Münevverler ölmesin!..
02 Mayıs 2009 Akşam Gazetesi
Uzunca bir süredir Münevver Karabulut cinayetini izliyorum. Özellikle de rahmetli Münevver'in güncesini... Katil zanlısı Cem beni daha az ilgilendiriyor. O, daha çok ruh hastalıkları uzmanlarının kalemi...
Münevver öyle değil... Onda, 'suçlu - kurban' dengesi, kurbandan yana doğru iyice bozulmuş... Tipik bir 'popüler kültür' + 'kitle iletişimi' ürünü ve kurbanı... Yani 'popüler' iletişim dünyasının silkeleyip sarstığı ve aslında ancak yaşadıkları dramlarla öne çıkabilen bir tür 'pop-corn gençliği üyesi'...
Büyük kentlerin nimetlerinden yararlanmayı, erişebileceğinden ötesini istemeyi ayrıcalık sayan, tüketim toplumunun parlaklığıyla gözü kamaşmış, kısm” bir 'aile büyükleri' korkusu olan; fakat onun dışında genelde 'sınırsız sorumsuz' bir sosyal ortamı özleyen ve yaşamaya çalışan her üç gencimizden en az birinin Münevver'den ne farkı var?
Şu farkı var: Karşılarına Cem gibi biri çıkmamış (henüz)...
Münevver'i sanki çok yakından tanımaya başladım... Günlüklerini -umarım tamamını kitap olarak yayınlarlar- okudukça, 'çevremdeki Münevverler' canlanıyor gözümde...
Buncağızlar(!), kendilerine rol model olarak her türden 'İkoncan'ları seçerler (bu kadar cuk oturan deyimi kim bulduysa helal olsun)... Aslında insanı geleceğe taşıyacak ve içinde yaşadığı günün tek 'gerçek tatminini' oluşturacak entelektüel üretimi (B. Brecht) kedinin uzanamadığı ciğere 'murdar' demesi misali, binbir aşağılayıcı tanımla küçümserler. Başarıyı üretebilme değil tüketebilme gücü ve yeteneğiyle tartarlar... 'Tiki'lik (şuursuz marka merakı) yerine koyacak fazla bir şey kendilerine önerilmediği için; 'benchmark'ları (kıyas, nirengi noktaları) çok sınırlıdır. Türkçeleri MSN ve Facebook'ta kullanılan konu, kelime ve terminoloji sayısı ile sınırlıdır (Bkz. Habertürk, dün yayınlanmış olan günce sayfaları)...
Buncağızlar (!), üniversitede öğrencilerimizin arasındalar; konuşmalarına kulak misafiri olduğum sinema, restoran gibi kalabalık yerlerdeki gençlik grupları içindeler, pek çoğumuzun yanı başındalar... Çelişkileriyle bir dahaki sefere başımızı ağrıtana, kendi varlıklarının altını bizi 'rahatsız edici' bir biçimde çizene kadar hem aklımızın hem ruhumuzun bir köşesine park ederiz buncağızları (!)...
İlişki ve iletişim yönetiminden bihaber olduğumuz için de 'Neden geç kaldım, nerede hata yaptım?' sorusunu sorduğumuzda iş işten geçmiş olabilir...
İşte o nedenle, en azından gençlerle ilişkilerimizi sorgulamayı öğrenmemiz adına Münevver'in güncelerinin bir an önce kitap halinde yayınlanması lazım...
Bir 'durup' düşünmeli
Dün TV'leri izlerken bazılarında kanıtlanması hayli zor bir yaklaşım dikkatimi çekti... Algılama söz konusu olduğu ve algılamalar 'öznel' (sübjektif) olabileceği için kanal adı veremeyeceğim... Canlı yayını izlediyseniz, büyük olasılıkla sizin de dikkatinizi çekmiştir... 'Hay Allah, bir türlü şöyle adam gibi bir kanlı olay olmuyor' tavrı... 'Tüh be! Polis yine geçmelerine müsaade etti!'...
Olmadı yani... Medyamızın tahmini ve beklentisi yine gerçekleşmedi...
Paşa her konuşmasında koydu mu oturtmuyor, zırt pırt muhtıra vermiyor, asker 'kapalı kutu' olmaktan çoktan çıkmış;
1 Mayıs'ta polis adam gibi davranmak için büyük çaba harcıyor. Domuz Gribi için Sağlık Bakanlığı -iletişimini usulü veçhile amel edemese de- çok akıllıca önlemler almaya çalışıyor; uluslararası ilişkiler konusunda bizim münafık dış politika müneccimlerimizin değil Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun dedikleri bire bir çıkıyor; velhasıl irili ufaklı rezillikler olsa da, ülke batmıyor...
Ve; tarafsız durmak için çaba harcayanlar dışında medyamız şaşkın... O şaşkınlar bir gün önce başka bir şey söylememişler gibi yollarına devam etmeye çalışıyorlar...
Transformasyona (dünyadaki ve Türkiye'deki) hazırlıksız yakalandılar sanki...
Birçok köşe yazarının ifade ettiği gibi Genelkurmay medyanın ilerisinde, özel sektör, kendisine danışmanlık hizmeti vermeye soyunan iletişimcilerin pek çoğunun önünde, öğrenciler bazı hocalarını çoktan sollamışlar, izleyiciler TV programlarını aşmışlar...
Bir 'durup' düşünmek gerekmez mi? İngilizce'de anlamak 'understand'; Almanca'da 'verstehen'... İkisinde de 'durmak' var (stand - stehen)... Bizde de durup düşünmek. Tesadüf mü sizce?..
Uzunca bir süredir Münevver Karabulut cinayetini izliyorum. Özellikle de rahmetli Münevver'in güncesini... Katil zanlısı Cem beni daha az ilgilendiriyor. O, daha çok ruh hastalıkları uzmanlarının kalemi...
Münevver öyle değil... Onda, 'suçlu - kurban' dengesi, kurbandan yana doğru iyice bozulmuş... Tipik bir 'popüler kültür' + 'kitle iletişimi' ürünü ve kurbanı... Yani 'popüler' iletişim dünyasının silkeleyip sarstığı ve aslında ancak yaşadıkları dramlarla öne çıkabilen bir tür 'pop-corn gençliği üyesi'...
Büyük kentlerin nimetlerinden yararlanmayı, erişebileceğinden ötesini istemeyi ayrıcalık sayan, tüketim toplumunun parlaklığıyla gözü kamaşmış, kısm” bir 'aile büyükleri' korkusu olan; fakat onun dışında genelde 'sınırsız sorumsuz' bir sosyal ortamı özleyen ve yaşamaya çalışan her üç gencimizden en az birinin Münevver'den ne farkı var?
Şu farkı var: Karşılarına Cem gibi biri çıkmamış (henüz)...
Münevver'i sanki çok yakından tanımaya başladım... Günlüklerini -umarım tamamını kitap olarak yayınlarlar- okudukça, 'çevremdeki Münevverler' canlanıyor gözümde...
Buncağızlar(!), kendilerine rol model olarak her türden 'İkoncan'ları seçerler (bu kadar cuk oturan deyimi kim bulduysa helal olsun)... Aslında insanı geleceğe taşıyacak ve içinde yaşadığı günün tek 'gerçek tatminini' oluşturacak entelektüel üretimi (B. Brecht) kedinin uzanamadığı ciğere 'murdar' demesi misali, binbir aşağılayıcı tanımla küçümserler. Başarıyı üretebilme değil tüketebilme gücü ve yeteneğiyle tartarlar... 'Tiki'lik (şuursuz marka merakı) yerine koyacak fazla bir şey kendilerine önerilmediği için; 'benchmark'ları (kıyas, nirengi noktaları) çok sınırlıdır. Türkçeleri MSN ve Facebook'ta kullanılan konu, kelime ve terminoloji sayısı ile sınırlıdır (Bkz. Habertürk, dün yayınlanmış olan günce sayfaları)...
Buncağızlar (!), üniversitede öğrencilerimizin arasındalar; konuşmalarına kulak misafiri olduğum sinema, restoran gibi kalabalık yerlerdeki gençlik grupları içindeler, pek çoğumuzun yanı başındalar... Çelişkileriyle bir dahaki sefere başımızı ağrıtana, kendi varlıklarının altını bizi 'rahatsız edici' bir biçimde çizene kadar hem aklımızın hem ruhumuzun bir köşesine park ederiz buncağızları (!)...
İlişki ve iletişim yönetiminden bihaber olduğumuz için de 'Neden geç kaldım, nerede hata yaptım?' sorusunu sorduğumuzda iş işten geçmiş olabilir...
İşte o nedenle, en azından gençlerle ilişkilerimizi sorgulamayı öğrenmemiz adına Münevver'in güncelerinin bir an önce kitap halinde yayınlanması lazım...
Bir 'durup' düşünmeli
Dün TV'leri izlerken bazılarında kanıtlanması hayli zor bir yaklaşım dikkatimi çekti... Algılama söz konusu olduğu ve algılamalar 'öznel' (sübjektif) olabileceği için kanal adı veremeyeceğim... Canlı yayını izlediyseniz, büyük olasılıkla sizin de dikkatinizi çekmiştir... 'Hay Allah, bir türlü şöyle adam gibi bir kanlı olay olmuyor' tavrı... 'Tüh be! Polis yine geçmelerine müsaade etti!'...
Olmadı yani... Medyamızın tahmini ve beklentisi yine gerçekleşmedi...
Paşa her konuşmasında koydu mu oturtmuyor, zırt pırt muhtıra vermiyor, asker 'kapalı kutu' olmaktan çoktan çıkmış;
1 Mayıs'ta polis adam gibi davranmak için büyük çaba harcıyor. Domuz Gribi için Sağlık Bakanlığı -iletişimini usulü veçhile amel edemese de- çok akıllıca önlemler almaya çalışıyor; uluslararası ilişkiler konusunda bizim münafık dış politika müneccimlerimizin değil Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun dedikleri bire bir çıkıyor; velhasıl irili ufaklı rezillikler olsa da, ülke batmıyor...
Ve; tarafsız durmak için çaba harcayanlar dışında medyamız şaşkın... O şaşkınlar bir gün önce başka bir şey söylememişler gibi yollarına devam etmeye çalışıyorlar...
Transformasyona (dünyadaki ve Türkiye'deki) hazırlıksız yakalandılar sanki...
Birçok köşe yazarının ifade ettiği gibi Genelkurmay medyanın ilerisinde, özel sektör, kendisine danışmanlık hizmeti vermeye soyunan iletişimcilerin pek çoğunun önünde, öğrenciler bazı hocalarını çoktan sollamışlar, izleyiciler TV programlarını aşmışlar...
Bir 'durup' düşünmek gerekmez mi? İngilizce'de anlamak 'understand'; Almanca'da 'verstehen'... İkisinde de 'durmak' var (stand - stehen)... Bizde de durup düşünmek. Tesadüf mü sizce?..