Nazlı Hanım’ın gözyaşları...
02 HAZİRAN 2012
Canlı yayında Nazlı Ilıcak Hanım’ın, kürtajla yok edilmek istenen, doğmasına izin verilmeyen bir çocuğun annesine mektubunun hikayesini okurken kendisini tutamayıp gözyaşı dökmesini seyredenler çok etkilenmişler. Ben de internette izledim. Gerçekten de insanın içi burkuluyor. Zaten ağlayan birini görsem, etkilenirim. Nazlı Hanım’ın hükümetin kürtaj konusundaki tutumunu desteklemeyen tavrı da göz önüne alındığında gözyaşlarındaki mana daha da güçleniyor.
Nazlı Hanım gözyaşlarıyla şunu söylemiş oldu aslında: Kürtaj yaptırmak zorunda kalan anne, eğer ‘insanımsı’ değilse, o hikâyedeki sesi zaten duyar. Zora, yasağa gerek yok. Ayrıca kürtaj alanında dramatik bir artış olmaması da, hiçbir annenin bilerek isteyerek, durduk yerde, dakika başı akıl izan dışına çıkıp, canileşmediğini göstermiyor mu?
Öte yandan sezaryenin de önlemez yükselişi konusunda işin ekonomik boyutunu değerlendiren hükümeti anlamak ve yaklaşımını desteklemek belki mümkün. Orada da sağlık personeli sorunu çözüm bekliyor…
***
Düşünüyorum da, eğer hükümet politikaları arasında uzun zamandır bu konu zaten var idiyse, neden olayı Sayın Başbakan üstlendi de, ondan ve Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ’dan önce Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir ‘konu yönetimi’ stratejisinin ardından startı vermedi?
Ben, gündem değiştirme iddialarına itibar edenlerden değilim. Başbakan, gündemi dilediği zaman dilediği şekilde belirliyor zaten. Çarşamba günkü yazımızda açıklamaya çalıştığımız ‘Soft Issue’ alanına giren bu kadar ikircikli ve çok tartışma götürür bir konuyu neden, hem de kendisi bizzat ortaya atsın ki…
Sorunun toplumdaki reel karşılığına işaret etmek isteniyorsa, kürtaj meselesini ‘tesadüfen ve öfkeyle’ dile getirilmiş bir konu algısı olmaktan çıkarmak lazım gelmez miydi?
Kürtaj konusu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, sezaryen de Sağlık Bakanlığı’nın birincil konularından biri olmalıydı. Başbakan’ın her zaman yaptığı gibi bakanlarının arkasında durmakta olduğunu zaten herkes bilecekti. O halde? Ne gerek vardı bir başka ‘güç kirlenmesi’ (power polution) riski taşıyan bu siyasi iletişim manevrasına?..
Nazlı Hanım, tüm annelerin hislerine tercüman olmuş... Güçlü bir hayal gücüyle, her türlü siyaset ve yapış yapış ideolojik reflekslerin ötesindeki duygularla, hikâyedeki ‘doğmamış insan’ sesini konuşturmaya devam etmek, hatta kürtajdan kurtarıp yaşatmak ve böylelikle bir türlü nüfuz etmesini beceremediğimiz annelerin dünyasından bir hayat dersi çıkartmak da mümkün... Tam da Nazlı Hanım’ın içtenliğiyle...
***
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyada her yıl yarısı yasa dışı olmak üzere 40 milyon kürtaj vakası yaşanıyormuş. Bunların arasında yasadışı ve insan sağlığına aykırı durumlarda yapılan müdahaleler sonucunda her yıl hayatını kaybeden kadınların sayısı ise 50 bine yakınmış…
Yasa dışı uygulamaların pıtrak gibi artacağı ve parası olanların yurtdışına çıkarak bu yolu tercih edeceği aşikâr. Çünkü kürtajın yasaklarla değil, iletişim ve ikna yoluyla azaltılabileceği de biliniyor. İkna ve iletişim yoluyla kamuoyu oluşturma konusundaki başarılarından yola çıkarak AK Parti iktidarının, pek çok başarılı sağlık kampanyasında olduğu gibi bu konuda da hedefe ulaşabileceğine ve pek çok yasa hazırlığında yaptıkları gibi, ilim ve irfanın vazettiği doğruları bulmak üzere gerekli yol arayışlarını sürdüreceklerine inanmak istiyorum. Sağlık Bakanı’nın da belirttiği 80’lerde biraz oldu bitti ile yapılmış yasal düzenlemeye, yeni bir ‘oldu bitti’ algısı yaratmadan, kamu vicdanını rahatsız etmeyecek, kadınımızı aşağılamayacak bir düzenleme getirileceğine de inanmak istiyorum.
Bu hassas konuda Nazlı hanımın gözyaşlarını görmek, söylediklerine kulak vermek gerek...
Nazlı Hanım gözyaşlarıyla şunu söylemiş oldu aslında: Kürtaj yaptırmak zorunda kalan anne, eğer ‘insanımsı’ değilse, o hikâyedeki sesi zaten duyar. Zora, yasağa gerek yok. Ayrıca kürtaj alanında dramatik bir artış olmaması da, hiçbir annenin bilerek isteyerek, durduk yerde, dakika başı akıl izan dışına çıkıp, canileşmediğini göstermiyor mu?
Öte yandan sezaryenin de önlemez yükselişi konusunda işin ekonomik boyutunu değerlendiren hükümeti anlamak ve yaklaşımını desteklemek belki mümkün. Orada da sağlık personeli sorunu çözüm bekliyor…
***
Düşünüyorum da, eğer hükümet politikaları arasında uzun zamandır bu konu zaten var idiyse, neden olayı Sayın Başbakan üstlendi de, ondan ve Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ’dan önce Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir ‘konu yönetimi’ stratejisinin ardından startı vermedi?
Ben, gündem değiştirme iddialarına itibar edenlerden değilim. Başbakan, gündemi dilediği zaman dilediği şekilde belirliyor zaten. Çarşamba günkü yazımızda açıklamaya çalıştığımız ‘Soft Issue’ alanına giren bu kadar ikircikli ve çok tartışma götürür bir konuyu neden, hem de kendisi bizzat ortaya atsın ki…
Sorunun toplumdaki reel karşılığına işaret etmek isteniyorsa, kürtaj meselesini ‘tesadüfen ve öfkeyle’ dile getirilmiş bir konu algısı olmaktan çıkarmak lazım gelmez miydi?
Kürtaj konusu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, sezaryen de Sağlık Bakanlığı’nın birincil konularından biri olmalıydı. Başbakan’ın her zaman yaptığı gibi bakanlarının arkasında durmakta olduğunu zaten herkes bilecekti. O halde? Ne gerek vardı bir başka ‘güç kirlenmesi’ (power polution) riski taşıyan bu siyasi iletişim manevrasına?..
Nazlı Hanım, tüm annelerin hislerine tercüman olmuş... Güçlü bir hayal gücüyle, her türlü siyaset ve yapış yapış ideolojik reflekslerin ötesindeki duygularla, hikâyedeki ‘doğmamış insan’ sesini konuşturmaya devam etmek, hatta kürtajdan kurtarıp yaşatmak ve böylelikle bir türlü nüfuz etmesini beceremediğimiz annelerin dünyasından bir hayat dersi çıkartmak da mümkün... Tam da Nazlı Hanım’ın içtenliğiyle...
***
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyada her yıl yarısı yasa dışı olmak üzere 40 milyon kürtaj vakası yaşanıyormuş. Bunların arasında yasadışı ve insan sağlığına aykırı durumlarda yapılan müdahaleler sonucunda her yıl hayatını kaybeden kadınların sayısı ise 50 bine yakınmış…
Yasa dışı uygulamaların pıtrak gibi artacağı ve parası olanların yurtdışına çıkarak bu yolu tercih edeceği aşikâr. Çünkü kürtajın yasaklarla değil, iletişim ve ikna yoluyla azaltılabileceği de biliniyor. İkna ve iletişim yoluyla kamuoyu oluşturma konusundaki başarılarından yola çıkarak AK Parti iktidarının, pek çok başarılı sağlık kampanyasında olduğu gibi bu konuda da hedefe ulaşabileceğine ve pek çok yasa hazırlığında yaptıkları gibi, ilim ve irfanın vazettiği doğruları bulmak üzere gerekli yol arayışlarını sürdüreceklerine inanmak istiyorum. Sağlık Bakanı’nın da belirttiği 80’lerde biraz oldu bitti ile yapılmış yasal düzenlemeye, yeni bir ‘oldu bitti’ algısı yaratmadan, kamu vicdanını rahatsız etmeyecek, kadınımızı aşağılamayacak bir düzenleme getirileceğine de inanmak istiyorum.
Bu hassas konuda Nazlı hanımın gözyaşlarını görmek, söylediklerine kulak vermek gerek...