Mücadele ‘daha’ iyisini yapmakla mümkün
01 Ekim 2020 - Marketing Türkiye
Türkiye’de millî kültür ve politikaları konusunda genel bir mutabakat olduğu söylenemez.
Almanya’da ulusun genlerinin içine yerleşmiş Goethe, Wagner, Schiller, Brecht, Beethoven, Bach gibi edebiyatçıları ve sanatçıları hiç kimse siyasi tartışma konusu yapamaz. Ya da Frankfurt Okulu düşünürlerini, Marx, Engels, Hegel, Schopenhauer, Bloch gibi filozofları fikirlerine katılsalar da katılmasalar da tüm Almanlar sahiplenirler… Bu durum, düşünce, edebiyat ve 7 sanat dalının tümünü kapsar. Fransa ve İngiltere’de de durum aynıdır.
Fakat ne yazık ki tüm çabalara rağmen Türkiye’de toplum kesimlerinin tamamının mutabakatla sahiplenecekleri bir ‘millî kültür politikası’ ve onun taşıyıcıları olarak saygı gören isimler ve kurumlar yoktur. Eksik olan böyle kıymetli kişilerin ya da kurumların varlığı değil elbette, bunlar üzerinde mutabakat sağlanması…
Bu mutabakat eksikliği nedeniyle herkes -tabiri amiyaneyle- kafasına göre takılıyor. Böyle olunca da geriye tek kriter kalıyor; o da herkese göre farklılık gösterebilen toplumun genelgeçer değerler sistemi. O nedenle de verilen kararların sübjektifliği tartışılabiliyor.
Türkiye’de internet üzerinden yayın yapan yabancı platformlar, bu sebeple sık sık ciddi eleştirilere uğruyorlar. Örneğin, üretildikleri ülkelerdeki değerlerle çelişmeyen, ancak bizim ahlaki değerlerimize uymayan temalar böyle platformlarda gösterilmekte, özendirici sayılabilecek yaklaşımlarla yayınlanabilmekte.
Ülkelerin, halkların kültür ve değerleri arasındaki farkı gözetmeksizin, bunlara uygun yerel yayın politikaları üretmeksizin işe girişilirse de gelen tepkilere şaşırmamak gerek. Nitekim Netflix’in yayına soktuğu Cutties (Minnoşlar) adlı yapımda olduğu gibi…
Film, daha afişinden başlayarak çocuk yaştaki kızları cinsel anlamda ‘nesneleştirmesi’ nedeniyle ciddi rahatsızlık yaratmıştı. RTÜK de Minnoşlar yayına girmeden önce harekete geçerek bir uyarı yayınladı.
Film yalnızca ülkemizde rahatsızlık yaratmadı üstelik. Minnoşlar’ın yayını nedeniyle çıkan tartışmalardan sonra, abonelik analiz sitesi Antenna’nın Eylül ayının 2. haftasında açıkladığı verilere göre; Netflix’e aboneliğini iptal edilen kişilerin sayısı, önceki 30 güne kıyasla son beş günde beş kat artmış.
Netflix, RTÜK uyarısına direnmedi ve filmin gösterimini geri çekti.
Sonuç memnuniyet verici olsa da hastalığı ve tedavi yöntemini ‘doğru’ tespit etmek gerekir. Kültür ve değerlerle uyuşmayan ürün, fikir ya da bu tür içeriklere rastladığımız YouTube ve Twitter gibi platformlarla uzun vadede böyle başa çıkılamaz.
Mücadele, daha iyisini yapmakla mümkündür. Türkiye’de Netflix’e kafa tutabilecek, uluslararası düzeyde rekabet edebilecek başka bir platform var mı? Yok!
Ödülün itibarı yoksa iletişim değeri de yoktur
“Liseliler bilmez”, müptezel diye güzel bir kelimemiz var. TDK “Çokluğundan dolayı değerini yitiren, değersiz” ya da “Saygınlığını yitirmiş” diye açıklıyor.
İtibarın kazanılmasını ve korunmasını önemseyenlerin bu kelimeyle haşır neşir olmasında, anlamı üzerine düşünmesinde fayda var.
Kurumların itibarlarında, aldıkları ödüllerin önemli bir yeri var. İletişim çalışmaları için de prestijli ödüller iyi birer kaynaktır elbette. Ancak, “Ödül olsun da ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin” yaklaşımının fayda getirdiğine hiç rastlanmadık.
Ortalık, “Parayı bas, ödülü kap” diye özetlenebilecek ne sektör ne de halk nezdinde olumlu etkisi olan organizasyondan geçilmiyor. Almak isteyen alsın tabii de bunların hiçbir iletişim değeri olmadığı da bilinmeli.
Bugünlerde şirketlerin çarşaf çarşaf ilanlarla aldıklarını duyurdukları yabancı bir ödül için “Kendi itibarı nedir ki bana fayda sağlasın?” diye hiç düşünülüyor mu acaba?!
Her yıl sadece Türkiye’de 30-40 firma üçer-beşer bu ödüllerden alıyor… İletişim, itibarı ve ona bağlı olarak satışı artırmak için yapılır… Bu kadar bol kepçe dağıtılan bir ödülün saygınlığına bel bağlamak, boşa kürek çekmekten farksız maalesef…
Kendi İtibarını Yönetemeyeni Kim Neylesin?
İletişim alanında ülkemizin eskimeyen tartışmalarından biridir: “Vay efendim sizin programınızda bizim mesleğimizi aşağıladınız.”
Yıllar içinde apartman görevlilerinden doktorlara, hemşirelerden hosteslere kadar pek çok kesimden buna benzer isyan cümlelerini duymuşuzdur.
Şimdi de sıra halkla ilişkiler mesleğini icra edenlere gelmiş. Olay, Star TV’de yayınlanan Babil dizisinde geçiyor… Mesele, Kudret karakterinin İlay’ın mesleği olan halkla ilişkilere yönelik sözleri:
Kudret: Bana bir çay söyle kızım, limonlu olsun.
İlay: Çayı, arzu ederseniz, sekretaryaya söyleyelim. Kudret Hanım, daha tanışmadık biz. İlay Yücedağ ben, yeni halkla ilişkiler uzmanıyım… Holding’in kurumsal iletişimini ve lansman operasyonunu yönetiyorum.
Kudret: Şimdi yeni moda bu: Halkla ilişki! Böyle giyinip süslenip, açılıp saçıldıkça adı bu oluyor demek ki…
İlay: Pardon, anlayamadım?
Kudret: Valla sana şu kadarını söyleyeyim. Ben senin gibileri çok gördüm. Sınıf atlamaya çalışan kadını gözünden tanırım.
İlay: Beni tanıdığınızı düşünmüyorum.
Kudret: Sen yine de ayağını denk al. Sonra pişman olursun, fayda etmez… Ben şu vakıf toplantısına yetişeyim… Halkla ilişkiler…
Diziden alıntıladığımız yukarıdaki bölüm üzerine İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne bağlı Halkla İlişkiler Atölyesi, Twitter hesabı üzerinden tepkisini dile getirmiş: “@startv 12. Bölümü yayınlanan @ayyapim dizisi Babil’de mesleğimiz itibarsızlaştırılmış ve olumsuz yönde algı yönetimi yapılmıştır. Senaryoyu yazan senaristi, buna ses çıkartmayan yönetmeni, dizinin yapım şirketini ve bunu yayınlayan kanalı kınıyoruz.”
İtibar keşke protestoyla, kınamayla kolaylıkla kazanılan bir şey olsaydı ama değil. İtibar, ‘güç göstererek’ kazanılır. Stratejik iletişimin, halkla ilişkilerin ne iş yaptığını topluma anlatamıyorsak, kendi söküğümüzü dikemiyoruz demektir. O zaman da “Dizilerde, parodilerde bizi itibarsızlaştırıyorlar” diye ağlaşmanın âlemi yok.
Sonra, “Hakikatte itibarınız ne ki diziyi suçluyorsunuz” diye de sorarlar insana… Bu soruya cevap arayan, itibarıyla yakından ilgilenen meslektaşlarımıza belki yardımı dokunur… İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Lütfi Sunar’ın yürüttüğü Türkiye’de Çalışma Hayatı ve Meslekler Araştırması’’nın sonuçlarını yayınlamış. Beş yılda bir yayınlanan çalışmanın ilki 2015 yılında yapılmıştı. O zamandan bu yana 9 basamak gerileyen Halkla İlişkiler Uzmanı, 133 meslek arasında 45. sıraya yerleşmiş…
Almanya’da ulusun genlerinin içine yerleşmiş Goethe, Wagner, Schiller, Brecht, Beethoven, Bach gibi edebiyatçıları ve sanatçıları hiç kimse siyasi tartışma konusu yapamaz. Ya da Frankfurt Okulu düşünürlerini, Marx, Engels, Hegel, Schopenhauer, Bloch gibi filozofları fikirlerine katılsalar da katılmasalar da tüm Almanlar sahiplenirler… Bu durum, düşünce, edebiyat ve 7 sanat dalının tümünü kapsar. Fransa ve İngiltere’de de durum aynıdır.
Fakat ne yazık ki tüm çabalara rağmen Türkiye’de toplum kesimlerinin tamamının mutabakatla sahiplenecekleri bir ‘millî kültür politikası’ ve onun taşıyıcıları olarak saygı gören isimler ve kurumlar yoktur. Eksik olan böyle kıymetli kişilerin ya da kurumların varlığı değil elbette, bunlar üzerinde mutabakat sağlanması…
Bu mutabakat eksikliği nedeniyle herkes -tabiri amiyaneyle- kafasına göre takılıyor. Böyle olunca da geriye tek kriter kalıyor; o da herkese göre farklılık gösterebilen toplumun genelgeçer değerler sistemi. O nedenle de verilen kararların sübjektifliği tartışılabiliyor.
Türkiye’de internet üzerinden yayın yapan yabancı platformlar, bu sebeple sık sık ciddi eleştirilere uğruyorlar. Örneğin, üretildikleri ülkelerdeki değerlerle çelişmeyen, ancak bizim ahlaki değerlerimize uymayan temalar böyle platformlarda gösterilmekte, özendirici sayılabilecek yaklaşımlarla yayınlanabilmekte.
Ülkelerin, halkların kültür ve değerleri arasındaki farkı gözetmeksizin, bunlara uygun yerel yayın politikaları üretmeksizin işe girişilirse de gelen tepkilere şaşırmamak gerek. Nitekim Netflix’in yayına soktuğu Cutties (Minnoşlar) adlı yapımda olduğu gibi…
Film, daha afişinden başlayarak çocuk yaştaki kızları cinsel anlamda ‘nesneleştirmesi’ nedeniyle ciddi rahatsızlık yaratmıştı. RTÜK de Minnoşlar yayına girmeden önce harekete geçerek bir uyarı yayınladı.
Film yalnızca ülkemizde rahatsızlık yaratmadı üstelik. Minnoşlar’ın yayını nedeniyle çıkan tartışmalardan sonra, abonelik analiz sitesi Antenna’nın Eylül ayının 2. haftasında açıkladığı verilere göre; Netflix’e aboneliğini iptal edilen kişilerin sayısı, önceki 30 güne kıyasla son beş günde beş kat artmış.
Netflix, RTÜK uyarısına direnmedi ve filmin gösterimini geri çekti.
Sonuç memnuniyet verici olsa da hastalığı ve tedavi yöntemini ‘doğru’ tespit etmek gerekir. Kültür ve değerlerle uyuşmayan ürün, fikir ya da bu tür içeriklere rastladığımız YouTube ve Twitter gibi platformlarla uzun vadede böyle başa çıkılamaz.
Mücadele, daha iyisini yapmakla mümkündür. Türkiye’de Netflix’e kafa tutabilecek, uluslararası düzeyde rekabet edebilecek başka bir platform var mı? Yok!
Ödülün itibarı yoksa iletişim değeri de yoktur
“Liseliler bilmez”, müptezel diye güzel bir kelimemiz var. TDK “Çokluğundan dolayı değerini yitiren, değersiz” ya da “Saygınlığını yitirmiş” diye açıklıyor.
İtibarın kazanılmasını ve korunmasını önemseyenlerin bu kelimeyle haşır neşir olmasında, anlamı üzerine düşünmesinde fayda var.
Kurumların itibarlarında, aldıkları ödüllerin önemli bir yeri var. İletişim çalışmaları için de prestijli ödüller iyi birer kaynaktır elbette. Ancak, “Ödül olsun da ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin” yaklaşımının fayda getirdiğine hiç rastlanmadık.
Ortalık, “Parayı bas, ödülü kap” diye özetlenebilecek ne sektör ne de halk nezdinde olumlu etkisi olan organizasyondan geçilmiyor. Almak isteyen alsın tabii de bunların hiçbir iletişim değeri olmadığı da bilinmeli.
Bugünlerde şirketlerin çarşaf çarşaf ilanlarla aldıklarını duyurdukları yabancı bir ödül için “Kendi itibarı nedir ki bana fayda sağlasın?” diye hiç düşünülüyor mu acaba?!
Her yıl sadece Türkiye’de 30-40 firma üçer-beşer bu ödüllerden alıyor… İletişim, itibarı ve ona bağlı olarak satışı artırmak için yapılır… Bu kadar bol kepçe dağıtılan bir ödülün saygınlığına bel bağlamak, boşa kürek çekmekten farksız maalesef…
Kendi İtibarını Yönetemeyeni Kim Neylesin?
İletişim alanında ülkemizin eskimeyen tartışmalarından biridir: “Vay efendim sizin programınızda bizim mesleğimizi aşağıladınız.”
Yıllar içinde apartman görevlilerinden doktorlara, hemşirelerden hosteslere kadar pek çok kesimden buna benzer isyan cümlelerini duymuşuzdur.
Şimdi de sıra halkla ilişkiler mesleğini icra edenlere gelmiş. Olay, Star TV’de yayınlanan Babil dizisinde geçiyor… Mesele, Kudret karakterinin İlay’ın mesleği olan halkla ilişkilere yönelik sözleri:
Kudret: Bana bir çay söyle kızım, limonlu olsun.
İlay: Çayı, arzu ederseniz, sekretaryaya söyleyelim. Kudret Hanım, daha tanışmadık biz. İlay Yücedağ ben, yeni halkla ilişkiler uzmanıyım… Holding’in kurumsal iletişimini ve lansman operasyonunu yönetiyorum.
Kudret: Şimdi yeni moda bu: Halkla ilişki! Böyle giyinip süslenip, açılıp saçıldıkça adı bu oluyor demek ki…
İlay: Pardon, anlayamadım?
Kudret: Valla sana şu kadarını söyleyeyim. Ben senin gibileri çok gördüm. Sınıf atlamaya çalışan kadını gözünden tanırım.
İlay: Beni tanıdığınızı düşünmüyorum.
Kudret: Sen yine de ayağını denk al. Sonra pişman olursun, fayda etmez… Ben şu vakıf toplantısına yetişeyim… Halkla ilişkiler…
Diziden alıntıladığımız yukarıdaki bölüm üzerine İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne bağlı Halkla İlişkiler Atölyesi, Twitter hesabı üzerinden tepkisini dile getirmiş: “@startv 12. Bölümü yayınlanan @ayyapim dizisi Babil’de mesleğimiz itibarsızlaştırılmış ve olumsuz yönde algı yönetimi yapılmıştır. Senaryoyu yazan senaristi, buna ses çıkartmayan yönetmeni, dizinin yapım şirketini ve bunu yayınlayan kanalı kınıyoruz.”
İtibar keşke protestoyla, kınamayla kolaylıkla kazanılan bir şey olsaydı ama değil. İtibar, ‘güç göstererek’ kazanılır. Stratejik iletişimin, halkla ilişkilerin ne iş yaptığını topluma anlatamıyorsak, kendi söküğümüzü dikemiyoruz demektir. O zaman da “Dizilerde, parodilerde bizi itibarsızlaştırıyorlar” diye ağlaşmanın âlemi yok.
Sonra, “Hakikatte itibarınız ne ki diziyi suçluyorsunuz” diye de sorarlar insana… Bu soruya cevap arayan, itibarıyla yakından ilgilenen meslektaşlarımıza belki yardımı dokunur… İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Lütfi Sunar’ın yürüttüğü Türkiye’de Çalışma Hayatı ve Meslekler Araştırması’’nın sonuçlarını yayınlamış. Beş yılda bir yayınlanan çalışmanın ilki 2015 yılında yapılmıştı. O zamandan bu yana 9 basamak gerileyen Halkla İlişkiler Uzmanı, 133 meslek arasında 45. sıraya yerleşmiş…