Milliyetçi söylemle ticaret nereye kadar...
13 TEMMUZ 2003
"Bana uygun bir dalga verin, bir de sörf tahtası. İngiltere'den Amerika'ya giderim" demiş adam... Ülker şu sıra benzer bir dalgayı yakaladı. Cola Turka reklam atağı, iletişim açısından Mavi Jeans'ten bu yana yapılmış en çarpıcı kampanya. Ama bir o kadar da tartışmaya açık... Mesajı o kadar baskın ki, çarpıcılığının yanında tartışmaya açık yanı gölgede kalıyor.
Bütün gazeteler, gözlerini fara kaptırmış tavşanlar gibi donakalıp izlediler kampanyayı.. İnsanın gözünün kamaşmaması da zor aslında. 11 Türk subayının ABD'li askerlerce kaçırılması karşısında medyada yakalanmış olan 'milli mutabakat', Cola Turka konusunda sanki daha da kuvvetli olarak ortaya çıktı.
Mükemmel bir zamanlama! İnsanların satın alma kararlarının marka niteliğinden çok duygusal algılamalarına göre oluştuğu günümüzde bundan başarılı bir çıkış olabilir mi? Milliyetçilik yükselen değer haline gelmiş. Bunu ticari başarıya dönüştürmek niçin yanlış olsun ki... Bizce yanlış değil ama eksik... Siyaset ve ticaret her zaman atbaşı gitmeyebiliyor. Cuma günü Yeni Şafak gazetesinde sürmanşete 9 sütun üzerinden "Cola Turka'dan milli çalım" başlığı ile verilen haber-yorum, kampanyanın güçlü çıkışının yanı sıra tarihi fırsatı doğru kullanmasından söz ediyordu. Öte yandan Cola Turka yetkilileri bu ürünü piyasaya bir yıldır hazırladıklarını söylüyorlar. Oysa o zamanlar ne tezkere meselesi var; ne Ermeni soykırımı yasa tasarısı gündemdeydi; ne Kuzey Irak'ta bağımsız Kürt devleti; ne Kıbrıs'taki son gelişmeler; ne de kaçırılan 11 Türk subayı... Bir tek IMF vardı o günlerde... Bir de Derviş...
Türkiye'nin bir ikisi dışında değme stratejistleri o günlerden Türkiye'nin Amerika tarafından bir yılda böylesine köşeye sıkıştırılmak isteneceğini göremediler. Ülker görmüş demek ki.
Şimdi tersinin söz konusu olmayacağı ne malum... Siyaset bu. Çıkarlara göre anında değişebilir. Rüzgarlar tersten esmeye başladı mı, ne yapacak Cola Turka?
Bir markanın oturması için önce iki öğenin yerini bulması gerek Vaad ve güven!.. Ülker'de ikincisi bol miktarda var. Mükemmel bir dağıtım ve satış ağı, kalite.
Ülker için şimdi 'tam saha pres' zamanı. Şimdi ürünün vaadini anlatma zamanı. İçenler beğeniyor. Bir ürünün uzun vadede taşıyamayacağı ağırlıkta siyasi yüklemeden sıyrılıp ürün eksenine dönerlerse, 'Türk gibi başlayıp İsviçreli gibi bitirebilirler' bu işi...
Yapılacak en doğru şey susmak veya 'Bilmiyorum' demek
Ülkemizin herhangi bir yerinde, herhangi birine yol sorun... Hiçbir zaman şu cevabı alamazsınız "Bilmiyorum!"... Mutlaka bir şeyler söylerler. Ya da birilerine bir rahatsızlığınızdan söz edin. Verecekleri bir-iki öğüt mutlaka vardır.
Yardımseverlik ve bir şeyleri ille de bilip düzeltmek, sanki ortak ruhi şekillenmemizin bir parçası... Kaza mı oldu; bilir bilmez herkes yaralının başına üşüşür. Her kafadan bir ses çıkar. Genellikle de yaralının orasını burasını çekiştirir; zavallıcığa durduk yerde daha fazla zarar veririz...
Cerrahlık, pilotluk, paraşütle atlama, jonglörlük gibi maharet gerektiren meslekler ve nükleer fizik, kimya gibi somut bilgi gerektiren alanlar dışında, soyutlamaya dayalı hiçbir uzmanlık alanı bizde kolay kolay saygı görmez. Müteahhitlik yapmak için inşaat mühendisi ya da mimar olmak gerekmez mesela. Hangimiz iç dekoratör değilizdir, yani.
Reklam filmi mi, ne var bunda çeviririz; gazetecilik mi, ne olmuş yani yazarız; iletişim uzmanlığı mı, Allah Allah iş mi bu, zaten bütün gün iletişimin içindeyiz
Şu sıra ÖSS gündemde ya. Kim nerede okusun, herkesin bir fikri var. 'Psikolojik rehberlik' sanki hepimizin uzmanlık alanı... Zavallı çocuklar çaresizlik içinde puanlarını beklemede. Biraz da bu yüzden 17 Haziran'dan bu yana 40 gün 40 gecelik mezuniyet kutlamaları sürüp duruyor. En azından başta benim kızım, onun arkadaşları ve çevremizdeki gençler, karar anını düşünmemek için, devreleri kapatmışlar, kutluyorlar.
Eğer bir uzmanla çalışıp gençlerin yönlenmesine yardımcı olamıyorsanız, yapacağınız en doğru şey, susmak! Bilmiyorum, demek. Gençlerin kendi yollarını kendilerinin çizmesine izin vermek. "Ben olsaydım... Bak dayın ne yapmış... Ahmet'in oğlu... Leyla'nın kızı" örnekleriyle yola çıkıp, gençlerin kararsızlığın karanlık dehlizlerinde başlarını döndürmenin hiç mi hiç alemi yok. Karışmazsak, onlar daha doğru karar verirler. Yapacağımız şey, onlara güvenmek... Çok mu zor?
Geçen hafta Bozcaada'daydım. Bir önceki hafta yeni Audi A3'ün lansmanı için gazeteciler adaya gelmişler. Bütün ada halkının dilinde. Audi'ciler müthiş güzel izlenimler bırakıp ayrılmışlar buradan. Gazetelerde bu vesile ile Bozcaada için övgü dolu yazılar çıktı. Aman dikkat! Bozcaada hayli asude bir yerdir. Beklentileriniz Bodrum, Marmaris, Kuşadası, Çeşme'ye kilitlenmişse, Bozcaada'da büyük düş kırıklığı yaşayabilirsiniz. Benden tavsiye, önce uzatılmış bir hafta sonu için gelin. Beğenirseniz daha uzun kalırsınız. Yoksa deli rüzgarları, serin denizi, sessiz akşamları sizi çarpabilir...
Bodrum'da önce Mindos Kapı'yı, sonra Osmanlı kalesini onaran Turkcell ve Ericsson ikilisi, bu kez de antik tiyatroyu restore ettirmiş. Kültür turizmine büyük katkı. Toplumsal sorumluluk kampanyalarının PR değeri tespit edilirken, geri dönüşe bakılır. Buradaki geri dönüş, biraz da o mekanın ne için kullanılacağına bağlı. Nefis bir Heleni Karaindrou, ya da Goran Bregoviç, ya da Fatih Atakoğlu, ya da Sezen Aksu konser dizisi, yani Akdeniz pop-klasikleri resmi geçidi olsa da izlesek. Açılış gösterileri bu hayali vaadediyor.
Finansal Forum ve birkaç küçük gazete daha vermiş haberi "Çölden cennet yarattı." Tunçbilek'te 300 hektarlık kömür madeni ekonomik ömrünü tamamlamış. Geriye kül rengi iğrenç bir ölü toprağı kalmış. Ünsa AŞ'nin sahibi Necati Ünal da buraya el atmış. Uzmanların 'Ağaç yetişmez' dedikleri bu alana TEMA'nın yardımıyla 80 bin fıstık çamı, 40 bin meyve ağacı dikmiş. Şimdi orası yeşil bir cennet gibi uzanıyor. Çevre Bakanlığı ve diğer ilgili kuruluşları merakla bekliyorum. Bakalım Necati Ünal'ın bu örnek çalışmasını yaygınlaştırmak için ne yapacaklar...
Bütün gazeteler, gözlerini fara kaptırmış tavşanlar gibi donakalıp izlediler kampanyayı.. İnsanın gözünün kamaşmaması da zor aslında. 11 Türk subayının ABD'li askerlerce kaçırılması karşısında medyada yakalanmış olan 'milli mutabakat', Cola Turka konusunda sanki daha da kuvvetli olarak ortaya çıktı.
Mükemmel bir zamanlama! İnsanların satın alma kararlarının marka niteliğinden çok duygusal algılamalarına göre oluştuğu günümüzde bundan başarılı bir çıkış olabilir mi? Milliyetçilik yükselen değer haline gelmiş. Bunu ticari başarıya dönüştürmek niçin yanlış olsun ki... Bizce yanlış değil ama eksik... Siyaset ve ticaret her zaman atbaşı gitmeyebiliyor. Cuma günü Yeni Şafak gazetesinde sürmanşete 9 sütun üzerinden "Cola Turka'dan milli çalım" başlığı ile verilen haber-yorum, kampanyanın güçlü çıkışının yanı sıra tarihi fırsatı doğru kullanmasından söz ediyordu. Öte yandan Cola Turka yetkilileri bu ürünü piyasaya bir yıldır hazırladıklarını söylüyorlar. Oysa o zamanlar ne tezkere meselesi var; ne Ermeni soykırımı yasa tasarısı gündemdeydi; ne Kuzey Irak'ta bağımsız Kürt devleti; ne Kıbrıs'taki son gelişmeler; ne de kaçırılan 11 Türk subayı... Bir tek IMF vardı o günlerde... Bir de Derviş...
Türkiye'nin bir ikisi dışında değme stratejistleri o günlerden Türkiye'nin Amerika tarafından bir yılda böylesine köşeye sıkıştırılmak isteneceğini göremediler. Ülker görmüş demek ki.
Şimdi tersinin söz konusu olmayacağı ne malum... Siyaset bu. Çıkarlara göre anında değişebilir. Rüzgarlar tersten esmeye başladı mı, ne yapacak Cola Turka?
Bir markanın oturması için önce iki öğenin yerini bulması gerek Vaad ve güven!.. Ülker'de ikincisi bol miktarda var. Mükemmel bir dağıtım ve satış ağı, kalite.
Ülker için şimdi 'tam saha pres' zamanı. Şimdi ürünün vaadini anlatma zamanı. İçenler beğeniyor. Bir ürünün uzun vadede taşıyamayacağı ağırlıkta siyasi yüklemeden sıyrılıp ürün eksenine dönerlerse, 'Türk gibi başlayıp İsviçreli gibi bitirebilirler' bu işi...
Yapılacak en doğru şey susmak veya 'Bilmiyorum' demek
Ülkemizin herhangi bir yerinde, herhangi birine yol sorun... Hiçbir zaman şu cevabı alamazsınız "Bilmiyorum!"... Mutlaka bir şeyler söylerler. Ya da birilerine bir rahatsızlığınızdan söz edin. Verecekleri bir-iki öğüt mutlaka vardır.
Yardımseverlik ve bir şeyleri ille de bilip düzeltmek, sanki ortak ruhi şekillenmemizin bir parçası... Kaza mı oldu; bilir bilmez herkes yaralının başına üşüşür. Her kafadan bir ses çıkar. Genellikle de yaralının orasını burasını çekiştirir; zavallıcığa durduk yerde daha fazla zarar veririz...
Cerrahlık, pilotluk, paraşütle atlama, jonglörlük gibi maharet gerektiren meslekler ve nükleer fizik, kimya gibi somut bilgi gerektiren alanlar dışında, soyutlamaya dayalı hiçbir uzmanlık alanı bizde kolay kolay saygı görmez. Müteahhitlik yapmak için inşaat mühendisi ya da mimar olmak gerekmez mesela. Hangimiz iç dekoratör değilizdir, yani.
Reklam filmi mi, ne var bunda çeviririz; gazetecilik mi, ne olmuş yani yazarız; iletişim uzmanlığı mı, Allah Allah iş mi bu, zaten bütün gün iletişimin içindeyiz
Şu sıra ÖSS gündemde ya. Kim nerede okusun, herkesin bir fikri var. 'Psikolojik rehberlik' sanki hepimizin uzmanlık alanı... Zavallı çocuklar çaresizlik içinde puanlarını beklemede. Biraz da bu yüzden 17 Haziran'dan bu yana 40 gün 40 gecelik mezuniyet kutlamaları sürüp duruyor. En azından başta benim kızım, onun arkadaşları ve çevremizdeki gençler, karar anını düşünmemek için, devreleri kapatmışlar, kutluyorlar.
Eğer bir uzmanla çalışıp gençlerin yönlenmesine yardımcı olamıyorsanız, yapacağınız en doğru şey, susmak! Bilmiyorum, demek. Gençlerin kendi yollarını kendilerinin çizmesine izin vermek. "Ben olsaydım... Bak dayın ne yapmış... Ahmet'in oğlu... Leyla'nın kızı" örnekleriyle yola çıkıp, gençlerin kararsızlığın karanlık dehlizlerinde başlarını döndürmenin hiç mi hiç alemi yok. Karışmazsak, onlar daha doğru karar verirler. Yapacağımız şey, onlara güvenmek... Çok mu zor?
Geçen hafta Bozcaada'daydım. Bir önceki hafta yeni Audi A3'ün lansmanı için gazeteciler adaya gelmişler. Bütün ada halkının dilinde. Audi'ciler müthiş güzel izlenimler bırakıp ayrılmışlar buradan. Gazetelerde bu vesile ile Bozcaada için övgü dolu yazılar çıktı. Aman dikkat! Bozcaada hayli asude bir yerdir. Beklentileriniz Bodrum, Marmaris, Kuşadası, Çeşme'ye kilitlenmişse, Bozcaada'da büyük düş kırıklığı yaşayabilirsiniz. Benden tavsiye, önce uzatılmış bir hafta sonu için gelin. Beğenirseniz daha uzun kalırsınız. Yoksa deli rüzgarları, serin denizi, sessiz akşamları sizi çarpabilir...
Bodrum'da önce Mindos Kapı'yı, sonra Osmanlı kalesini onaran Turkcell ve Ericsson ikilisi, bu kez de antik tiyatroyu restore ettirmiş. Kültür turizmine büyük katkı. Toplumsal sorumluluk kampanyalarının PR değeri tespit edilirken, geri dönüşe bakılır. Buradaki geri dönüş, biraz da o mekanın ne için kullanılacağına bağlı. Nefis bir Heleni Karaindrou, ya da Goran Bregoviç, ya da Fatih Atakoğlu, ya da Sezen Aksu konser dizisi, yani Akdeniz pop-klasikleri resmi geçidi olsa da izlesek. Açılış gösterileri bu hayali vaadediyor.
Finansal Forum ve birkaç küçük gazete daha vermiş haberi "Çölden cennet yarattı." Tunçbilek'te 300 hektarlık kömür madeni ekonomik ömrünü tamamlamış. Geriye kül rengi iğrenç bir ölü toprağı kalmış. Ünsa AŞ'nin sahibi Necati Ünal da buraya el atmış. Uzmanların 'Ağaç yetişmez' dedikleri bu alana TEMA'nın yardımıyla 80 bin fıstık çamı, 40 bin meyve ağacı dikmiş. Şimdi orası yeşil bir cennet gibi uzanıyor. Çevre Bakanlığı ve diğer ilgili kuruluşları merakla bekliyorum. Bakalım Necati Ünal'ın bu örnek çalışmasını yaygınlaştırmak için ne yapacaklar...