Motorola kafayı kuma gömmemeli
11 ARALIK 2005
Geçen hafta Açık Radyo’da çok ilginç bir haber vardı. Açık Gazete’de Ömer Madra ve Avi Haligua iki kaynağa dayanarak İsrail’in en önemli gazetesi Yediot Ahronot mahreçli şu haberi verdiler:
“Çok sayıda İsrailli şirket Kürt hükümetinden aldıkları ihalelerle Kuzey Irak’ta Kürt güvenlik güçlerinin eğitimini ve en gelişmiş silahlarla donatılması işini üstlendiler. İşin içinde iki tane de son derece modern havaalanı inşası var.” Anat Tal-Shir imzalı habere göre İsrailli elit birlikelere mensup uzmanlar bu eğitim işinde başrolü oynuyorlar. İsrailli güvenlik ve iletişim firmalarının bu alanda aldıkları işlerin milyonlarca dolar tuttuğu bildiriliyor.
Haberin buraya kadar olan kısmı zaten biliniyordu ve benim belki ilgi alanımın içindeydi, ama kesinlikle uzmanlık alanımın dışında. Şimdi bizim ilgimizi çeken kısım geliyor: Yediot Ahronot’’un haberinde bu ilişkilerin içinde olduğu belirtilen özellikle iki firmanın adı verilmiş. Biri Motorola Inc., diğeri Magalcom Communications and Computers... Kaynakların adresleri şöyle: http://www.zaman.com/?bl=international&alt=&hn=27028 ve http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3177712,00.html
Neden mi bu konu ilgimizi çekiyor. Çünkü bizce ortada ciddi bir iletişim sorunu var. Eğer haber doğruysa, bilgi Türkiye’de yayılmadan ve patlamadan önce Motorola’nın derhal kendisine bir kriz iletişim planı yapması ve Türkiye’de başına gelebilecek reaksiyonlara karşı derhal gerekli iletişim stratejisini belirlemesi yerinde olur.
Belki de haber yanlıştır ya da eksiktir. Hangi Kürt Bölgesi, kimler eğitiliyor? Nereye yatırım yapılıyor? Motorola hangi projenin içinde? Ayrıntı eksik olabilir. Biz olayı bir yönüyle biliyoruz şu anda. Motorola’nın yapması gereken ilk şey; olayı ve Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinde neler olup bittiğini bütün açıklığıyla anlatmasıdır. Türkiye’nin bu kadar hassas olduğu bir konuda Motorola kafasını kuma gömer, “Bize bir şey olmaz” havasına girerse yanlış yapar. Haber üç kaynakta yer almış. Buraya almamız doğal. Eğer Motorola’nın açıklaması gelirse onu da buraya koymak boynumuzun borcu...
Kaybedeni olmayan oyun
Dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’e deri ceket pek bir yakışmıştı. Aynı şekilde İstanbul Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği (İDMİB) Başkanı
Mehmet Büyükekşi Deri Tanıtım Grubu Başkanı ve Derimod’un sahibi Ümit Zaim o basın toplantısında siyah deri ceket giymişlerdi. Bu bir örnek giyinme teklifi Tüzmen’den gelmiş.
Toplumsal dinamikleri harekete geçiren üç ayak biraraya gelince neler olabileceğini bir kez daha gördük. Devlet – Özel sektör – STK’lar... Buna bir de medya ve kamuoyunun etkilendiği fikir önderleri, sanat, spor dünyasından ünlülerinin desteği ve katılımı eklendi mi; buyurun size mükemmel bir iletişim kampanyası.
Türk derisinin ülke içinde ve dışında marka değerinin artırılmasına yönelik bu uzun soluklu kampanyanın ikinci ayağı bu hafta başlıyor. İlkinde havaalanlarında yabancılar hedef kitle olarak seçilmişti. Şimdi Türk halkı bir dünya markası olmaya namzet kendi derisine. Ümit Zaim’e göre Türk derisine yurt dışında verilen değer neredeyse içeride verilenden fazla.
Başkan Mehmet Büyükeşi ve Bakan Tüzmen yaptıkları konuşmalarında Ümit Zaim’e teşekkürlerini
Dile getirirken, sanki bir pazarlama ustasından söz ediyorlardı. Ümit Zaim’in adı John Smith olmadığı için, gerek 30 yıldır başarıyla yönettiği Derimod markası ile gerekse de Deri Tanıtım Grubu’nun tüm iletişim ödüllerini toplaması gereken bu kampanyasıyla iletişim literatürüne geçme şansı zayıf.
Bu arada tanıtım kampanyası için Nihat Odabaşı’nın sihirli kamerasının karşısına geçmiş olan ünlüleri de kutlamak gerek. Hem cesaretleri hem de gelişmiş ulusal bilinçleri nedeniyle: İshak Alaton, Tuncay Özilhan, Cem Boyner, Şansal Büyüka, Ercan Saatçi, Hıncal Uluç, Ayşe Arman, Hülya Koçyiğit, Demet Akbağ, Burhan Öcal, Kenan Doğulu, Gülben Ergen ve Özcan Deniz çok hoş fotoğraflar vermişler. Fatih Terim, Emre Belezoğlu ve Ahmet Hakan’nın da çekimleri önümüzdeki günlerde yapılacakmış.
Umarız dünyada böyle bir katılımlı örneği az görünen bu kampanya diğer sektöelere model olur. Büyükekşi’nin hedefi çok net. Bu kampanya için harcanacak bir milyon dolarla sektörel hedefi milyar dolar düzeyine çıkarmak. Bakan Tüzmen ise 5 milyar dolarlardan söz ediyor. Kaç konup kaç alınacağı ve bu işten ülkede kimlerin kazançlı çıkacağını varın siz hesap edin. bU tür projelerde oyunu doğru kurdunuz mu, oyunun kaybedeni olmaz.
Dishy’nin işi zor
Karşımdakileri biraz kızdırmak için de olsa; zaman zaman ukalalık dozunu artırma bahasına işin keyfini çıkarırım: “Haklı çıkmaktan bıktım!”...
Haber Cuma günü internete düştü: “Geçen temmuz ayında büyük iddialarla çıkartılan, Dishy dergisi kapatılıyor. Zararda olduğu bilinen ve Akkaya'nın tiraj almak için son sayısında çıplak pozlar verdiği Dishy dergisinin tirajı 3-4 binler seviyesini bir türlü aşamamıştı. Dergi, ilk sayısından itibaren reklamlarında da sürekli düşüş yaşamıştı.”
Ertesi günü de derginin genel yayın yönetmeni Selin Mançer sitelere açıklama yollamış. “Kapanmıyoruz. Tirajımız 7-8 bin. Büyük bir grup değiliz. Reklam yapamıyoruz” demiş.
Biz de 10 Temmuz’da Sabah’ta Deniz Hanım’ın dergisinden söz etmişiz. Bu işin nasıl ve neden olmayacağının ip uçlarını vermişiz. “Dergi oturdu mu tirajı 7-8 bini geçmez” demişiz... Deniz Hanım’ın genç mankenlere nasıl marka olunacağını anlatma iddiasının yanlış olduğunu söylemişiz; hedef kitlesinin yanlış belirlediğini vurgulamışız; Brad Pitt’le nasıl röportaj yapamadığının röportajını yaparak işe başlamanın hayırlı bir iş olmadığını anlatmışız. “Hoş adamlarla tanışmanın yolları”; “Plajda sevişme pozisyonlarını sizin için denedik” gibi ‘araştırmacı gazetecilik’ numaralarının yemeyeceğinden dem vurmuşuz. Yazıyı da “Yine de umarız, pek çok insanın ekmek yediği dergi başarılı olur!” diye bitirmişiz. Eğer internet haberleri doğruysa, en çok o dergide çalışanlar adına üzülürüm. Ve de marka olmakla şöhret olmak arasında farkı anlamadıkları için sürekli hata yapanlar adına...
Özensizlik diz boyu
Fatih Altaylı dün değinmiş. “Yeni, süper” falan diye tanıtılan kampanya, Turizm ve Kültür Bakanlığı’na artık hizmet vermeyen DDF’in geçen yıl hazırladığı bir de ödül aldığı çalışmalarından oluşuyor. Bu başlı başına gaf da, bizim ilgimizi bir başka nokta çekti.
Bakanlık bu işi ‘Türkiye’nin tanıtımı’ diye sunuyor. Oysa yapılan Türkiye’nin bir ürününün pazarlamasıdır. Turistlerin sayısını ve Turizm gelirini artırmaktır amaç. Satış odaklıdır yani. Türkiye’nin genel marka vaadinin sadece bir parçasıdır turizm meselesi. Sadece küçük bir parçası... Sen kendi kendine böyle gelin güvey olursan, Türkiye markasının doğru dürüst yönetilmemesinden de seni sorumlu tutarlar. Turizm pazarlaması için ayrılmış 40-50 milyon dolar bütçeyle ülke tanıtımına soyunduğunu anlatmaya kalkarsan, aldığın sorumluluğu altında boğuverirler seni...
Bakan’ın medya danışmanlığına London School of PR’dan öğrencimiz Fatih Bayhan’ın getirilmesiyle iletişim işleri iyiye gitmeye başlamıştı. Fatih’in ya gözünden kaçmış; ya da bu işleri ona sormuyorlar... Ama Bakanlığın tanıtım bölümünde özensizlik diz boyu...
İki kitapta devri âlem...
İki kitap geçti elime. İkisini de okumak zahmet istiyor. Ama hayat böyle. Katma değerli işler zordur.
Günümüz iş dünyasında rekabet insana her türlü yolu öğretiyor, denetiyor, uygulatıyor. Kaçış yok! Öyle veya böyle farklılaşmak, öne geçmek, başarılı olmak zorundayız. Aksi halde ‘nerede hata yaptık?’ demekten kendimizi alıkoyamayız. Peki bu duruma düşmemek için ne yapmak gerekiyor? Elbette dünyayı ve örnek olayları takip etmek.
Dünyaca ünlü üç pazarlama danışmanı ile Koç Üniversitesi akademisyenlerinden Lerzan Aksoy bu takip sürecinin bir ayağını sizler için yapmış. En önemli ve en çok kazanç getiren konu olan ‘müşteri sadakati’ni ele almış ve “Loyalty Myths” (Sadakat Mitleri) adında bir kitaba imza atmış. Sadece kitabın yanında gelen bilgi notundan küçük bir paragraf alıntılayacağım. Sanırım ne demek istediğini ve istediğimi anlatacak: “Yeni bir müşteri bulmak, eski müşteriyi elde tutmaktan 5 kat daha fazla masraflıdır; sadık müşteriler gerçekten şirketin reklamını yaparlar mı; uzun vade müşteri, kısa vade müşteriden daha mı önemlidir; mutlu çalışanlar, mutlu müşteriler yaratır gibi efsaneleşmiş fikirlere kesin bir dille hayır!”
İkinci kitap Merkez Kitapçılık’tan. Tuğla gibi, dedikleri türden. Enis Batur’a İclal Aydın’ı sormuşlar. O da “Edip ile muharrir arasında fark vardır” demiş. “Atlıkarıncada bir tur daha”nın yazarı İtalyan gazeteci Tiziano Terzani ikinci türe giriyor. Ama ne muharrir... Ama ne ilginç bir dünya gözlemi... Şöyle bir başladım kitaba. 2 ayda falan ancak bitiririm herhalde. Beni ilk sayfalardan feci sardı. Şiddetle tavsiye ederim.
“Çok sayıda İsrailli şirket Kürt hükümetinden aldıkları ihalelerle Kuzey Irak’ta Kürt güvenlik güçlerinin eğitimini ve en gelişmiş silahlarla donatılması işini üstlendiler. İşin içinde iki tane de son derece modern havaalanı inşası var.” Anat Tal-Shir imzalı habere göre İsrailli elit birlikelere mensup uzmanlar bu eğitim işinde başrolü oynuyorlar. İsrailli güvenlik ve iletişim firmalarının bu alanda aldıkları işlerin milyonlarca dolar tuttuğu bildiriliyor.
Haberin buraya kadar olan kısmı zaten biliniyordu ve benim belki ilgi alanımın içindeydi, ama kesinlikle uzmanlık alanımın dışında. Şimdi bizim ilgimizi çeken kısım geliyor: Yediot Ahronot’’un haberinde bu ilişkilerin içinde olduğu belirtilen özellikle iki firmanın adı verilmiş. Biri Motorola Inc., diğeri Magalcom Communications and Computers... Kaynakların adresleri şöyle: http://www.zaman.com/?bl=international&alt=&hn=27028 ve http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-3177712,00.html
Neden mi bu konu ilgimizi çekiyor. Çünkü bizce ortada ciddi bir iletişim sorunu var. Eğer haber doğruysa, bilgi Türkiye’de yayılmadan ve patlamadan önce Motorola’nın derhal kendisine bir kriz iletişim planı yapması ve Türkiye’de başına gelebilecek reaksiyonlara karşı derhal gerekli iletişim stratejisini belirlemesi yerinde olur.
Belki de haber yanlıştır ya da eksiktir. Hangi Kürt Bölgesi, kimler eğitiliyor? Nereye yatırım yapılıyor? Motorola hangi projenin içinde? Ayrıntı eksik olabilir. Biz olayı bir yönüyle biliyoruz şu anda. Motorola’nın yapması gereken ilk şey; olayı ve Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinde neler olup bittiğini bütün açıklığıyla anlatmasıdır. Türkiye’nin bu kadar hassas olduğu bir konuda Motorola kafasını kuma gömer, “Bize bir şey olmaz” havasına girerse yanlış yapar. Haber üç kaynakta yer almış. Buraya almamız doğal. Eğer Motorola’nın açıklaması gelirse onu da buraya koymak boynumuzun borcu...
Kaybedeni olmayan oyun
Dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’e deri ceket pek bir yakışmıştı. Aynı şekilde İstanbul Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği (İDMİB) Başkanı
Mehmet Büyükekşi Deri Tanıtım Grubu Başkanı ve Derimod’un sahibi Ümit Zaim o basın toplantısında siyah deri ceket giymişlerdi. Bu bir örnek giyinme teklifi Tüzmen’den gelmiş.
Toplumsal dinamikleri harekete geçiren üç ayak biraraya gelince neler olabileceğini bir kez daha gördük. Devlet – Özel sektör – STK’lar... Buna bir de medya ve kamuoyunun etkilendiği fikir önderleri, sanat, spor dünyasından ünlülerinin desteği ve katılımı eklendi mi; buyurun size mükemmel bir iletişim kampanyası.
Türk derisinin ülke içinde ve dışında marka değerinin artırılmasına yönelik bu uzun soluklu kampanyanın ikinci ayağı bu hafta başlıyor. İlkinde havaalanlarında yabancılar hedef kitle olarak seçilmişti. Şimdi Türk halkı bir dünya markası olmaya namzet kendi derisine. Ümit Zaim’e göre Türk derisine yurt dışında verilen değer neredeyse içeride verilenden fazla.
Başkan Mehmet Büyükeşi ve Bakan Tüzmen yaptıkları konuşmalarında Ümit Zaim’e teşekkürlerini
Dile getirirken, sanki bir pazarlama ustasından söz ediyorlardı. Ümit Zaim’in adı John Smith olmadığı için, gerek 30 yıldır başarıyla yönettiği Derimod markası ile gerekse de Deri Tanıtım Grubu’nun tüm iletişim ödüllerini toplaması gereken bu kampanyasıyla iletişim literatürüne geçme şansı zayıf.
Bu arada tanıtım kampanyası için Nihat Odabaşı’nın sihirli kamerasının karşısına geçmiş olan ünlüleri de kutlamak gerek. Hem cesaretleri hem de gelişmiş ulusal bilinçleri nedeniyle: İshak Alaton, Tuncay Özilhan, Cem Boyner, Şansal Büyüka, Ercan Saatçi, Hıncal Uluç, Ayşe Arman, Hülya Koçyiğit, Demet Akbağ, Burhan Öcal, Kenan Doğulu, Gülben Ergen ve Özcan Deniz çok hoş fotoğraflar vermişler. Fatih Terim, Emre Belezoğlu ve Ahmet Hakan’nın da çekimleri önümüzdeki günlerde yapılacakmış.
Umarız dünyada böyle bir katılımlı örneği az görünen bu kampanya diğer sektöelere model olur. Büyükekşi’nin hedefi çok net. Bu kampanya için harcanacak bir milyon dolarla sektörel hedefi milyar dolar düzeyine çıkarmak. Bakan Tüzmen ise 5 milyar dolarlardan söz ediyor. Kaç konup kaç alınacağı ve bu işten ülkede kimlerin kazançlı çıkacağını varın siz hesap edin. bU tür projelerde oyunu doğru kurdunuz mu, oyunun kaybedeni olmaz.
Dishy’nin işi zor
Karşımdakileri biraz kızdırmak için de olsa; zaman zaman ukalalık dozunu artırma bahasına işin keyfini çıkarırım: “Haklı çıkmaktan bıktım!”...
Haber Cuma günü internete düştü: “Geçen temmuz ayında büyük iddialarla çıkartılan, Dishy dergisi kapatılıyor. Zararda olduğu bilinen ve Akkaya'nın tiraj almak için son sayısında çıplak pozlar verdiği Dishy dergisinin tirajı 3-4 binler seviyesini bir türlü aşamamıştı. Dergi, ilk sayısından itibaren reklamlarında da sürekli düşüş yaşamıştı.”
Ertesi günü de derginin genel yayın yönetmeni Selin Mançer sitelere açıklama yollamış. “Kapanmıyoruz. Tirajımız 7-8 bin. Büyük bir grup değiliz. Reklam yapamıyoruz” demiş.
Biz de 10 Temmuz’da Sabah’ta Deniz Hanım’ın dergisinden söz etmişiz. Bu işin nasıl ve neden olmayacağının ip uçlarını vermişiz. “Dergi oturdu mu tirajı 7-8 bini geçmez” demişiz... Deniz Hanım’ın genç mankenlere nasıl marka olunacağını anlatma iddiasının yanlış olduğunu söylemişiz; hedef kitlesinin yanlış belirlediğini vurgulamışız; Brad Pitt’le nasıl röportaj yapamadığının röportajını yaparak işe başlamanın hayırlı bir iş olmadığını anlatmışız. “Hoş adamlarla tanışmanın yolları”; “Plajda sevişme pozisyonlarını sizin için denedik” gibi ‘araştırmacı gazetecilik’ numaralarının yemeyeceğinden dem vurmuşuz. Yazıyı da “Yine de umarız, pek çok insanın ekmek yediği dergi başarılı olur!” diye bitirmişiz. Eğer internet haberleri doğruysa, en çok o dergide çalışanlar adına üzülürüm. Ve de marka olmakla şöhret olmak arasında farkı anlamadıkları için sürekli hata yapanlar adına...
Özensizlik diz boyu
Fatih Altaylı dün değinmiş. “Yeni, süper” falan diye tanıtılan kampanya, Turizm ve Kültür Bakanlığı’na artık hizmet vermeyen DDF’in geçen yıl hazırladığı bir de ödül aldığı çalışmalarından oluşuyor. Bu başlı başına gaf da, bizim ilgimizi bir başka nokta çekti.
Bakanlık bu işi ‘Türkiye’nin tanıtımı’ diye sunuyor. Oysa yapılan Türkiye’nin bir ürününün pazarlamasıdır. Turistlerin sayısını ve Turizm gelirini artırmaktır amaç. Satış odaklıdır yani. Türkiye’nin genel marka vaadinin sadece bir parçasıdır turizm meselesi. Sadece küçük bir parçası... Sen kendi kendine böyle gelin güvey olursan, Türkiye markasının doğru dürüst yönetilmemesinden de seni sorumlu tutarlar. Turizm pazarlaması için ayrılmış 40-50 milyon dolar bütçeyle ülke tanıtımına soyunduğunu anlatmaya kalkarsan, aldığın sorumluluğu altında boğuverirler seni...
Bakan’ın medya danışmanlığına London School of PR’dan öğrencimiz Fatih Bayhan’ın getirilmesiyle iletişim işleri iyiye gitmeye başlamıştı. Fatih’in ya gözünden kaçmış; ya da bu işleri ona sormuyorlar... Ama Bakanlığın tanıtım bölümünde özensizlik diz boyu...
İki kitapta devri âlem...
İki kitap geçti elime. İkisini de okumak zahmet istiyor. Ama hayat böyle. Katma değerli işler zordur.
Günümüz iş dünyasında rekabet insana her türlü yolu öğretiyor, denetiyor, uygulatıyor. Kaçış yok! Öyle veya böyle farklılaşmak, öne geçmek, başarılı olmak zorundayız. Aksi halde ‘nerede hata yaptık?’ demekten kendimizi alıkoyamayız. Peki bu duruma düşmemek için ne yapmak gerekiyor? Elbette dünyayı ve örnek olayları takip etmek.
Dünyaca ünlü üç pazarlama danışmanı ile Koç Üniversitesi akademisyenlerinden Lerzan Aksoy bu takip sürecinin bir ayağını sizler için yapmış. En önemli ve en çok kazanç getiren konu olan ‘müşteri sadakati’ni ele almış ve “Loyalty Myths” (Sadakat Mitleri) adında bir kitaba imza atmış. Sadece kitabın yanında gelen bilgi notundan küçük bir paragraf alıntılayacağım. Sanırım ne demek istediğini ve istediğimi anlatacak: “Yeni bir müşteri bulmak, eski müşteriyi elde tutmaktan 5 kat daha fazla masraflıdır; sadık müşteriler gerçekten şirketin reklamını yaparlar mı; uzun vade müşteri, kısa vade müşteriden daha mı önemlidir; mutlu çalışanlar, mutlu müşteriler yaratır gibi efsaneleşmiş fikirlere kesin bir dille hayır!”
İkinci kitap Merkez Kitapçılık’tan. Tuğla gibi, dedikleri türden. Enis Batur’a İclal Aydın’ı sormuşlar. O da “Edip ile muharrir arasında fark vardır” demiş. “Atlıkarıncada bir tur daha”nın yazarı İtalyan gazeteci Tiziano Terzani ikinci türe giriyor. Ama ne muharrir... Ama ne ilginç bir dünya gözlemi... Şöyle bir başladım kitaba. 2 ayda falan ancak bitiririm herhalde. Beni ilk sayfalardan feci sardı. Şiddetle tavsiye ederim.