Muhalefet Erdoğan’ı tahrik ediyor
09 NİSAN 2007
Başbakan Erdoğan’ı zerre kadar tanıyan bilir ki, bu kadar üstüne gidilirse, Çankaya’ya çıkmayacağı varsa bile çıkar... Ahmet Hakan dünkü yazısında bu durumu çok güzel özetlemiş. Demek ki muhalefet, şuursuzluğun sınırını zorlayan bir tavırla Erdoğan’ı Köşk’e çıkması için tahrik ediyor. Diyelim ki “Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, parti zayıflar; biz de onların defterini kasımda düreriz” diye düşünüyorlar. Ama hayır. Ya tersi olursa? Yani Erdoğan Cumhurbaşkanı, Meclis’te ezici AK Parti çoğunluğu... Bir lokma aklı olan bir siyasi grup bu riski almaz! Öte yandan kimsenin alternatif bir Cumhurbaşkanı adayı yok. Sadece bağırmak var: Erdoğan Cumhurbaşkanı olmasın! Peki kim olsun? Tıs... Cevap yok... Veya alternatifi de AK Parti oluştursun. Herkesin uzlaşacağı bir adayı da o bulsun... Neden böyle bir şey yapsın AK Parti? Yanıt şu herhalde: Yapsın; yoksa döveriz! (Ya da asker gelir döver)... İşte yukarıda ‘şuursuz’ kavramını kullanmamızın nedeni bu... Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı önünde demokratik bir engel var mı? Yok. Neymiş? Tayyip Bey seçilirse desteğini halkın çoğunluğundan almadan seçilmiş olacakmış. Ahmet Necdet Sezer kimin çoğunluğuyla 7 yıl Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturdu?... Bir de 367 sınırı meselesi var. Eğer söyledikleri doğruysa, içeride herhangi bir parti 368 milletvekili ile oturmadığı ya da 2’li 3’lü ittifaklar kurulmadığı sürece Meclis Cumhurbaşkanı falan seçemez. Sürekli kendini fesheder. Peki 1980 darbesinin en büyük gerekçelerinden biri neydi? Meclis’in kilitlenmesi ve Cumhurbaşkanını aylarca seçememesi, değil mi?.. O halde ne isteniyor?... Yukarıda ‘şuursuz’ kavramını kullanmamızın bir başka nedeni de bu... Başbakan istişare için anket yaptırıyor; “Cumhurbaşkanı anketle mi seçilirmiş?”... Sivil toplum kuruluşlarına ve çıkar gruplarına (TÜSİAD, Türk İş) akıl danışıyor, milletvekilleriyle küçük gruplarda yüz yüze görüşüyor; “Hadi açıklasın artık. Niçin bekliyor, korkuyor mu?”... Muhalefeti anlıyorum, işi bu... Ama işini doğru dürüst yapmalı. Sadece söylenmek yetmez...
Hyundai’nin her şeyi doğru; finali hariç TEK kelime ile süper! Hyundai Accent Era (Amma uzun isim ha!) reklamında altını sürekli çizdiğimiz pek çok şey var. Bir kere ithal değil. Bizimkiler yapmış. O yüzden bizden... Çocuğun ilk kez “Baba!” demesini, çiftin başkalarının yanında değil, baş başa kutlamak istemeleri tamamen bizim değerlerimizle ilgili. Sevinçlerini Hyundai’nin içinde yaşamak üzere arabaya koşmaları da hiç rahatsız eden bir ‘abartı’ değil... Düşünceden çok duyguları yakalaması son derece doğru. Çünkü kararlar mantıkla değil duyguyla veriliyor... Peki eksik var mı? Hayır yok! Ama fazla var! Reklamın sonunda dış sesin cır cır mesajları sıralaması fazla... Hiç konuşulmasa daha iyiymiş... Biliyorsunuz, fazla olan da yanlıştır zaten...
Başkasına saldırma! Kendi ürününü anlat! DÜN Efes’le ilgili yazımı yazarken gözüm gazetelerden birinin arkasındaki bir bira reklamına ilişti... Açıkçası ilk kez duyuyordum adını... Vole!.. Reklam metni ‘blind test’ (kör test) üzerine kurulu. Diyor ki, “Bir bardağa o meşhur birayı, öbürüne de Vole’yi doldurun... Arkadaşınıza bunlardan hangisi o bira, diye sorun. Arkadaşınız seçmekte zorlanacaktır...” Neden? Çünkü Vole “double lagering” tekniği ile üretiliyormuş... Herhalde bu nedenle de reklam sloganı olarak Tabu Yıkılıyor seçilmiş... Yani ben double lagering ne demek bileceğim ve vay canına ülkemize “double lagered” gelmiş diye sevinçten havaya sıçrayıp Vole’yi deneyeceğim. Sonra hop, Efes’in pabucu dama... İyi mi?.. Bizden uyarması: Vole bizim toplumda, futbol dışında negatif şeyler çağrıştırır (sahtekârlığa bağlı uyanıklık falan)... Efes’in yeri ise ayrıdır. Tekel’den sonra gözümüzü açtık onu gördük. Efes’e rakip olacak yeni markaların, stratejilerini Efes’e saldırmak üzerine değil, kendi sundukları rasyonel ve/veya duygusal fayda üzerine kurmaları gerekir... Oysa pazarda ne kadar alternatif olsa o kadar iyidir... Dikkat çekeceğim diye çocuğu ölü doğurmanın âlemi var mı?
Hyundai’nin her şeyi doğru; finali hariç TEK kelime ile süper! Hyundai Accent Era (Amma uzun isim ha!) reklamında altını sürekli çizdiğimiz pek çok şey var. Bir kere ithal değil. Bizimkiler yapmış. O yüzden bizden... Çocuğun ilk kez “Baba!” demesini, çiftin başkalarının yanında değil, baş başa kutlamak istemeleri tamamen bizim değerlerimizle ilgili. Sevinçlerini Hyundai’nin içinde yaşamak üzere arabaya koşmaları da hiç rahatsız eden bir ‘abartı’ değil... Düşünceden çok duyguları yakalaması son derece doğru. Çünkü kararlar mantıkla değil duyguyla veriliyor... Peki eksik var mı? Hayır yok! Ama fazla var! Reklamın sonunda dış sesin cır cır mesajları sıralaması fazla... Hiç konuşulmasa daha iyiymiş... Biliyorsunuz, fazla olan da yanlıştır zaten...
Başkasına saldırma! Kendi ürününü anlat! DÜN Efes’le ilgili yazımı yazarken gözüm gazetelerden birinin arkasındaki bir bira reklamına ilişti... Açıkçası ilk kez duyuyordum adını... Vole!.. Reklam metni ‘blind test’ (kör test) üzerine kurulu. Diyor ki, “Bir bardağa o meşhur birayı, öbürüne de Vole’yi doldurun... Arkadaşınıza bunlardan hangisi o bira, diye sorun. Arkadaşınız seçmekte zorlanacaktır...” Neden? Çünkü Vole “double lagering” tekniği ile üretiliyormuş... Herhalde bu nedenle de reklam sloganı olarak Tabu Yıkılıyor seçilmiş... Yani ben double lagering ne demek bileceğim ve vay canına ülkemize “double lagered” gelmiş diye sevinçten havaya sıçrayıp Vole’yi deneyeceğim. Sonra hop, Efes’in pabucu dama... İyi mi?.. Bizden uyarması: Vole bizim toplumda, futbol dışında negatif şeyler çağrıştırır (sahtekârlığa bağlı uyanıklık falan)... Efes’in yeri ise ayrıdır. Tekel’den sonra gözümüzü açtık onu gördük. Efes’e rakip olacak yeni markaların, stratejilerini Efes’e saldırmak üzerine değil, kendi sundukları rasyonel ve/veya duygusal fayda üzerine kurmaları gerekir... Oysa pazarda ne kadar alternatif olsa o kadar iyidir... Dikkat çekeceğim diye çocuğu ölü doğurmanın âlemi var mı?