Millî irade ile dalga geçmek tehlikelidir…
28 Nisan 2018 - Yeni Şafak
Aslında süreç gayet basittir. Tüm ilişki ve iletişim süreçleri için geçerlidir. Özellikle de siyasi iletişim konusunda… Bunların tamamı vaat – güven ekseni çerçevesinde şekillenir. Bir de ona bağlı alt eylem destekleri vardır… Bunların arasında tutarlı ve sürdürülebilir bir yapı kurabilirseniz güveni daha da sağlamlaştırır; böylelikle hedef kitle ya da kişileri ikna etme konusunda büyük avantaj elde edersiniz.
Konuyu bir örnekle anlatmaya çalışalım:
Hükümet, verimlilik, kârlılık, devleti küçültmek gibi pek çok parametreden yola çıkarak şeker fabrikalarını özelleştirme kararı alıyor…
Doğal olarak, mevcut koşulların değişmesinden endişe duyan çalışanlar bu özelleştirme olayına pek sıcak bakmıyorlar. CHP bundan hemen bir siyasî rant kokusu alıyor. Partinin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu yaygarayı koparıyor: ''Sana şeker fabrikalarını sattırmayacağız!..''
Peki sonra ne oluyor?.. Şeker fabrikaları birer birer satılıyor ve Kılıçdaroğlu’ndan ne bir ses var ne de bir nefes… Etkili bir siyasi aksiyondan söz etmek kesinlikle mümkün değil… Pek çoğu özelleştirildi. Dün de bazıları için nihai pazarlık görüşmeleri vardı. Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ'ye (Türkşeker) ait Alpullu, Muş ve Kastamonu şeker fabrikalarının özelleştirilmesi masadaydı. Kılıçdaroğlu neredeydi? Kendisinin aday olmak istemediği Cumhurbaşkanlığına aday bulma çalışmalarında…
Burada hemen teori ile bağlantı kurarak bakalım meseleye… Vaat: Şeker fabrikalarını sattırmamak (orası tamam), Güven: Bunu gerçekleştirecek irade beyanı ve buna bağlı somut sonuç elde edilmesi (bu konuda tamamen başarısızlık), Alt eylem destekleri: Bu konuda da sıfır eylem planı…
Benzer bir durum “Seçimlerde %60’ın altında oy almayız!” iddiasında ortaya çıkıyor. “Sallarız gider, tutmasa da önemli değil. Seçim hattında böyle palavralar atılabilir. Ne var bunda?” muhabbeti çağımızda geçerli değildir; günümüzde ise esâmisi bile okunmamaktadır. Feodal siyaset anlayışının çıktısıdır o tür numaralar. Güvenin hepten yok edilmesine neden olduğu için. Geçmişteki “herkese iki anahtar, ne veriyorlarsa bir fazlası” gibi ‘sloganlar’ hiçbir işe yaramamıştır. Halktan oy talep edenin, millî iradeyi küçümsemesi, onunla dalga geçer gibi davranması işin doğasına aykırı olduğu kadar tehlikelidir de…
Aday belirleme muhabbeti de ‘feodal’ süreçler doğrultusunda gelişmektedir. Kendisinin neden aday olmadığını bir türlü ikna edici bir şekilde anlatamayan Kılıçdaroğlu beş benzemez’in ortak adayını belirlemek için yırtınıp durmaktadır. Müphemiyetin (belirsizlik) her türlü algı bozukluğuna neden olması boşuna değildir; nitekim etrafta spekülasyon ve dedikodudan başka bir bilgi akışı dolaşmamaktadır. Bu da vaat ve güven dengesinin yerle bir olmasının başlıca sebebidir.
Tüm tuhaflıkları ortadan kaldıracak olan, yılların deneyimiyle kazanılmış sağlam yolların rotasında efendi gibi yürütülecek çalışmalarla, farklı siyasi görüşlerin, rekâbetin tadını da belirgin kılacak olan sühûletli (kullanışlı, pratik) süreçlerle sonuçlandıracakları 24 Haziran seçimleridir.
Başkanı zor durumda bıraktılar
Bir yerden 50 milyon TL alacağınız olsun ve bu alacağınızın tahsili ile ilgili açılan davada yetkilendirdiğiniz avukat, size sormadan alacağınızdan feragat etsin. Ne yaparsınız? Hesap sorarsınız avukattan değil mi?
Beşiktaş Yönetim Kurulu’nun aldığı FB ile maça çıkmama kararı da işte böyle bir şeydir. Belli ki gelecek yıl kupadan men edilecekler. Ciddi de bir ceza yiyecekler. Televizyon ve TFF’den alacakları dahil, kayıpları herhalde yaklaşık 50 milyon TL olacaktır. Oysa ille protesto etmek istiyorlar idiyse maça çıkmamak yerine PAF Takımı ile çıksalar ve aynı kadro ile oynamak zorunluluğu nedeniyle, hakem tarafından maç aleyhlerine tatil edilseydi, zarar söz konusu olmayacaktı.
Ayrıca hukuk yolları da tamamen tıkanmamıştı. Tahkim için 7 günlük süreleri vardı. Ondan sonra protesto hareketini devreye sokabilirlerdi.
Bir de tabii halka açık olma durumları var. Kulübü zarara uğratmış oldukları için küçük yatırımcılara da hesap vermek durumunda kalabilirler.
Nihayet bir de kulaktan kulağa dolaşan, Beşiktaş’ın teknik direktörü Şenol Güneş’in “Maça çıkmam, takımı da (Ligin bitimine 4 maç kala) bırakırım!” diye Başkan Fikret Orman’a baskı yaptığı iddiası da var.
Orman da TFF’nin kararını boykot etme konusunda kendisini mecbur hissetmiş.
Aynı tavırla ve politize olmadan, Beşiktaş’a hasar vermeden çözülebilirmiş. Yazık olmuş.
Konuyu bir örnekle anlatmaya çalışalım:
Hükümet, verimlilik, kârlılık, devleti küçültmek gibi pek çok parametreden yola çıkarak şeker fabrikalarını özelleştirme kararı alıyor…
Doğal olarak, mevcut koşulların değişmesinden endişe duyan çalışanlar bu özelleştirme olayına pek sıcak bakmıyorlar. CHP bundan hemen bir siyasî rant kokusu alıyor. Partinin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu yaygarayı koparıyor: ''Sana şeker fabrikalarını sattırmayacağız!..''
Peki sonra ne oluyor?.. Şeker fabrikaları birer birer satılıyor ve Kılıçdaroğlu’ndan ne bir ses var ne de bir nefes… Etkili bir siyasi aksiyondan söz etmek kesinlikle mümkün değil… Pek çoğu özelleştirildi. Dün de bazıları için nihai pazarlık görüşmeleri vardı. Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ'ye (Türkşeker) ait Alpullu, Muş ve Kastamonu şeker fabrikalarının özelleştirilmesi masadaydı. Kılıçdaroğlu neredeydi? Kendisinin aday olmak istemediği Cumhurbaşkanlığına aday bulma çalışmalarında…
Burada hemen teori ile bağlantı kurarak bakalım meseleye… Vaat: Şeker fabrikalarını sattırmamak (orası tamam), Güven: Bunu gerçekleştirecek irade beyanı ve buna bağlı somut sonuç elde edilmesi (bu konuda tamamen başarısızlık), Alt eylem destekleri: Bu konuda da sıfır eylem planı…
Benzer bir durum “Seçimlerde %60’ın altında oy almayız!” iddiasında ortaya çıkıyor. “Sallarız gider, tutmasa da önemli değil. Seçim hattında böyle palavralar atılabilir. Ne var bunda?” muhabbeti çağımızda geçerli değildir; günümüzde ise esâmisi bile okunmamaktadır. Feodal siyaset anlayışının çıktısıdır o tür numaralar. Güvenin hepten yok edilmesine neden olduğu için. Geçmişteki “herkese iki anahtar, ne veriyorlarsa bir fazlası” gibi ‘sloganlar’ hiçbir işe yaramamıştır. Halktan oy talep edenin, millî iradeyi küçümsemesi, onunla dalga geçer gibi davranması işin doğasına aykırı olduğu kadar tehlikelidir de…
Aday belirleme muhabbeti de ‘feodal’ süreçler doğrultusunda gelişmektedir. Kendisinin neden aday olmadığını bir türlü ikna edici bir şekilde anlatamayan Kılıçdaroğlu beş benzemez’in ortak adayını belirlemek için yırtınıp durmaktadır. Müphemiyetin (belirsizlik) her türlü algı bozukluğuna neden olması boşuna değildir; nitekim etrafta spekülasyon ve dedikodudan başka bir bilgi akışı dolaşmamaktadır. Bu da vaat ve güven dengesinin yerle bir olmasının başlıca sebebidir.
Tüm tuhaflıkları ortadan kaldıracak olan, yılların deneyimiyle kazanılmış sağlam yolların rotasında efendi gibi yürütülecek çalışmalarla, farklı siyasi görüşlerin, rekâbetin tadını da belirgin kılacak olan sühûletli (kullanışlı, pratik) süreçlerle sonuçlandıracakları 24 Haziran seçimleridir.
Başkanı zor durumda bıraktılar
Bir yerden 50 milyon TL alacağınız olsun ve bu alacağınızın tahsili ile ilgili açılan davada yetkilendirdiğiniz avukat, size sormadan alacağınızdan feragat etsin. Ne yaparsınız? Hesap sorarsınız avukattan değil mi?
Beşiktaş Yönetim Kurulu’nun aldığı FB ile maça çıkmama kararı da işte böyle bir şeydir. Belli ki gelecek yıl kupadan men edilecekler. Ciddi de bir ceza yiyecekler. Televizyon ve TFF’den alacakları dahil, kayıpları herhalde yaklaşık 50 milyon TL olacaktır. Oysa ille protesto etmek istiyorlar idiyse maça çıkmamak yerine PAF Takımı ile çıksalar ve aynı kadro ile oynamak zorunluluğu nedeniyle, hakem tarafından maç aleyhlerine tatil edilseydi, zarar söz konusu olmayacaktı.
Ayrıca hukuk yolları da tamamen tıkanmamıştı. Tahkim için 7 günlük süreleri vardı. Ondan sonra protesto hareketini devreye sokabilirlerdi.
Bir de tabii halka açık olma durumları var. Kulübü zarara uğratmış oldukları için küçük yatırımcılara da hesap vermek durumunda kalabilirler.
Nihayet bir de kulaktan kulağa dolaşan, Beşiktaş’ın teknik direktörü Şenol Güneş’in “Maça çıkmam, takımı da (Ligin bitimine 4 maç kala) bırakırım!” diye Başkan Fikret Orman’a baskı yaptığı iddiası da var.
Orman da TFF’nin kararını boykot etme konusunda kendisini mecbur hissetmiş.
Aynı tavırla ve politize olmadan, Beşiktaş’a hasar vermeden çözülebilirmiş. Yazık olmuş.