorumluluk duymaz, kendilerini taklit eden 'zır cahillere' karşı?.. Bir düşünseler, kaç kişinin kanser olmasına neden oluyorlar acaba... Hiç fena olmazdı...