Müphemiyet her zaman ‘melanet’ doğurur…
26 MART 2010
Ortalık kaynıyor… Bu sefer de futbolcular toplu şike yapmışlar… Doğru mu? Bilmiyoruz. Ancak ortak kanı bu… ‘Şüyu vukuundan’ beter işlere bir örnek daha…
Öte yandan medyanın ve siyasilerin gündemiyle halkın gündemi arasındaki uçurum her geçen gün biraz daha açılıyormuş. Bu ve benzeri kaotik, karmaşık ortamlarda itibarlar iki paralık ediliyor, haklılığınızı, hakkınızı savunmak, dile getirmek giderek zorlaşıyormuş. Ne gam… Maksat tiraj olsun… Dostlar alış verişte görsün…
Son birkaç yıldır Türkiye’de düzenlenen tüm tutuklamalara, gözaltına almalara, bilgisine başvurmalara, evleri aramalara bir bakın. Yüzlerce, binlerce isim darbeden, uyuşturucudan, örgüt kurmaya, şike iddialarından, yolsuzluğa kadar geniş bir çerçevede başrol oynadılar. Her ne kadar toplumda bu ve benzeri operasyonlar, ‘alışkanlık’ yaratmaya ve frekans yüksekliği nedeniyle seçici algının dışına çıkma eğilimi göstermeye başlasalar da adı geçen kişi veya kişilerin suçlu olarak damga yemesi, itibar kaybetmesi refleks haline gelmiştir…
“Mahkemeye çağırılıyorsa, polis ifadesine başvuruyorsa, gözaltına alınıyorsa, bilgisi alınmak üzere mahkemeye çağırılıyorsa, operasyon kapsamında ele geçen belge ve metinlerde ismi geçiyorsa, evleri aranıyorsa, asıllı veya asılsız ihbar ediliyorsa” yandı o kişi… Geri dönüşü, suçsuzluğunu ispat etmesi, iade-i itibar görmesi, damgayı kaldırabilmesi pek de kolay değildir. İsimler akıllarda, hafızalarda ‘şüpheli dosyalar ve kayıtlar’ başlığının altına girer.
O zaman, yanıtlanması gereken soru şudur: “Çamur at izi kalsın” ilkesini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mümkünse, nasıl?
Mümkün olduğu ülkeler nispeten vardır… Örneğin ABD’de bir vatandaş diğer bir vatandaşla ilgili mahkemeye şikâyette bulundu mu, aslında bir hayli hızlı tecelli eden yargı süreci tamamlanıp karar kesinleşene kadar o kişi algıda ‘suçsuz’dur. Algılamanın böyle olmasına büyük özen gösterilir… İlkokuldan başlanarak sistemde bu duygu işlenir…
ABD’de yargılama sürecinde kamuyu temsil eden savcı da son kararı tebliğ edecek yargıç da, kolluk kuvvetlerinin başı olacak kişi de (federal birimler ve belediye başkanları tarafından atanan polis yetkilileri hariç) seçmen oylarıyla işbaşına gelirler. Dolayısıyla bu kişiler her konuda açık ve şeffaf olmak zorundadırlar ve yetkileri dahilinde kamuoyunu bilgilendirme konusunda birincil derecede sorumludurlar. Ayrıca da bir kez daha seçilmeleri bu iletişimi adam gibi yürütmelerine bağlıdır…
Bizde ise yargı ve kolluk güçleri atamayla göreve gelirler ve kamuoyunu bilgilendirme, açıklama yapma yetkileri yoktur. Müphemiyet ise her zaman ‘melanet’ doğurur…
“Suçu ispatlanana kadar herkes masumdur” ilkesi yazılı kurallarda geçerli olsa da kamuoyunda ve kamu vicdanında karşılığını ne yazık ki bulamaz. Çünkü kültür ve değerlerimize yerleşmiş “polis götürüyorsa vardır bir kabahati”, “mahkemeye verdilerse, bunun altından mutlaka bir şey çıkar”, anlayışı ve ‘duman-yangın’ bağnazlığı kolay kolay değiştirilebilecek bir önyargı değildir.
O halde yargı, polis, asker, hükümet, sivil toplum örgütleri ile mutlaka medyanın da içinde olacağı, Türkiye’nin gelecek tasarımında oldukça önemli bir rol oynayacak ‘bilinçlendirme’ kampanyasına şiddetle ihtiyaç vardır. Kimin liderliğinde? Mesela Cumhurbaşkanı’nın. Neden Cumhurbaşkanı’nın? Çünkü kendisi, tüm bu kurumların üzerindedir. Ya da öyle olması gerekir…
Ödülün itibarı giderek artıyor
Gelecek Yeşilçam Ödülleri çok daha iyi olacak… Bu kehanet nereden mi çıkıyor? Ön jürinin 700, hasbelkader benim de içinde bulunduğum jürinin 2500 kişiden oluşmasından değil. Organizasyonun neredeyse sıfır hata ile ‘akmasından’ da değil… Bir iki zıpır dışında katılımcıların kahir çoğunluğunun töreni ‘snobe’ etmemiş olmalarından, bunu da adam gibi giyinerek göstermelerinden de çıkmaz bu kehanet…
Bu ön görüyü doğrulayacak en önemli parametre ödülün elde ettiği itibar noktasıdır… Yeşilçam ödülleri ikinci yılında itibarını kat be kat artırmıştır… Sanatçı, şöhret katılımı bunun birinci dereceden kanıtıdır. Ya bana çıkmazsa diye ödül almaya gelmeyen ‘çiğ’ler bile zedeleyemediler itibarı. Gelecek yıl hepsi gelecektir…
NTV’yi kutlamak lazım; hem kendi iletişimine hem de Yeşilçam Ödülleri’nin itibarına ivme kazandırdılar. Seneye ille de düzeltilecekse üç önerimiz olabilir:
1. Yıllardır savunduğumuz büyük (2500 kişilik) jüriye artık kimse itiraz edememekte. İtirazı daha da azaltmak için, Engin Yiğitgil’in başkanlığında bu başarılı organizasyonda jürinin terkibini TÜRSAK’la bağlantı kurarak daha da iyileştirmek mümkün olabilir. Oscar’daki gibi yönetmenleri TÜRSAK üyesi yönetmenler, kameramanları üye kameramanlar, senaristleri üye senaristler vb. seçseler nasıl olur?.. 2. Turkcell’in sponsorluğu ve ilk film ödülü çok anlamlı; ancak 30 bin TL şaka gibi… 3. Sinema ‘eğlence’ (entertainment) demektir… Meltem Cumbul çok başarılı ancak yapı gereği dümdüz sundu geceyi… Billy Crystal’in 1989’dan 2003’e kadar sekiz kez sunduğu Oscar törenlerinden birini izlesin dostlar. Ne demek istediğimizi hemen anlayacaklardır…
Öte yandan medyanın ve siyasilerin gündemiyle halkın gündemi arasındaki uçurum her geçen gün biraz daha açılıyormuş. Bu ve benzeri kaotik, karmaşık ortamlarda itibarlar iki paralık ediliyor, haklılığınızı, hakkınızı savunmak, dile getirmek giderek zorlaşıyormuş. Ne gam… Maksat tiraj olsun… Dostlar alış verişte görsün…
Son birkaç yıldır Türkiye’de düzenlenen tüm tutuklamalara, gözaltına almalara, bilgisine başvurmalara, evleri aramalara bir bakın. Yüzlerce, binlerce isim darbeden, uyuşturucudan, örgüt kurmaya, şike iddialarından, yolsuzluğa kadar geniş bir çerçevede başrol oynadılar. Her ne kadar toplumda bu ve benzeri operasyonlar, ‘alışkanlık’ yaratmaya ve frekans yüksekliği nedeniyle seçici algının dışına çıkma eğilimi göstermeye başlasalar da adı geçen kişi veya kişilerin suçlu olarak damga yemesi, itibar kaybetmesi refleks haline gelmiştir…
“Mahkemeye çağırılıyorsa, polis ifadesine başvuruyorsa, gözaltına alınıyorsa, bilgisi alınmak üzere mahkemeye çağırılıyorsa, operasyon kapsamında ele geçen belge ve metinlerde ismi geçiyorsa, evleri aranıyorsa, asıllı veya asılsız ihbar ediliyorsa” yandı o kişi… Geri dönüşü, suçsuzluğunu ispat etmesi, iade-i itibar görmesi, damgayı kaldırabilmesi pek de kolay değildir. İsimler akıllarda, hafızalarda ‘şüpheli dosyalar ve kayıtlar’ başlığının altına girer.
O zaman, yanıtlanması gereken soru şudur: “Çamur at izi kalsın” ilkesini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mümkünse, nasıl?
Mümkün olduğu ülkeler nispeten vardır… Örneğin ABD’de bir vatandaş diğer bir vatandaşla ilgili mahkemeye şikâyette bulundu mu, aslında bir hayli hızlı tecelli eden yargı süreci tamamlanıp karar kesinleşene kadar o kişi algıda ‘suçsuz’dur. Algılamanın böyle olmasına büyük özen gösterilir… İlkokuldan başlanarak sistemde bu duygu işlenir…
ABD’de yargılama sürecinde kamuyu temsil eden savcı da son kararı tebliğ edecek yargıç da, kolluk kuvvetlerinin başı olacak kişi de (federal birimler ve belediye başkanları tarafından atanan polis yetkilileri hariç) seçmen oylarıyla işbaşına gelirler. Dolayısıyla bu kişiler her konuda açık ve şeffaf olmak zorundadırlar ve yetkileri dahilinde kamuoyunu bilgilendirme konusunda birincil derecede sorumludurlar. Ayrıca da bir kez daha seçilmeleri bu iletişimi adam gibi yürütmelerine bağlıdır…
Bizde ise yargı ve kolluk güçleri atamayla göreve gelirler ve kamuoyunu bilgilendirme, açıklama yapma yetkileri yoktur. Müphemiyet ise her zaman ‘melanet’ doğurur…
“Suçu ispatlanana kadar herkes masumdur” ilkesi yazılı kurallarda geçerli olsa da kamuoyunda ve kamu vicdanında karşılığını ne yazık ki bulamaz. Çünkü kültür ve değerlerimize yerleşmiş “polis götürüyorsa vardır bir kabahati”, “mahkemeye verdilerse, bunun altından mutlaka bir şey çıkar”, anlayışı ve ‘duman-yangın’ bağnazlığı kolay kolay değiştirilebilecek bir önyargı değildir.
O halde yargı, polis, asker, hükümet, sivil toplum örgütleri ile mutlaka medyanın da içinde olacağı, Türkiye’nin gelecek tasarımında oldukça önemli bir rol oynayacak ‘bilinçlendirme’ kampanyasına şiddetle ihtiyaç vardır. Kimin liderliğinde? Mesela Cumhurbaşkanı’nın. Neden Cumhurbaşkanı’nın? Çünkü kendisi, tüm bu kurumların üzerindedir. Ya da öyle olması gerekir…
Ödülün itibarı giderek artıyor
Gelecek Yeşilçam Ödülleri çok daha iyi olacak… Bu kehanet nereden mi çıkıyor? Ön jürinin 700, hasbelkader benim de içinde bulunduğum jürinin 2500 kişiden oluşmasından değil. Organizasyonun neredeyse sıfır hata ile ‘akmasından’ da değil… Bir iki zıpır dışında katılımcıların kahir çoğunluğunun töreni ‘snobe’ etmemiş olmalarından, bunu da adam gibi giyinerek göstermelerinden de çıkmaz bu kehanet…
Bu ön görüyü doğrulayacak en önemli parametre ödülün elde ettiği itibar noktasıdır… Yeşilçam ödülleri ikinci yılında itibarını kat be kat artırmıştır… Sanatçı, şöhret katılımı bunun birinci dereceden kanıtıdır. Ya bana çıkmazsa diye ödül almaya gelmeyen ‘çiğ’ler bile zedeleyemediler itibarı. Gelecek yıl hepsi gelecektir…
NTV’yi kutlamak lazım; hem kendi iletişimine hem de Yeşilçam Ödülleri’nin itibarına ivme kazandırdılar. Seneye ille de düzeltilecekse üç önerimiz olabilir:
1. Yıllardır savunduğumuz büyük (2500 kişilik) jüriye artık kimse itiraz edememekte. İtirazı daha da azaltmak için, Engin Yiğitgil’in başkanlığında bu başarılı organizasyonda jürinin terkibini TÜRSAK’la bağlantı kurarak daha da iyileştirmek mümkün olabilir. Oscar’daki gibi yönetmenleri TÜRSAK üyesi yönetmenler, kameramanları üye kameramanlar, senaristleri üye senaristler vb. seçseler nasıl olur?.. 2. Turkcell’in sponsorluğu ve ilk film ödülü çok anlamlı; ancak 30 bin TL şaka gibi… 3. Sinema ‘eğlence’ (entertainment) demektir… Meltem Cumbul çok başarılı ancak yapı gereği dümdüz sundu geceyi… Billy Crystal’in 1989’dan 2003’e kadar sekiz kez sunduğu Oscar törenlerinden birini izlesin dostlar. Ne demek istediğimizi hemen anlayacaklardır…